Namazın Fazileti, Hukuku ve Hikmetleri
Namazın Fazileti, Hukuku ve
Hikmetleri
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ
وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
Namazın Fazileti, Hukuku Ve
Hikmetleri
Mümine göz aydınlığı olarak namazı farz kılan Allah
Teâlâ’ya hamdolsun. Salât ve selâm nebiler serveri Hz. Muhammed Mustafa'ya Sallallâhü
Aleyhi Vesellem ve onun edebiyle edeplenen âl ve ashabına olsun.
Allah Teâlâ ayet-i celilede şöyle buyuruyor:
وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ
إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ
"Sabrederek ve namaz kılarak (Allah Teâlâ’dan)
yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah Teâlâ’ya derinden saygı duyanlardan
başkasına ağır gelir" 1
İslâm'ın beş temel şartından biri olan namaz, diğer
şartlar arasında kelime-i şehadetten sonra en faziletli olanıdır. Kur'ân-ı
Kerîm'in birçok âyetinde namazın fazilet ve önemine işaret edilerek, kılınması
emredilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın bu emrini yerine getirmek için, her Müslümanın
beş vakit namazı kılması dinî bir görevdir. Çünkü şuurla kılınan bir namaz, nefse
darbe vuran keskin bir kılıç ve günahların affına vesile olan Rabbânî bir
ikramdır.
Namaz, dinin direği olması yönüyle ibadetlerin şeref
ve faziletçe en üstünüdür. Şükrün yerine getirilmesinde de büyük önem arz
etmektedir.
Bütün bunların yanında, imana şahitlik eden, kulu
Allah Teâlâ’ya yaklaştıran, insanı her türlü kötülükten alıkoyan ve kişinin
cennete girmesine vesile olan yine namazdır. Şu halde namazın, dünya ve ahirete
yönelik sayısız hikmet ve faydası vardır.
Hikmet, insanı iyi ve güzele yönlendiren, neticesinde
de faydalı amele sevk eden doğru bilgi olduğu için, namaz kılmayanların namaza
başlaması, namaz kılanların ise kıldığı namazın önemini kavraması açısından, namazın
hikmetlerinden az da olsa bahsetmeye çalışacağız.
Kulun İbadetle Mükellef
Kılınmasının Hikmeti
Atâullah iskenderî Kuddise Sirrûh Hikem-i Atâiyye’de
Cenâb-ı Hakk'ın ibadetleri zorunlu kılmasının hikmetini şöyle izah etmiştir:
"Allah Teâlâ kulların ibadetlere karşı olan
tembelliklerini bildiği için onlara ibadeti vâcip (zorunlu) kıldı. Böylece
onları mecburiyet zinciriyle kendine yöneltti. 'Zincirlerle cennete çekilen
kavme Rabb'in hayret etti.'2 Sana itaati vâcip kılarken aslında cennete girmeni
vâcip kıldı."
Bu sözden anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ’nın
kullarını ibadetle mükellef kılmasının hikmeti, yine kullarına iyilik etmek
içindir. Çünkü kullarına karşı son derece şefkatli ve merhametli olan Cenâb-ı
Hak, kullar af ve rahmetine yaklaşıp cennete ve içindeki nimetlere kavuşsunlar,
diye ibadetleri vâcip kılmıştır. Vacip kılmasaydı belki de kullar tembellik
ederek bu ibadetleri işlemeyecek ve nimetlere kavuşamayacaklardı. Kul, ibadetlere
kendini zorluyor ama çektiği sıkıntı onu cennete götürüyor.
Atâullah İskenderî Rahmetullahi Aleyh burada
temsilen bir hadis-i şerif zikretmiştir. Rasûlullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem
Bedir Savaş'ında zincirlerle bağlı olarak getirilen Müslüman esirleri
gördüğünde kutsî hadiste şöyle buyurdu: "Zincirlerle cennete çekilen kavme
Rabb'in hayret etti." 3
Allah Teâlâ kullarını o kadar çok seviyor ve ihsan
etmek istiyor ki zorla onları cennetine sevk ediyor. Onlara taati vâcip
kılmakla aslında cennete girmelerini vâcip kılıyor.
Niçin Namaz?
Kulun yapmakla mükellef olduğu ibadetlerin başında
namaz gelmektedir. Çünkü namaz Allah Teâlâ’nın verdiği sayısız nimetlere karşı
bir şükür olmak üzere farz kılınmıştır. Namazın insana pek çok faydası vardır.
Ancak namaz, her şeyden önce sırf Cenâb-ı Hakk'ın emri olduğu için yerine
getirilmesi gereken bir ibadettir. Kur'an'ın birçok âyetinde bu emir, "Namazı
kılın, zekâtı verin!” şeklinde geçmektedir! Allah Teâlâ'nın emrini yerine
getirmek için kılınan namaz insana, yüce Mevlâ'nın sevgi ve rızasına
kazandırır. Namazın asıl gayesi de budur zaten.
Kelime-i şehadet getirerek iman dairesine giren her Müslüman,
İslâm'ın beş şartından biri olan namazı kılmakla yükümlüdür. Oruç tutmak, zekât
vermek ve hacca gitmek de namaz gibi İslâm'ın şartlarındandır. Ancak bunların
yerine getirilmesi belli şartlara bağlanmıştır. Oysa namaz böyle değildir. O
aklî dengesi yerinde olmayan kimse dışında bulûğ çağına eren her Müslümana
farzdır. Öyle ki fıkıh âlimleri elleri ve ayakları kesilmiş, yüzünde da yara
olan kimse hakkında, "Abdest ve teyemmüm almaksızın namazını kılar ve
(yüzü iyileştiğinde de) namazını iade etmez" 4 demişlerdir.
Görüldüğü gibi diğer bazı ibadetlere has kılınan
şartlar, namazda aranmamaktadır. Namazı akıllı ve bâliğ olan her Müslüman
kılmak zorundadır. Bu onun üzerine bir farzdır.
Bu nedenle Allah dostları namaza büyük önem
vermişlerdir. Kendilerinden nasihat isteyenlere ilk nasihatleri, "Namazlarınızı
kılın, onu ihmal etmeyin" olmuştur.
Gavs-ı Sâni hazretleri Kuddise Sirrûh bir sohbetinde,
"Tarikat, şeriatın üstünde kurulmuş takva
makamıdır. Şeriatsız tarikat olmaz. Bir evin yapımında temelde kullanılan demir
ve beton eksik olursa bina sağlam olmaz, çabuk çöker. Tarikatın temeli de
şeriattır. Temeli sağlam olmayan tarikat ehli de çabuk yoldan çıkar. Bir
kişinin Müslüman olması için ilk önce kelime-i şehadet getirmesi gerekir. Ondan
sonra imanın şartlarını kabul etmesi gerekir ondan sonra da İslâm'ın beş
şartını yapması lazımdır. Bunlardan hac, zekât, oruç belli şartlara
bağlanmıştır. Ama namaz âkil bâliğ olan herkesin üzerine farzdır. Herkesin her
şartta yapması gereken bir ibadettir. Yapılmazsa çok büyük cezası vardır. Bazı
âlimlere göre beş yüz, bazı âlimlere göre yetmiş bin yıl cezası vardır. Kişi
hasta olsa, hareket edemeyecek olsa bile ima ile de olsa, namazını kılmak
zorundadır" 5 demiştir.
Beş vakit namazını kılmayan bir kimse, içinde
bulunduğu hali iyi mülahaza etmelidir. Unutmamalıdır ki, şeytan [aleyhillâne]
Allah Teâlâ’nın bir tek emrini yerine getirmediği için huzurdan kovulmuştur.
Buna göre, namaz kılmayarak günde beş defa Allah Teâlâ’nın emrini yerine
getirmeyen kimsenin durumunu varın siz düşünün...
Hasan-ı Basrî Kuddise Sirrûh bir sözünde, "Ey
âdemoğlu, namazın senin yanında bir önemi yoksa sana dininden başka neyin
değerli olabilir ki! Oysa namaz kılmayan kimse, Allah Teâlâ katında en değersiz
kimsedir" 6 demiştir.
Kim, yüce Allah Teâlâ’nın katında değersiz bir kimse
olarak anılmak ister ki? Elbette hiç kimse bunu istemez. Ancak insanın nefsin
arzu ve isteklerine uyarak namazını terk etmesi onun Cenâb-ı Hak katında basit
bir kimse olarak anılmasına sebebiyet vermektedir.
Şu halde kul, nefsinin değil Allah Teâlâ'nın kulu
olduğunun farkına vararak namazlarını kılmalıdır. Yoksa kendisine sayısız
nimetler veren Cenâb-ı Hakk'a şükretmesi gerekirken, O'na nankörlük etmiş olur.
Peygamber Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimizin
namaza göstermiş olduğu hassasiyet bize bu noktada örnek teşkil etmektedir. O
ki mübarek ayakları şişinceye kadar Rabb'inin huzurunda durur ibadet ederdi.
Hatta Hz. Âişe validemiz bir gece Allah Resülü'nün
kendisinden izin alarak ayakları şişinceye kadar ibadet ettiğini görüp de,
"Ey Allah Teâlâ’nın Rasûlü, Allah senin geçmiş
ve gelecek kusurlarını bağışladığı halde niçin bu kadar kendini ibadete
zorluyorsun?" dediğinde Allah Teâlâ’nın Rasûlü Sallallâhü Aleyhi Vesellem
"Allah Teâlâ’ya şükreden bir kul olmayayım
mı?" 7 cevabını vermiştir.
Namaz, insana insan olduğunu hatırlatan ve Allah
Teâlâ’ya hakkıyla nasıl kulluk edilmesi gerektiğini öğreten ulvî bir vazifedir.
Aynı zamanda nefis düşmanını kahrederek kötülükleri iyiliklere çeviren en güzel
salih ameldir.
Yeter ki kul, tövbesine Allah dostunu şahit tutarak,
"Yâ Rabbi, yapmış olduğum günahlardan ben pişmanım, keşke yapmasaydım, inşallah
bir daha ben yapmayacağım" diyerek gereği gibi tövbe edip namazlarını
aksatmadan kılsın... Çünkü Furkan sûresi 70. âyet-i kerimede, tövbe ve iman
edip güzel amel işleyenlerin kötülükleri iyiliklere çevrileceği müjdesi
verilmektedir.
Menkıbe
Gavs-ı Sânî Kuddise Sirrûh hazretleri buyurdu ki:
“Birkaç gün önce, yanımıza İstanbul’dan bir zat
geldi. Elli kusur yaşındaymış. Bize teşekkür ederek, “Efendim, Allah sizden
razı olsun, ben ilk defa burada camiye girdim, ömrümde ilk defa sizinle
birlikte namaz kıldım” dedi. Sevincini dile getirdi. Bizde buna çok sevindik.
Aslında bu kimse İstanbul’da pek çok cami görmüştür
fakat içine girmek, secde etmek nasip olmamış.
Ona burada, Menzil’de rahmet ve himmet edilmiş. Bu Allah
Teâlâ’nın rahmetidir. Böyle kimseler çoktur. Elli-altmış yaşına kadar başını
secdeye koymamış pek çok insan var. Onlara sahip çıkmalı, hizmet etmeliyiz.
Kendilerine imanı ve İslâm’ı öğretmeliyiz. Abdesti, guslü, namazı, helâli, haramı
ve edebi öğretmeliyiz.
Bunu sizler yapacaksınız. İnsanlara sahip
çıkacaksınız. Bu çok büyük bir hizmettir. Hadis-i şerifte müjdelendiği gibi, bir
kimsenin hidayetine vesile olmak, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır.
Sadatlar, bunun için çalışıyorlar. Siz de onlara katılın. Bu işimizde bizlere
yardımcı olun. 8
Şu halde yapılan samimi bir tövbeden sonra, salih
amellerin başında gelen beş vakit namazın kılınması gerekmektedir. Çünkü şuurla
kılınan bir namaz, nefse darbe vuran keskin bir kılıç ve günahların affına
vesile olan Rabbânî bir ikramdır.
Günahların affına vesile olan namaz, insanın hem
dünyasını hem de ahiretini kurtaran bir ibadettir. Namazını eksiksiz kılan
müminin cennete girmesi hususunda Allah Teâlâ'nın vaadi vardır. Hatta mümin
kıyamet günü imandan sonra ilk olarak namazından hesaba çekilecektir. Eğer
namazın hesabını verebilirse diğer amelleri de kabul edilerek doğrudan cennete
girecektir. Bu, namazını hakkıyla kılanlar için Cenâb-ı Hakk'ın bir ikramıdır. Rasûlullah
Efendimiz Sallallâhü Aleyhi Vesellem hadis-i şerifte:
“Kıyamet günü, kulun ilk bakılacak ameli namazdır.
Eğer namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır. Namazı kabul
edilmezse diğer amellerine de bakılmaz" 9 buyurmuştur.
Namazına ve diğer amellerine bakılmayan kimsenin
durumu ise Allah Teâlâ'nın dilemesine kalmıştır. Dilerse onu affeder, dilerse
de azabına uğratır. Böyle bir duruma düşmemek için beş vakit namazı eksiksiz
olarak, vaktinde eda etmek gerekir. Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi
Vesellem:
"Beş vakit namaz vardır ki Allah Teâlâ onları
kullarına farz kılmıştır. Bu namazların hakkını hafife almayarak ve hiçbirini
zayi etmeyerek eda eden kimse için, cennete girmesi hususunda Allah Teâlâ’nın
vaadi vardır. Bu beş vakit namazı eda etmeyen kimse içinse Allah nezdinde
herhangi bir vaat yoktur. Allah onu dilerse azaba duçar eder, dilerse de
cennete dâhil eyler” 10 buyurmuştur.
Namazın insana dünyada kurtuluş vesilesi olmasına
gelince, Cenâb-ı Hakk'ın yasakladığı ve vicdanın kabul etmediği ne kadar
kötülük ve ahlâksızlık varsa namaz sayesinde ortadan kalkacak, bunların yerini
iyilik ve güzel ahlâk alacaktır. Böylece toplumda herkes huzurlu ve mutlu bir
hayat yaşayacaktır. Tıpkı Asr-ı saâdet dönemi gibi... O dönemin güzide
insanları sahâbe-i kirâm efendilerimiz (r.anhüm) namazla huzur buldukları için
onların bu huzuru, yaşadıkları döneme aksetmiştir. Asr-ı saâdefte herkes
birbirinin hakkına riayet etmiş kimse kimsenin malına, canına, ırzına, namusuna
göz dikmemiştir. Çünkü onlar, insanı her türlü fuhşiyat ve kötülükten alıkoyan
namazı hakkıyla kılan kimselerdi.
Günümüzde ise, üzülerek söylemek gerekir ki, toplumun
büyük bir kısmı ya hiç namaz kılmadığından veyahut hakkıyla kılamadığından
dolayı sosyal huzursuzluk başını alıp gitmiş, insanlar birbirlerinin malına, canına,
namusuna göz diker hale gelmiştir.
Şu halde bir kimse, içinde yaşadığı toplumun huzur
ve refahını istiyorsa öncelikle kendisi namazlarını şartlarına uygun olarak
kılmalı, ardından da aile fertlerine namaz kılmaları yolunda telkinlerde
bulunmalıdır. Bu aile reisinin en başta gelen görevidir.
Nitekim Rasûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhü Aleyhi
Vesellem Ebû HÜreyre'ye (r.a), "Ey Ebû Hüreyre! Aile efradına namaz
kılmalarını emret. Çünkü (böyle yaparsan) Allah sana ummadığın yerden rızık
verir" 11 buyurmuştur.
Kısaca, Allah Teâlâ’nın sevgi ve rızasını kazanmak
başta olmak üzere, toplumun huzur ve refahı için Müslümanım diyen herkesin
namaz kılması ve insanlara namaz kılmanın önemini anlatması gerekmektedir.
Menkıbe
Gavs-ı Sâni hazretleri Kuddise Sirrûh bir sohbetinde,
"Bakıyoruz dünya küfrün denizi olmuş. İnsan hem
kendini hem de insanları kurtarmaya çalışsın. Bütün dünyanın hidayetine vesile
olsa kendisi hidayete ermese bir şey yapmış olmaz. Bir insan bir kimsenin namaz
kılmasına, hidayetine sebep olmuş olsa, onun sevabı kadar kendisi de sevap
kazanır. Bu büyük bir kazançtır. Büyük bir fabrikadır. Gece de gündüz de
çalışmak lazım" dedikten sonra şu menkıbeyi anlatmıştır:
Gavs-ı Sâni Kuddise Sirrûh hazretleri şöyle bir
menkıbe anlatmıştır:
Abdurrahman Tâhî Kuddise Sirrûh akarsu üzerine bir
köprü yaptırır. Vali de teşekkür etmek için Abdurrahman Tâhî hazretlerinin
yanına gelir. Namaz vakti olunca Abdurrahman Tâhî Kuddise Sirrûh hazretleri
valiye,
“Kalk, abdestini al da namaz kılacağız” der. O da
tamam deyip kalkar. (Bunun üzerine halifesi) Şeyh Fethullah Kuddise Sirrûh
şöyle der: “Kurban, bu belki de ömründe ne namaz kılmış ne abdest almıştır.”
Abdurrahman Tâhî Kuddise Sirrûh hazretleri de Şeyh
Fethullah’a,
“Belki böylece namaza başlamış olur da bundan sonra
hiç bırakmaz!” buyurur.
Anlatıldığına göre o vali de bu namazı kıldıktan
sonra namazını devamlı kılar. Siz de bir insana bir vakit bile olsa namaz
kıldırın belki devam eder. 12
Namaz ve Namaza Dair Hikmetler
Namazın Mi'rac Gecesi Farz Kılınmasının Hikmeti
Hücvîri Rahmetullahi Aleyh namazın Mi'rac gecesi
farz kılınmasının hikmeti hakkında şöyle demektedir.
"Rasûlullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem 'Göz
aydınlığım namazda kılınmıştır’ 13buyurmakla benim bütün rahatım namazdadır, demek
istemişlerdir. Çünkü istikamet ehlinin manevi haz kaynağı namazdır. Rasûl-i
Ekrem'in Sallallâhü Aleyhi Vesellem bu sözü Mi'rac hadisesine dayanır. Şöyle ki
Peygamber Efendimiz, mi'raca çıkarıldığı zaman, kurb (Cenâb-ı Hakk'a yakın
olma) derecesine ulaştırıldı. O zaman nefsi varlıkla ilgili her işten kesildi
ve esasen kalbinin bulunduğu dereceye ulaştı... (Orada ona sayısız ikram ve
ihsanlarda bulunuldu). Öyle ki Cenâb-ı Hakk'ın yanında kalmanın özlem ve hasretiyle,
'Yâ ilâhî! Beni ikinci kez bela yurdu olan dünyaya
gönderme, tabiat ve hevâ ağına düşürme!' dediği zaman,
'Hükmümüz şöyledir ki, burada sana verdiğimiz
şeylerin aynısını orada (namaz) da vereceğimiz için dini ikame etmek üzere
tekrar dünya ya döneceksin' denildi.
Rasûlullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem dünya ya
dönünce ne zaman o yüce ve yüksek makamın iştiyakını ve özlemini duysa,
'Ey Bilâl, kalk namaza (çağır da) bizi namazla
rahatlat’ 14buyururdu. Dolayısıyla Rasûl-i Ekrem'in Sallallâhü Aleyhi Vesellem
her namazı, onun için bir yakınlık ve mi'rac olmuştu. İnsanlar onu namaz
kılarken görürlerdi. Oysa onun ruhu namazda, gönlü niyazda, sırrı yükselişte, nefsi
erime halinde idi. O derece ki namaz onun göz nuru haline gelmişti. O namazda
iken, bedeni mülk âleminde, ruhu melekût âleminde, idi. Bedeni insî, yani
beşerî idi ama ruhu üns [Allah [celle celâluh] ile sohbet) mahallinde
idi." 15
Hücvîrî’nin bu sözünden yola çıkarak namazın Mi'rac
gecesi farz kılınmasının hikmeti hakkında şunu söyleyebiliriz: Rasûlullah Sallallâhü
Aleyhi Vesellem Cenâb-ı Hak'tan kuıb halinin ve ilâhî cemali temaşa saadetinin
devamını isteyince, Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz ve onun ümmeti için bir
nevi mi'rac sayılan namazı faiz kılmıştır. En iyisini Allah bilir.
Namazın Beş Vakit Oluşunun
Hikmeti
Namazın beş vakte tahsis edilmesinin bir hikmetini
İsmail Hakkı Bursevî Rahmetullahi Aleyh şöyle açıklamıştır:
“Âlimlerden bazıları demişlerdir ki; namazın gece ve
gündüz beş vakte tahsis edilmesinin hikmeti insanın havvâss-ı hamseye (beş
duyuya) sahip olmasındandır. Çünkü kul havvâss-ı hamse ile günah işlemektedir.
Gece ve gündüz bu beş duyu ile işlediği günahlara kefaret olsun diye de namaz
beş vakte tahsis edilmiştir.” 16
Rasülullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurur:
“Namazın misali şuna benzer: Sizden birinizin
kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, ne
dersiniz, acaba üzerinde hiç kir kalır mı?
Bu soru üzerine Sahabe-i kiram dediler ki:
Bu hal, onun üzerinde kirlerinden hiçbir şey
bırakmaz! Bu cevap üzerine Rasülullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem de buyurdular
ki:
İşte beş vakit namaz da böyledir; suyun kirleri
giderdiği gibi namaz da günahları ve bütün hataları siler!” 17
Ezan ve Kametin Hikmeti
Cenâb-ı Hak dünya işleriyle meşgul olan kulunu ezan
ile günde beş defa huzuruna davet etmektedir. Bu yönüyle ezan bir uyarı ve
uyanıştır. İnsanlara âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın onların büyük bildiği
her şeyden daha büyük olduğunu hatırlatır. Allah Teâlâ’dan başka ilâh
olmadığını ve Hz. Muhammed Mustafa'nın Sallallâhü Aleyhi Vesellem âlemlere
rahmet olarak gönderilmiş son peygamber olduğunu ilan eder. Sonra, asıl huzur
ve kurtuluşun son din İslâm'da ve dinin direği olan namazda olduğunu bildirir.
Buna göre, ezanın en önemli hikmeti, insanlara namaz
vaktini ve namaz kılınacak yeri bildirmesinin yanı sıra, İslâm'ın şiarı olan
kelime-i şehadeti kalplere nakşederek insanları kurtuluşa davet etmektir. Şu
durumda, "Ben Müslümanım" diyen herkesin bu davete icabet etmesi
gerekmektedir. Bu imanın bir gereğidir.
Gelelim ezan okunurken neyi düşünmemiz gerektiğine
... İmam Gazâlî Rahmetullahi Aleyh bu hususta şöyle der:
"Ezanı işittiğin zaman kıyamet günündeki
davetin dehşetini düşün. Ezana icabet etmek için bir an önce zâhir ve bâtınınla
namaza hazırlan. Çünkü ezana dünyada hemen icabet edenler o büyük günde lutuf
ile davet edilirler. Kendini bu çağrıya (ezana) göre ölç! Eğer okunan ezanı
rağbet ve sevinçle karşılıyorsan o ceza gününde kulaklarında çınlayacak olan
davet müjde ve kurtuluş nidasıdır." 18
Ezandan sonra getirilen kametin hikmeti ise, imamın
arkasında namaza durmayı bekleyen cemaati hazır ola geçirmektir. Bu sebeple
ezanla verilmek istenen mesaj kametle bir kez daha verilir ki Hakk'ın huzuruna
durmadan önce kalplerde O'ndan gayri ne varsa silinip atılsın... Kalpler
mâsivadan arındıktan sonra müezzin, "kad kâmeti's-salâh" (Namaza
durma vakti yaklaştı) diyerek imamın namaza duracağını insanlara bildirir.
Tek başına namaz kılan kimsenin kamet getirmesinin
hikmeti ise her an kendisiyle beraber olan Kirâmen Kâtibîn ve koruyucu
meleklere imam olmasındandır. Nitekim Sald b. Müseyyeb Rahmetullahi Aleyh bir
sözünde,
"Çölde namaz kılanın sağında ve solunda birer
melek namaz kılar. Eğer aynı zat namaza ezan okuyup kamet ederek durursa dağlar
misali melekler onun ardında saf tutarlar ve ona uyarak namaz kılarlar" 19
demiştir.
Menkıbe
Rebi’ b. Huseym Rahmetullahi Aleyh yaşlı ve hasta
olmasına rağmen cemaatle namaz kılmak için iki kişinin yardımıyla camiye
gelirdi.
İnsanlar ona,
“Allah sana ruhsat verdi, istersen bu haldeyken
cemaate gelmeyebilirsin”, dediler.
Rebi’ b. Huseym onlara şu cevabı verdi:
“Rabb’min davetçisi ‘Hayye ale’s-salah (haydi
namaza)’ diye davet ederken ne yapabilirim ki? Nasıl olur da gelmem.” 20
Namaza Hazırlık ve Hikmetleri
Makbul ve mükemmel bir namazın kılınabilmesi için
namaz öncesinde birtakım hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Bunlara
namazın şartları denir. Bu şartların başında namazın taharetli 21 bir şekilde
kılınması getir. Namaz gibi dinin direği olan bir ibadeti yerine getirirken
temizlik büyük bir önem arz eder. Çünkü temizlik namazın anahtarı hükmündedir.
Hadesten Taharetin Hikmeti
Abdestsiz veya cünüp olan kimsenin abdest ve gusül
alarak hükmî pisliklerden temizlenmesine hadesten taharet denir.
Namaza hem zahiren hem bâtınen temiz girmek gerekir.
Abdest ve gusül bu iki temizliği de içeren bir ibadettir. Böyle olduğu için
dinimiz abdesti, namazın ön şartı saymıştır. Zahirî açıdan bakıldığında, mikrobun
en kolay ürediği el, yüz ve ayaklar, abdest vesilesiyle günde beş defa yıkanmakta,
vücut, bulaşıcı hastalıklara karşı koruma altına alınmaktadır. Gerek vücudu
mikroplara karşı koruma altına alarak, gerekse kan dolaşımının düzenlenmesine
yardımcı olarak beden sağlığını koruyan abdest, (küçük) günahların affına
vesile olmasıyla da kalbi zulmet kirinden temizleyip manevi sağlığı temin
etmektedir.
İnsanın yaratılış gayesi olan Allah Teâlâ’ya kulluk
böyle bir temizlenme ameliyesi ile başlayınca insana vereceği zevk ve
rahatlığın değeri sonsuz olur. İşte namazdan önce alınan abdestin aklen bilinen
hikmeti budur. En iyisini Allah bilir.
Necasetten Taharetin Hikmeti
Bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin, namazın
sahih olmasına engel olacak maddi pisliklerden temizlenmesine necasetten
taharet denir.
Namaz, Allah Teâlâ’ya duyulan saygı ve sevginin bir
göstergesi olduğu için namaz kılan kimsenin hadesten taharet gibi necasetten
taharete de dikkat etmesi gerekmektedir. Değil necaset, dinen sakıncası olmayan
en ufak kirin dahi temizlenmesine gayret edilmelidir.
İlâhî huzura çıkarken bedeninin, elbisesinin ve
namaz kılacağı yerin temiz olmasına özen gösteren kimse, Allah Teâlâ’nın
sevgisini kazanır. Çünkü Rasûl-ı Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem, “Allah
temizdir, temizliği sever” 22 buyurmuştur.
Allah Resülü'nün Sallallâhü Aleyhi Vesellem bu ve
buna benzer hadislerinde geçen temizlikten murad sadece zahirî temizlik
değildir. Aynı zamanda kalbi kötü ahlâktan ve Allah Teâlâ’nın dışındaki her
şeyden temizlemek olan bâtınî temizlik de kastedilmektedir. Dolayısıyla namaz
kılacak kimsenin bedenini, elbisesini ve namaz kılacağı yeri necasetten
temizlemesi gerektiği gibi bâtınını da (kalbini de) namazın hakikatine aykırı
olan şeylerden temizlemesi gerekir. Mademki namaz kılmaktan maksat Allah
Teâlâ'nın sevgi ve rızasını kazanmaktır, öyleyse kalbi Allah Teâlâ’nın
dışındaki şeylerin sevgisinden temizlemelidir. Zira kalp ancak temiz kaldığı
zaman Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaya kabiliyet kazanır. Öte yandan beden ve
elbise temizliğine önem göstermek, kişiye kendine ve çevresine karşı saygı
duyma öğretisi kazandırır.
Setr-i Avretin Hikmeti
Avret, insan vücudunda başkası tarafından görülmesi
ayıp ya da günah sayılan yerlerdir. Bu yerlerin örtülmesine setr-i avret denir.
Erkeklerin avret yerleri, göbek altından diz kapağı altına kadar olan kısımdır.
Kadınların ise el ve yüzleri hariç bütün bedenleri avrettir.
Avret yerlerinin namazda olduğu gibi, namaz dışında
da örtülmesi ve başkalarına gösterilmemesi gerekir. Bunun hikmeti, örtünmenin
aklın ve fıtratın bir gereği olmasındandır. Hz. Adem ile Hz. Havva'nın yasak
meyveden yedikten sonra avret yerlerinin görünmesi üzerine hemen cennet
yapraklarıyla avret yerlerini örtmeye çalışmaları bunun en güzel kanıtıdır. 23
Örtünmek aklın ve fıtratın bir gereği olduğu halde
özellikle namazda avret yerlerini örtmenin farz olmasındaki hikmet, Câhiliye
dönemindeki Araplar'ın düştüğü hataya düşmemek içindir.
Çünkü "Ey Âdernoğulları! Her mescidde
ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin” 24 âyeti Arap kabilelerinin
Câhiliye devrinde Kâbe'yi çıplak olarak tavaf etmeleri hakkında inmiştir. Onlar,
"Biz içlerinde günah işlediğimiz ve günahlarla kirlettiğimiz elbiseler
içinde Kâbe'yi tavaf etmeyiz" derlerdi. Erkekler gündüz, kadınlar da
geceleyin çıplak olarak tavaf ederlerdi. Allah Teâlâ onlara ister namaz, ister
tavaf için olsun her mescide gittiklerinde elbiselerini giymelerini emretmiş ve
soyunmalarını yasaklamıştır. 25
Hadislerde belirtilen avret yerleri 26 dışında
insanın başkaları tarafından bilinmesini istemediği gizli haller ve günahlar da
bir nevi avret sayılır. İnsan bunları kimsenin bilmediğini zannetse de gizlinin
de gizlisini bilen Allah Teâlâ insanın yaptığı her şeyi bilmektedir. Şu halde
insan, avret yerleri örtülü olarak ibadetlerin en şereflisi olan namaza
durmadan önce,
"Yâ Rabbi! Gizli hallerim ve günahlarım çoktur.
Ben bunları insanlardan gizlesem de senden gizlemem mümkün değildir. Settâr
isminin ve kıldığım namazın hürmetine dünyada ve ahirette gizli hallerimi açığa
çıkarıp beni rezil rüsva etme" diyerek kalben pişmanlık ve mahcubiyet
duymalıdır.
İstikbâl-i Kıblenin Hikmeti
Namaz esnasında kişinin, yönünü diğer cihetlerden
ayırıp, kıbleye yöneltmesine istikbâl-i kıble denir. Kıbleden maksat Kâbe'dir.
Kâbe, Müslümanların kıblesidir. Cenâb-ı Hak, zaman ve mekândan münezzeh olduğu
için kullarına lütufta bulunarak kendisini temsil eden Kâbe-i Muazzama'ya
yönelmelerini istemiştir.
Bu sebeple namazda kıbleye yönelmenin en önemli
hikmeti, dünyaya iltifat etmeyip tam bir yönelişle Hakk'a yönelmektir. Bunun
için insan, nasıl ki bedenini zâhiren Kâbe'nin bulunduğu istikamete çeviriyorsa
kalbini de bâtınen Hakk'a çevirmesi gerekmektedir, insan ancak bu şekilde, kalbini
Allah Teâlâ'nın dışındaki şeylerden temizleyip Cenâb-ı Hakk'a yönelebilir.
İmam Gazâlî Rahmetullahi Aleyhhazretleri bununla
ilgili olarak: "Bilmiş ol ki, bedenin Kâbe'ye yönelmesi için diğer
yönlerden ayrılması zaruri olduğu gibi, kalbin de Allah Teâlâ’ya yönelmesi için
mâsivadan ayrılması şarttır" 27 demiştir.
İstikbâl-i kıblenin bir diğer hikmeti ise, insanoğlunu
bâtıl yollara sapmaktan kurtararak dağınıklığı önlemek ve insanları fevhid
inancı etrafında toplamaktır.
Vaktin Hikmeti
Her namazı vaktinde kılmak namazın şartlarındandır.
İsmail Hakkı Bursevî Rahmetullahi Aleyh namaz için belli vakitler tayin edilmesinin
hikmeti hakkında şöyle demiştir:
"Şerhu'l-Hikemi'l-Atâiyye’de geçtiğine göre, Allah
Teâlâ kullarında amelleri yerine getirmelerine engel olacak derecede usanç ve
bıkkınlığa sebep olan hırsın varlığını bildiğinden ibadetler için vakitler
tayin etti. Hem kullarına olan rahmeti hem de onlara kulluğu kolaylaştırmak
için günde beş vakit namazı, senede bir ay orucu, 200'de 5 (iki yüzde beş)
zekâtı 28 ve ömürde bir defa Kâbe’yi ziyareti farz kıldı.
Allah Teâlâ ibadetleri belirli vakitlerle
sınırlamasaydı, ileride yapacağım düşüncesi onları ibadetten alıkoyar ve o
zaman görmezlikten gelerek, şımararak, tembellik yapıp nefislerine uyarak
kulluk muamelesini terk ederlerdi. Vakitleri geniş kılması ise kullarına tercih
hakkı vererek onlara bir kolaylık sağlamak içindir. İşte vaktin hikmeti
budur." 29
İmandan sonra en faziletli amel vaktinde kılınan
namazdır. Nitekim Peygamber Efendimiz'e Sallallâhü Aleyhi Vesellem, "Amellerin
hangisi daha faziletlidir?" diye sorulduğunda,
“Vaktinde kılınan namazdır" 30 buyurmuşlardır.
Bu hadisin şuurunda olan bir mümin her namaz
vaktinde, "Varlığın başlangıcından, içinde bulunduğum şu ana kadar yaşamış
olsaydım beş vakit namazımı mutlaka yine vaktinde kılardım" niyetinde
olmalıdır. Zira bu niyet ona dünyanın yaratılışından kıyamete kadar ibadet
sevabı kazandıracaktır. 31
Niyetin Hikmeti
Niyet, namaz kılacak kimsenin namazı Allah Teâlâ
için kılmayı istemesi ve hangi namazı kılacağını bitmesidir. Başka bir ifadeyle
kişinin namazı sadece Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak için kılacağına söz
vermesidir.
Namazın farzlarından olan niyetin hikmeti, namaz ile
Allah Teâlâ’nın sevgi ve rızasını kazanmayı istemektir. Bunun için ise halis
bir niyete sahip olmak gerekmektedir. Çünkü niyet, amel ve ihlâs arasında sıkı
bir ilişki vardır. Bunlardan niyet ayrıca bir öneme sahiptir. Allah Teâlâ
insanın her işinde kalbindeki niyetine bakmaktadır. Bir hadis-i şerifte,
"Allah sizin bedenlerinize ve yüzlerinize
(suretlerinize, şekillerinize) bakmaz, ancak kalpleriniz(d)e (ki niyete)
bakar" 32 buyrulmuştur.
Niyetin halis olması, kılınan namazın ve yapılan
amelin kabul edileceği anlamına gelir. Bu itibarla, kalbi dünyevî bağlardan
koparıp ihlâs ve samimiyetle huzura durmak namazın kabul olmasının ön
şartlarındandır.
Farzlardan Önce Sünnet Kılmanın
Hikmeti
İmam Sühreverdî Kuddise Sirrûh farzlardan önce
sünnet kılmanın hikmeti hakkında şöyle demiştir:
"Namaz vakti girince, (farz namazdan) önce
sünnet (namaz) kılınır. Bunun hikmeti şudur: Kulun, sürekli insanlarla muhatap
olması, geçim derdiyle uğraşması, tabiatı gereği bir hataya düşmesi ve belli
zamanlarda yeme içme gibi tabii ihtiyaçlarına yönelmesi sebebiyle başına gelen
sıkıntılardan kalbi karmakarışık bir hal alır. Farz namazdan önce sünnet
kılındığı zaman kalp, namazın etki alanına girer ve Cenâb-ı Hak ile münâcâta
hazırlanır. Dolayısıyla kılınan sünnet ile kulun kalbinden gaflet gider ve kalp
safiyet kazanır. Böylece kul farz namaz için hazır bir hale gelir. En doğrusunu
Allah bilir." 33
Namazın Ruhu ve İçindeki Hikmetler
Namazın sıhhati için namaz öncesi birtakım hususlara
dikkat etmek gerektiği gibi namaz kılarken de belli hususlara dikkat etmek
gerekmektedir. Namaz içinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus namazın
huşû ile kılınmasıdır. Çünkü namaz, belli söz ve hareketlerden ibaret ruhsuz
bir ibadet değildir. Kalbin ameli olan huşû namazın ruhu kabul edilmiştir.
Huşû, Allah Teâlâ’nın azameti karşısında kulun
sükûnet ve tevazu içinde bulunma halidir. Namazın fert ve topluma fayda
sağlaması huşû ile kılınmasına bağlıdır. Âyet-i kerimede,
"Namazlarında huşû içinde olan müminler
gerçekten kurtuluşa ermişlerdir" 34buyrulmuş olması namazdaki huşûun
önemini göstermekledir.
Peygamber Efendimiz de Sallallâhü Aleyhi Vesellem
namazdaki huşûun önemine işaretle, "Bir kul namaz kılmak için ayağa
kalktığı zaman, nefsi, yüzü ve kalbi ile Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ’ya
yönelirse, Allah da ona rahmetiyle yönelir ve dine muhalif bir iş yapmadıkça
ondan rahmetini geri çevirmez" 35 buyurmuştur.
Namazdaki huşû, kulun sağında ve solunda kimlerin
bulunduğunu bilmeyecek derecede kendini ibadete vermesidir. Şu kadar var ki, her
Müslümanın namazda kalp huzurunu sürekli muhafaza etmesi mümkün değildir. Bu
sebeple fıkıh âlimleri huşûu namazın şamarından değil, kemalini sağlayan
sünnetlerden saymışlardır. Tasavvuf ehline gelince onlar, kalp huzurunu namaz
için temel şart olarak kabul etmişler ve bu şekilde kılınmayan namazın hakkıyla
yerine getirilmiş olmayacağını söylemişlerdir. Zira tasavvuf ehline göre Allah
Teâlâ ile kul arasındaki perdelerin kalkması namazın kalp huzuru ile
kılınmasına bağlıdır. Onlar günlük yaşamın her safhasında kalp huzurunu
muhafaza ettikleri için namazda gibidirler.
Tasavvuf ehlinin bu halini Ebû Nasr es-Serrâc Kuddise
Sirrûh şöyle ifade etmiştir:
"Sofilerin (mutasavvufların) namazdan önceki
edepleri, devamlı Allah Teâlâ’ı [celle celâluh] düşünmeleri ve kalplerini Allah
Teâlâ’nın zikri dışında her faydasız zikirden korumalarıdır. Onlar, (bu
şekilde) kalp huzuru ile namaza kalktıkları zaman, bir namazdan diğerine
kalkmış gibidirler. Çünkü niyet ve tekbir getirerek girdikleri namazdan (selâm
vererek) çıktıklarında yine (asıl halleri olan) kalp huzuruna devam ederler. Bu
durumda onlar, her ne kadar namazdan çıksalar da devamlı namazda gibidirler.
İşte namazın edebi budur.” 36
Bu edebin yani huşûun elde edilebilmesi için
öncelikle mürşid terbiyesi altına girmek gerekmektedir. Çünkü huşû kalbin
amelidir. Huşûun kazanılması için kibir, gurur, riya, haset gibi kalbî
hastalıkların ıslahı gerekir. Bu ise mürşid-i kâmilin [Allah dostlarının)
görevidir.
Namazı huşû ile kılabilmek için mürşid terbiyesi
yanında namazın farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini ve edeplerini de hakkıyla
yerine getirmek gerekir. Imâm-ı Rabbânî Kuddise Sirrûh bu hususa şöyle dikkat
çeker:
'Bu fakire göre namazın tam ve mükemmel olması için,
fıkıh kitaplarında ayrıntılı olarak açıklanan namazın farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini
ve müstehaplarını yerine getirmek gerekir. Bu dört hususun dışında namazın tam
olmasını etkileyecek beşinci bir şey yoktur. Namazdaki huşû da bu dört konunun
içindedir. Kalbin haşyeti de bunlara bağlıdır. Bazıları bu dört konuyu yalnızca
bilmekle yetinmişler, bunları uygulamada gevşek ve ihmalkâr davranmışlardır.
Kuşkusuz namazın üstünlük ve faziletinden böylelerinin paylarına düşecek olan
şey çok az olacaktır. Rasûlullah Sallallâhü Aleyhi Vesellem hadis-i şerifte,
'Namaz ancak kalp huzuru ile olur' 37 buyurmuştur.
Burada bildirilen huzurdan maksat, yukarıdaki dört
hususla birlikte olan kalp huzurudur. Bu dört esastan birinin yerine
getirilmesinde herhangi bir gevşeklik olmaması için böyle anlaşılması gerekir.
Bu fakir, bunun ötesinde bir şeyle namazdaki huzurun sağlanabileceğini
düşünemiyor." 38
Namazı huşû ve huzur içerisinde kılabilmenin bir
diğer yolu, kazancın helâl yoldan kazanılmasıdır. Bu hususta Şah-ı Nakşibend Kuddise
Sirrûh şöyle demiştir:
"Bir kimse yemeğini helâlinden yer, Allah
Teâlâ’ ın her yerde hâzır ve nazır olduğunu bilir, abdest alırken ve namaza
dururken kendisini yüce Allah Teâlâ’nın huzurunda bilirse, namazda huzuru elde
edebilir."
Menkıbe
Nakleder ki adamın biri Ebû Yakup İshak Nehrecorî Kuddise
Sirrûh hazretlerine gelerek,
“Namaz kılıyorum ancak kıldığım namazın hazzını ve
tadını gönlümde bulamıyorum”, der. O da şu cevabı verir:
“Gönül Rabb’ini sadece namazda talep ederse, elbette
tat bulamaz. Nitekim meşhur bir söz vardır:
Merkebe yokuşun dibinde arpa verirsen, yokuşu
çıkamaz.” 39
Huşû ile namaz kılan kişi namazın rükünleri olan
iftitah tekbirini, kıyamı, kıraati, rükûyu, sücûdu (secdeyi) ve kâde-i ahîrede
(son oturuş) teşehhüd miktarı oturmayı tam bir şuur ve ihlâsla yerine getirir.
İftitah Tekbirinin Hikmeti
Namaza duracak kişinin (niyetten sonra) ayakta
(Ayakta duramayan kişi oturarak tekbir alabilir.) ve kendisinin işitebileceği
bir sesle "Allahüekber" diyerek namaza durmasına "iftitah tekbiri"
(başlangıç tekbiri) denir.
İftitah tekbirine "tahrime" (yasaklama ve
saygı duyma tekbiri) de denilmiştir. Çünkü "Allahüekber" diyerek yüce
Allah Teâlâ’nın huzuruna duran kimse saygı ve hürmet göstermesi gereken bir
konumdadır. Tıpkı bir askerin komutanına tekmil vererek saygı duruşuna geçmesi
gibi... Bu sebeple namaz kılan kimse, Cenâb-ı Hakk'a duyulan hürmetin gereği
olarak, kalbi ile Allah Teâlâ’nın dışında kalan şeylere meyletmeyi ve yemek, içmek,
konuşmak gibi namaz dışında mubah sayılan bazı Şeyleri tahrime tekbiri ile
kendisine haram kılar. Böylece huşû içerisinde namaza girmiş ve dünya ile
ilgisini kesmiş olur.
Namazda elleri kaldırarak tekbir almanın
(Allahüekber demenin) hikmeti, Cenâb-ı Hakk'ın her şeyden büyük ve üstün
olduğunu bilerek O'nun ibadet ve kulluğa layık tek ilâh olduğunu kabul etmek, O'nun
hükmüne teslim olmaktır. Bunun alameti ise kalpten Hak'tan gayri her şeyi
çıkarıp elin tersiyle arkaya atmaktır.
Şu halde namaza duran insan, "Acaba kalbim
gerçekten yerleri ve gökleri yaratan Allah Teâlâ’ya mı yöneldi? Yoksa hâlâ
dünya işleriyle mi meşgul?" diyerek kalbini şöyle bir yoklamalıdır.
Kıyamın Hikmeti
Namazda ayakta durmaya kıyam denir. Ayakta durmaya
gücü yeten kimsenin oturarak farz ve vâcip namaz kılması câiz değildir.
Rahatsızlığı sebebiyle ayakta duramayan kimse ise, hangi hal üzere namazını
kılabiliyorsa o hal üzere namazını kılmalıdır.
Kıyam, Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda saygı ile ayakta
durmanın adıdır. Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü hakkı ile bilen bir kul, O'nun
huzurunda edep ve saygı ile durur. Örneğin kendi ailemizden salih bir kimse
bizim nasıl namaz kıldığımızı öğrenmek için bize baksa, (huşudan yoksun bir
namaz kıldığımızı düşünmesinden çekinerek) kalbimizi huzura, âzalarımızı da
sükûna erdiririz.
Bu durumda nefsimize dönüp, "Ey zalim nefsim!
Kendisinden ne bir fayda ne de bir zarar gelecek olan Allah Teâlâ’nın
kullarından hakir bir kula huşu ile namaz kılıyormuş gibi gözükerek namazını
güzel kıldın. Böyle yapmakla seni yaratan, sana nimetler veren yüce Mevlâ'ndan
utanmaz mısın?" dedikten sonra,
"Sen ki, Allah Teâlâ’nın bütün hallerine vâkıf
olduğunu bildiğin halde, O'nun azametinden kokmuyorsun. Şimdi söyle, Allah mı
seninle beraber, yoksa Allah Teâlâ’nın kullarından bir kul mu seninle beraber?
Senin bu isyanın ve cahilliğin ne kötüdür. Kendine ne büyük düşmanlık
ediyorsun!" diyerek nefsimizi muhasebe etmeliyiz. 40
Buna göre kıyamın hikmeti, kulun Allah Teâlâ’nın
huzurunda olduğunu bilerek O'na duyduğu saygı ve tazimi ayakta hareketsiz
durmak suretiyle göstermesidir. Bunun en büyük alameti, tekbir alıp dünya ile
ilişkisini kesen kulun sağ elini sol elinin üzerine koyarak Cenâb-ı Hakk'ın
huzurunda el pençe divan durmasıdır. Çünkü bu şekilde durmak, saygı ve tevazua
işarettir.
Kıyamın bir diğer hikmeti ise kıyamet günü kabirlerden
kalkıp mahşer yerine gelerek Allah Teâlâ’nın huzurunda ayakta durmayı ve O'na
hesap vermeyi insana hatırlatmasıdır.
Kıraatin Hikmeti
Bir kimsenin, namazda -kendi işitebileceği bir
sesle- bir miktar Kur'ân okumasına kıraat denir. Namazda okunması zorunlu olan
en az kıraat miktarı, üç kısa âyet veya buna denk bir uzun ayettir.
Kur'ân okumak bizzat Allah Teâlâ ile konuşmak
demektir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim Cenab-ı Hakk’ın kelam-ı mübînidir. Kur’an ağır
ağır manaları tefekkür edilerek okunmalıdır. Zira namazda yapılan tefekkür, namazın
dışındakinden daha faziletlidir. Çünkü namaz, müminin mi'racı ve gözünün nuru
olduğu için namazla huzura duran kul, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarından
muradın ne olduğunu daha iyi anlar ve idrak eder.
Buna göre kıraat, kulun Allah Teâlâ ile yaptığı özel
bir konuşma şeklini ifade eder. Bu konuşmayı her namazda okunan Fâtiha
sûresinde açıkça görmek mümkündür.
Kıraati Gizli ve Açıktan
Okumanın Hikmeti
Namazda kıraati gizli ve açıktan okumanın hikmeti şu
hadiseye dayanır:
Kıraat, namazın farzlarından biri olduğu için
Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi Vesellem İslâm'ın ilk dönemlerinde
kıldığı bütün namazlarda kıraati gizli değil, açıktan okuyordu. Tâ ki müşrikler
Kur'an hakkında yanlış ve kötü sözler söyleyene kadar... Müşriklerin Kur'an'a
olan bu saygısızlığını duyan Rasûl-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem öğle ve
ikindi namazlarında kıraati gizliden okumaya başladı. Çünkü müşrikler, bu
vakitlerde Müslümanlara olan eza ve cefalarını attırıyorlardı. Cuma ve bayram
namazları ise hicretten sonra meşru kılındığı için kıraat açıktan okunmuştur.
Medine'ye hicretten sonra müşriklerin Müslümanlara eziyet etme gibi bir
durumları olmadığı halde öğle ve ikindi namazlarında kıraatin gizliden okunmaya
devam edilmesi Peygamber Efendimiz'in Mekke'de yaptığı uygulamanın devamı
niteliğinde olmasındandır. Tıpkı Rasûl-i Ekrem'in hatırasını yaşamak ve
yaşatmak için tavaf esnasında remel 41 yapmak gibi.
Kıraati gizli ve açıktan
okumanın bir diğer hikmeti ise şudur:
Namazda Kur'an okumak, Allah Teâlâ ile yapılan özel
bir konuşma olduğu için araya başka ses ve konuşmaların girmemesi
gerekmektedir. Hâlbuki gündüz vakti, ses ve gürültünün hâkim olduğu bir zaman
dilimidir. Bu sebeple gündüz kılınan namazlarda imama ve tek başına namaz kılan
kimseye kıraati gizli okumak vâcip kılındı ki, Kur'ân'ın o tatlı lafzı ve
manası insanların konuşma ve gürültülerine karışmasın... Çünkü ancak bu sayede
istenilen kalbî tefekkür elde edilebilir.
Gece vaktine gelecek olursak o, gündüzün tersine, sessizlik
ve sükûnetin hâkim olduğu bir zaman dilimidir. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın
kelâmının diğer ses ve gürültülere karışma ihtimali çok düşüktür. Bu sebeple
tek başına namaz kılan kişi, sabah, akşam ve yatsı namazlarında açıktan
okumakla gizli okumak arasında serbest bırakılmışken, cemaatin okunan âyetleri
tefekkür edebilmeleri için imamın açıktan okuması vâcip kılınmıştır. Çünkü
ancak bu sayede, okunan Kur'ân'ın lafız ve manasındaki tatlılık kalbe tesir
etmektedir. 42
Rükûnun Hikmeti
Rükû sözlükte eğilmek demektir. Namazın farzlarından
olan rükû, kıraatten sonra dizleri elerle kavrayarak öne doğru eğilmekten
ibarettir. Rükûda baş ve sırt dümdüz olacak şekilde eğilmek, rükûnun sünnete
uygun olan şeklidir.
Rükûnun hikmeti, kulun Allah Teâlâ’nın büyüklüğü
karşısında ne kadar âciz ve zelil olduğunu itiraf ederek, huzurunda tevazu ile
boyun eğişinin fiilî bir göstergesi olmasıdır. Bu şuurla yapılan rükûnun
karşılığı cennet nimetleri ve en önemlisi cennette Cenâb-ı Hakk'ın cemâlini
müşahede etmektir.
Allah Teâlâ’nın huzurunda eğilip kulluğun sadece
O'na ait olduğunu bilen bir kul rükû da "sübhâne rabbiye'l-azim"(Azim
olan Rabbim'i yaratılmışlara ait bütün eksikliklerden ve kusurlardan tenzih
ederim) diyerek kendisinin ne kadar âciz, yüce Mevlâ'nın ise ne kadar büyük
olduğunu itiraf etmek suretiyle kalben Cenâb-ı Hak'tan hata ve kusurlarının
affını diler. Tıpkı kıyamet günü Allah Teâlâ’nın huzurunda hesaba çekilirken
sorulan sorular karşısında utancından ayakta duramayıp rükûa giderek Allah
Teâlâ’dan bağışlanma dilemesi gibi...
Secdenin Hikmeti
Secde sözlükte, teslimiyet, tevazu içinde yere
kapanmak ve yüzü yere sürmek demektir. Namazın farzlarından olan secde, rükûdan
sonra ayak parmaklarıyla birlikte alın ve bumu yere koymaktan ibarettir.
Bununla beraber secdenin yedi âza üzerine yapılması sünnettir. Nitekim
Efendimiz Sallallâhü Aleyhi Vesellem, hadis-i şerifte,
"Ben yedi kemik üzerine secde etmekle
emrolundum. Bunlarda, (burunla birlikte) alın, iki el, iki diz ve iki
ayaktır" 43 buyurmuştur.
Secdenin bilinen en önemli hikmeti, kulun Allah
Teâlâ’nın kendisine verdiği nimetleri düşünüp "Allahüekber" (Yüceler
yücesi Allah benim tasavvur ettiğim her şeyden kat kat büyüktür) diyerek
vücudun en kıymetli organı olan başı ile secdeye kapanmasıdır. Çünkü kul böyle
yapmakla hem nimeti verene şükretmiş hem de kötülüğü emreden nefsi ayaklar
altına alarak Allah Teâlâ’ya yaklaşmış olur. Zira kulun Allah Teâlâ’ya en yakın
olduğu an secde anıdır. Buna en güzel delil Alak sûresinin 18 ve 19.
âyetlerinde Cenâb-ı Hakk'ın kendisine secde edilerek yaklaşılmasını
emretmesidir.
Ukbe b. Müslim Rahmetullahi Aleyh bir sözünde, "Allah
Teâlâ'nın bir kulda en çok beğendiği haslet, kulun Allah Teâlâ’ya kavuşma
arzusudur. Kulun da Allah Teâlâ’ya en yakın olduğu an, onun yaratıcısına
secdeye kapandığı andır" 44 demiştir.
Secdenin bir diğer önemli hikmeti ise insana
topraktan yaratıldığını ve yine toprağa döneceğini hatırlatarak kalbin
hastalıklarından olan kibrin belini kırmasıdır.
Atâ b. Meysera Kuddise Sirrûh hazretleri şöyle
buyurmuştur: “Bir kul, yeryüzünün herhangi bir noktasında Allah Teâlâ’ya secde
ettiğinde, kıyamet günü o yer, adamın lehine şahitlik edecek ve öldüğünde
üzerine ağlayacaktır.”
İki Defa Secde Etmenin Hikmeti
Yüce Allah bu şuurla kendisine secde eden kuluna
manevi ikramlarda bulunur. Bunu bilen ve hisseden kul, birinci secdede aldığı
ilâhi tecellilerin daha fazlasını almak için ikinci secdeye gider. Çünkü kul
nefsini ayaklar altına alarak onu ne kadar çok zelil ederse, o derece ilâhî
rahmete nail olur. Bu sebepte kul, nefsini hor ve hakir görerek secdeye
kapandıkça Allah Teâlâ o kula olan ikram ve ihsanı o derece artar, işte bu, namazda
iki defa secde etmenin hikmetidir. 46
Kâde-i Ahîrede Teşehhüd Miktarı
Oturmanın Hikmeti
Kâde-i ahîrede teşehhüd miktarı oturmak, namazın son
oturuşunda "Tahiyyat" duasını okuyacak kadar oturup beklemek
demektir. Peygamber Efendimiz'in Sallallâhü Aleyhi Vesellem, Abdullah b.
Mesud'a (r.a) “Tahiyyat" duasını öğretirken buyurduğu,
"Bunu söylediğin veya yaptığın zaman namazın
kabul olmuştur" 47 hadisi son oturuşta teşehhüd miktarı oturmanın farz
oluşuna delildir.
Kâde-i ahîrede teşehhüd miktarı oturmanın hikmeti, kulun
Allah Teâlâ’nın huzurunda olduğunu bilerek bedenî ve malî bütün ibadetlerin, Allah
Teâlâ’ya ait olduğunu dile getirdikten sonra "esselâmü aleyke eyyü-hennebiyyü"
(selâm senin üzerine olsun ey nebî) ve Tahiyyatın sonunda "Eşhedü ellâ
ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh" diyerek Rasûl-i
Ekrem'e Sallallâhü Aleyhi Vesellem karşı olan biatini günde beş vakit
tekrarlamasıdır.
Namaz müminin mi'racı olduğu için, Mi'rac gecesi Rasûlullah
Efendimiz'i Sallallâhü Aleyhi Vesellem şereflendiren kelimelerin namazın
sonunda okunması emredilmiştir. O halde namaz kılan kişi, namazını mi'raca
çevirmeli ve Allah Teâlâ'ya son derece yakın olmayı namazda murat etmelidir.
Namaz Tesbihatının Hikmeti
Namaz tesbihatı Peygamber Efendimizin Sallallâhü
Aleyhi Vesellem devamlı surette yaptığı, bizlere de faziletini bildirerek
yapılmasını tavsiye ettiği zikirlerden ibarettir. Allah Rasûlü'nün devamlı
yaptığı zikirler olması hasebiyle namaz tesbihatının önemi büyüktür.
Tesbihat yapmanın en önemli hikmeti namaz içindeki
eksiklikleri bir nevi telafi etmek ve namazın manasını pekiştirmektir. Nitekim
İmam-ı Rabbânî Kuddise Sirrûh namazdan sonra tesbihat yapmanın hikmeti hakkında,
"Rasûlullah Efendimiz'den Sallallâhü Aleyhi
Vesellem rivayet edildiği üzere farz namazın edasından sonra toplam yüz defa
teşbih (sübhânellah), hamd (elhamdülillâh), tekbir [allahüekber) ve (bir defa)
tehlîl (lâ ilâhe illallah) okunmasının sırrı, bu fakire göre, namaz içindeki
eksiklikleri tekbir ve tespihle telafi etmek, bu ibadeti layıkıyla ve tam
olarak yerine getiremediğini itiraf etmektir" 48 demiştir.
Sonuç olarak cemaatle namaza da ehemmiyet verilmeli
çünkü İmam Rabbani Kuddise Sirrûh hazretleri farzların bin senelik sünnetten, sünnetlerin
de bin senelik nafileden daha önemli ve faydalı olduğunu belirtmektedir. Bir
farzın kaçmasına, mesela bir vakit namazın kaçmasına sebep olan şey, nafile hac
bile olsa hiçbir işe yaramaz. Cahil sofilerin cemaatle namazı terk edip kırk
gün çile, riyazet vs. ile uğraştıklarını belirten İmam Rabbanî Kuddise Sirrûh
hazretleri, bir farz namazı cemaatle kılmanın binlerce günlük çile ve
riyazetten daha hayırlı olduğunu belirtir. Farz namazın içindeki sünnetlerin de
asla kavuşturmaları itibariyle farzlardan sayılacağını ilave eder.
Kısacası tamamı kulluk olan hayatımızın temeli
namazdır. Namaz olmazsa diğer amellerimizin de boşa çıkmasından korkarız. Çünkü
önce namazdan sorulacak. Öyleyse günde beş kez bizi salaha, felaha çağıran
davete icabet edelim. Ki ebedi saadete götüren yolumuz kapanmasın, hep açık
kalsın.
Allah Teâlâ, sadatın himmet ve bereketiyle, bizleri
ve neslimizi hakiki manada namazı ikame edenlerden, namaz ibadetini en büyük
nimet bilenlerden ve namazdaki miraç şuurunu elde edenlerden eylesin inşaellah.
Âmin.
1 Bakara 2/45
2 Ahmed b. Hanbel, Mûsned, 2/302.
3 Atâullah İskenderî, Hikem-i Ataiyye, İstanbul, Semerkand
Yayınları, 2009, s.181.
4 Şürünbülâlî, Nûrü'l-îzâh, s. 43.
5 Hasla olan bir kimse, namazda rükû ve secdeyi
yapmaya gücü yetmezse, namazını oturduğu halde ve ima ile kılar. Yani, başı ile
işaret ederek kılar ve başını secde için rükûdan biraz daha aşağı eğer. (Başı
İle ima yapmaktan) âciz olan hastanın, gözü ile kalbi ile kaşı ile ima etmesi câiz
olmaz. Ebû Yûsuf'tan gelen bir rivayette ise, hasta olan kimsenin gözü ile veya
kaşı ile imâ etmesi câizdir. İmam Züfer ise, o kimsenin kalbi ile İma etmesini
de câiz görmüştür. İmam Şâfi’nin görüşü de bu yöndedir, (bk. İbrahim Halebi, Haleti
Sagir, s. 168).
6 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/194
7 Buhâri, Teheccüd, 6; Müslim. Mönâfikîrı, 78, 79;
Tlrmizî, Salâl, 187.
8 Siraceddin Önlüer, Ben Pişmanım, s.129.
9 Muvallâ, Kasru's-Salât Aynı manadaki hadisler için
bk. Taberânî, Mu’emu’l –Evsât, nr.1880; Heysemi, Mecmâu'z-Zevâid, 1/292;
Münzirî, Terğib, vet-Terhîb, nr.539; Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/17.
10 Ebû Davud, Salât 9; İbn Mâce. Salât, 233.
11 Zebidi, İthalû's-Sâde, 3/17.
12 Evliyanın Dilinden Namazın Hikmetleri, Abdullah
Demiray, Semerkand Yay.
13 Nesâî, Nisâ 7/62 (nr.3950).
14 Ebû Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, Mûsned, 5/364;
Taberânî, Mucemü'l-Kebir, nr. 6214.
15 Hûcvirî, Keşlü'l-Mahcûb, s. 544.
16 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 5/154.
17 Buhari, 528; Müslim, 668; Tirmizi, 2868; Nesai, 462;
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 9221; imam Malik, el-Muvatta’, Sefer 91, (1, 174);
ed-Darimi
18 Gazâlî, İhyâ 1/381.
19 Gazâlî, İhyâ , /341.
20 Şa’rânî et-Tabakâtü’l-Kübrâ, s.44
21 Taharetten maksat namazın şartlarından olan
hadesten taharet ile necasetten taharettir.
22 Tirmizî, Edeb.41.
23 bk. Tâhâ 20/121
24 A'râf 7/31
25 İsmail Hakkı Bursevi, Rûhul-Beyân, 3/107; Ibn
Hacer el-Askalâni, Fethu'l-Bâri, 2/12.
26 Konuyla ilgili hadisler için bk. Ibn Mâce.
Tahârel, 132 Ebû Da-vud, Ubas, 31.
27 Gazâli, İhyâ, 1/382.
28 Burada develerin zekâtı kastedilmektedir. Çünkü
145 deveden itibaren 224'e kadar beşer deve zekât verilir.
29 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyân. 2/336.
30 Buhâri Mevâkîtü's-Salât, 5; Müslim, İmân, 85;
Tirmizi, Salât, 13; Nesât, Mevâkltü's-Salât 1
31 Şa'râni. Fethu'l-Mübin s. 35
32 Müslim, Birr ve Sıla, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
2/484-539.
33 Sûhreverdi, Avârifü’l-Maârif, s.181.
34 Mü'minûn 23/1-2
35 Taberânî. Mu'cemû'l-Kebir, 17/915; Taberânî, Mu'cemû'l-Evsat,
nr. 7943; Zebîdî, ihtâfü’s-Side, 3/222.
36 Serrâc, el-Lüma’, s.145.
37 Şüyûti, Câmiu's-Sagîr, 1/145.
38 İmâm- Rabbani, Mektubat-ıRabbani, İstanbul:
Semerkand Yayınları, 2009, 2/381.
39 Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 524.
40 Gazâli, Bidayetü’l-Hidaye, s.79.
41 Remel, tavafın İlk üç çavlında, erkeklerin kısa
adımlarla koşarak ve omuzları silkerek çalımlı ve hızlı yürümesine verilen
isimdir.
42 Cürcâvî, Hikmetü’t-Teşrî ve Felsefetühû, s.82, 83.
43 Buhârî, Ezân, 134; Müslim, Salât. 226
44 Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulüb, s.261.
45 Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer
Taşyürek, Hâcegân Yay.
46 Şa’rânî, Fethu’l-Mubin, s.38.
47 Ebu Davud. Salâl, 102; Nesâî Tatbik, 15.
48 İmâm-ı Rabbani. Meklûbât-ı Rabbani, İstanbul:
Semerkand Vayınlan, 2009, 2X376.
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder