Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizin Namazı
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizin Namazı
"Nebiler
Sultanı'nın güzel vasıflarını, hiç durmadan devamlı olarak şerh etsem, yüzlerce
kıyamet geçer de yine bitmez." Mevlâna Kuddise Sirrûh
Sevgili
Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem hiç günahı olmadığı halde, gündüzleri;
devlet, millet ve din işlerini yürütüyor, geceleri mübarek ayakları şişinceye
kadar namaz kılmakla meşgul oluyordu. Böylece rabbinin ihsan ve ikram ettiği
nimetlerin şükrünü edaya ve onun rızasını tahsile çalışıyordu. Hâsılı, korku,
hastalık, sefer, sıkıntı ve zorluklar... hiç bir şey onun namaz kılmasına mani
olmuyordu.
Mirac'da
beş vakit namazın farz kılınmasından itibaren iki cihan Güneşi Efendimiz
ömürlerinin sonuna kadar namazı hiç terk etmemişlerdir. Vefatlarına yakın hasta
olduklarında, Hz Ali ve Hz Abbas Radıyallahü Anhümâ'nın koltuğuna girerek
cemaate devam etmiş, ashabına ve ümmetine namazın ehemmiyetini, devam lüzumunu
ve şiddetli hastalık halinde bile hiçbir suretle asla terki câiz olmayacağını
fiilen talim ve irşat buyurmuşlardır.
Hz.
Aişe Radıyallahü Anha anlatıyor: Rasulullah bizimle konuşur, biz de onunla
konuşurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hale gelir,
bütün varlığıyla Allah'a yönelirdi. (Fezail-i A'mal s. 303)
Sahabe-i
Kiram, Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem'e:
“- Fetih suresinde Allah Teâlâ, sizi tamamen bağışladığı
bildirmiştir. Öyleyse neden böylesine uzun ve ebedi bir ibadet yapıyorsunuz?
Dediklerinde:
Fahr-ı
Kainat Sallallahü Aleyhi Vesellem:
“-
Allah'a şükreden bir kul neden ben olmayayım?" diye cevap vermiştir.
Bir
Hadis-i Şerifte bildirildiğine göre; Rasul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem
namaz kılarken, mübarek göğsünden sürekli el değirmenin sesi gibi hıçkırıklı
ağlama sesi gelirdi.
Hazret-i
Aişe Radıyallahü Anha'dan rivayete göre Rasul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi
Vesellem'in namazda göğsünden tencere tokurtusuna benzeyen tarzda sesler
gelirdi. (İbn-i Mace, Mukaddime, 3.)
Hazret-i
Aişe Radıyallahü Anha ' Validemizin anlattığına göre, Hazret-i Peygamber
Sallallahü Aleyhi VesellemEfendimiz, geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar
uzun müddet teheccüde devam ederlerdi. Durumdan müteessir olan muhterem
zevcesi:
“- Ey
Allah'ın rasûlü, geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde niçin böyle
yapıyorsun?" diye sorunca;
“- Ey
Âişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiştir.
(Buhari, Teheccüd, 6)
Hazret-i
Ata Radiyallahü Anh şöyle anlatmıştır. Hazret-i Aişe Radıyallahü Anha 'ya:
“-
Allah Resulünden şahit olduğun en şaşırtıcı hadiseyi bize haber ver."
dedim. Hazret-i Aişe ağladı ve dedi ki:
“-
Onun hangi hali şaşırtıcı değildi ki. Bir gece geldi. Benimle beraber yatağa
girdi. Tenim tenine değdi ve sonra dedi ki:
“- Ey
Ebû Bekir'in kızı, bırak beni! Rabbime ibadet edeyim."
Ben dedim ki:
“-
Senin yanında olmayı seviyorum, fakat senin arzuna uymayı tercih ederim."
Kendisine
izin verdim, kalktı, su ibriğine gitti, abdest aldı. Suyu çok dökerek israf
etmedi. Sonra namaza durdu, ağlamaya başladı.
Öyle
ki, gözyaşları, mübarek göğsüne doğru aktı. Sonra rükûa gitti, gene ağladı.
Sonra secdeye gitti, gene ağladı. Sonra başını secdeden kaldırdı, gene ağladı.
Bu ağlaması sabaha kadar devam etti. Sabah namazı vakti Bilal geldi. Ezan
okudu. Ben o zaman dedim ki:
“- Ey
Allah'ın rasûlü! Seni ağlatan sebep nedir? Allah senin geçmiş ve gelecek bütün
günahlarını affetti.
Buyurdular
ki:
“-
Şükreden bir kul olmayayım mı? Bu şükrü ben neden yapmayayım?" (Sâdık
Dânâ, Altınoluk sohbetleri, C.1, s. 193)
Fahr-ı
Kainat Sallallahü Aleyhi VesellemEfendimizin, ahir ömürlerinde ruhi
saadetlerini teslim ederken yaptığı son nasihati, namaza dikkat etmek hususunda
olup; bu, ondan rivayet edilen son Hadis-i Şeriftir.
Hazret-i
Enes Radiyallahü Anh anlatıyor:
“-
Rasûlullah Aleyhissalâtü Vesselama ölüm geldiği vakit, can çelişirken yaptığı
vasiyetin hepsi”:
“-
Namaz(ı ihmal etmeyin) ve sağ ellerinizin sahip oldukları (nın yani
kölelerinizin hukukuna riayet edin!) demek olmuştur." (Prof. Dr. İbrahim
Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c. 17, s. 338)
Bir
kimseye en çok sevdiği insanlardan birinin geldiği müjdelendiğinde nasıl
sevinir ve kendinden geçerse; Allâh Rasûlü de namaza duracağı zaman, bu
sevinçten yüzlerce kat fazlasıyla sevinç ve coşkunluk duymaktaydı. Rabbine
karşı huşû ve tevâzûun zirvesine çıkar ve O'na yalvarıp yakarmaktan ayrı bir
kulluk zevki alırdı. Bir defâsında Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem namazı
şöyle târif buyurdular:
"Namaz
ikişer ikişer kılınır. Her iki rek'atta bir teşehhüd vardır. Namaz huşû duymak
ve temeskün (tezellül) izhâr etmektir... Ellerini, içleri yüzüne dönük olarak
Yüce Rabbine kaldırırsın ve Yâ Rabb! Yâ Rabb! Yâ Rab! Diye yalvarırsın. Kim
bunu yapmazsa namazı eksiktir." (Tirmizî, Salât, 166)
Yani
namaz kulun Yaratanı karşısında aczini ve za'fını idrak ederek muhtaçlığını arz
etmesi ve gönülden gelen feryatlarla iç âleminde kıyâmetler koparması, tazarrû
ve niyazda bulunmasıdır.
Müslümanlar
kendilerine farz olan beş vakit namazı kılarlardı, halbuki Rasûl-i Ekrem fazla
olarak kuşluk, işrak, teheccüd gibi nâfile namazlar da kılardı. Bütün
müslümanlar her gün üzerlerine farz olan on yedi rek'at farz namazı
kılarlarken, Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem geceli gündüzlü günde farz
ve nâfile olarak 50-60 rek'at namaz kılardı. Bu namazlarda Allâh'a muhabbet manası
Rasûlullâh'ın kalbindeki her şeyden ve her manadan daha üstündü. Rükûu
uzatırdı, o derece ki uzaktan bakan onu secdeye kapanmayı unuttu zannederdi.
Huzeyfe
Radiyallahü Anh şöyle anlatıyor: Bir gece Nebî Sallallahü Aleyhi Vesellem ile
beraber namaza durdum. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden:
“-
Yüzüncü ayete varınca rukûya varır, dedim. Yüzüncü ayete geldikten sonra da
okumasını sürdürdü. Ben:
“-
Herhalde bu sûre ile iki rekât kılacak, diye zihnimden geçirdim. Okumasına
devam etti. Sûreyi bitirince rükûa varır, diye düşündüm. Sonra Nisâ sûresini
okumaya başladı. Bitirince Âl-i İmrân sûresini okumaya başladı. Ağır ağır
okuyordu. Tesbih âyetleri geldiğinde 'sübhânallâh' diyor, dua âyeti geldiğinde
duâ ediyor, istiâze ayeti geldiğinde de Allâh'a sığınıyordu. Sonra rükûa vardı.
'Sübhâne Rabbiye'l-Azîm' demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra
'Semiallâhu limen hamideh. Rabbenâ leke'l-hamd' diyerek (doğruldu). Rükûda
durduğuna yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede 'Sübhâne
Rabbiye'l-A'lâ' diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta idi. (Müslim,
Salâtü'l-Müsâfirîn, 203)
Vahyin
başlangıcından itibaren namazını Beytullah'ın avlusunda kendisine düşman olan,
insafsızca eza ve cefâ eden müşriklerin gözünün önünde kılardı. Namazda iken
müşriklerden bazıları üzerine hücum etmişti de onlardan korkup da namazını bile
bırakmamıştı. Savaş esnasında iki tarafın kuvvetleri karşılaşıp da kılıç
seslerinin şakırdadığı, mızrakların vızıldadığı, kalplerin hızla çarptığı bir
zamanda dahî namaz vakti geldiğinde, namazı kılmak için müslümanlar saf saf
olurlar, önde Peygamberleri imam olurdu.
Ebû
Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor:
Rasûlullâh
Sallallahü Aleyhi Vesellem bir sefer esnâsında Dacnân ile Usfan arasında
konaklamıştı. Müşrikler:
“-
Onların bir namazları vardır ki onlar için babalarından ve evlatlarından çok
daha kıymetlidir. Bu namaz ikindi namazıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine
toptan bir kerede çullanın!'' dediler.
Cebrail
Aleyhisselam, Resulullah -Aleyhi's Salâtü Ve'sselâm'a gelerek: Ashabını iki
kısma ayırmasını, onlardan bir grupla namaz kılarken diğer grubun geri tarafta
ayakta beklemesini, tedbirli olmalarını ve silahlarını beraberlerinde
almalarını, birinci gruba bir rekât kıldırmasını, bu kısmın birinci rekâtten
sonra geri çekilmesini, arkadaki grubun öne ilerlemesini, bu yeni gruba da bir
rekâtkıldırmasını, böylece her bir grubun Resulullah'la birlikte birer
rek'atlerinin olmasını, Resulullah'ın da böylece iki rek'at kılmış olmasını
emretti. (Tirmizî, Tefsîr, 4 (3035)
Rasûlullâh
Sallallahü Aleyhi Vesellem'in âllâh'ın huzûruna durma iştiyâkı o kadar yüksekti
ki savaşlarda sâdece farz namazları kılmakla yetinmez, geceleri sabahlara kadar
doya doya ibâdet iklimini yudumlardı. Nitekim Ali Radiyallahü Anh Bedir
Gazvesi'ni anlatırken şöyle demektedir:
“-
Bedir günü aramızda Mikdâd'dan başka süvâri yoktu. İyi biliyorum, o zaman Allâh
Rasûlü hâric hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem ise
sabaha kadar bir ağaç altında namaz kılıp ağlamıştı.
İşte
onun Alâh'a bağlılığı böyleydi. Namazlarını dâima vaktinde kılmıştır. Hatta
vefat ettikleri hastalıklarının en şiddetli ânlarında dahî, bile bile namazı
geçirmemişti. Bu hastalığı o kadar çok şiddetlenmişti ki kuvvet ve tâkatten
kesilmişti. Öğle ve ikindide iki kişinin yardımıyla odasından çıkarak mescide
kadar vardı ve namazı cemaatle kıldı. Ölüm acıları içinde kıvranmasına rağmen
ümmetinin en çok istifâde edeceği husûsları hatırlatmaktan geri durmamış ve son
sözleri: "Namaz! Namaz! Mâlik olduğunuz (köleler) hakkında Allâh'tan
korkun!" olmuştu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 133)
Sevgili
Peygamberimiz'in son nefesinde dahî hatırlatmayı lüzûmlu bulduğu mevzûlar
herhalde insanın kulluk vazîfesi için en ehemmiyetli noktalar olmalıdır.
Birincisi kulu Hâlıkına ve mahbûbuna ençok yaklaştıran, İslam'ın direği namaz,
ikincisi de insanı cehennem çukurlarına yuvarlanmaktan koruyacak olan,
zayıflara, Rabbimiz'in emânet olarak emrimize vediği işçilere ve kadınlara
güzel muâmele.
Bir gün
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ashâbı ile birlikte mescidde namaz
vaktini beklerken adamın biri kalktı ve:
“- Yâ
Rasûlallâh! Ben bir günah işledim, dedi. Rasûl-i Ekrem adama cevap vermedi.
Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem namazını bitirdikten sonra aynı adam yine
kalktı ve önceki sözünü tekrarladı.
Peygamberimiz
sordu:
“- Sen
şu namazı bizimle kılmadın mı? Ve onun için güzelce abdest almadın mı?"
Adam:
“-
Evet yâ Rasulullah! dedi. Rasûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem bu defa:
“-
İşte o namaz işlediğin günaha keffâret olur", buyurdu . (Heysemî, Mecmau'z-zevâid,
I, 301)
Rasûl-i
Ekrem Efendimiz'in kötülüklerden ve çirkinliklerden koruyacağını ve daha önce
işlenmiş günahlara keffâret olacağını bildirdiği namazı O'nun kıldığı şekilde
ve o şuur içerisinde kılmak gerekmektedir. Aksi takdirde en mühim faydaları
ihtivâ eden namaz hayâtımızda hiçbir değişikliğe sebep olamaz ve biz içinde
bulunduğumuz günah bataklıkları ve çirkinlikler içerisinde ebedî hüsrâna doğru
yüzüp gideriz.
İnsanların
en hayırlısının ömrü uzun ve ameli güzel olan kimse olduğunu bildiren Allâh
Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem, kısacık dünyâ hayâtında kalbini bütünüyle
Allâh'a vererek olabildiğince çok namaz kılmaya çalışmıştır. Namaz için her
fırsatı değerlendirirdi. Herhangi bir şey kendisini üzecek olursa hemen namaza
koşardı. (Ebû Dâvûd, Salât, 312) Cennette kendisi ile birlikte olma aşkı ile
yanıp kavrulan sahâbîsine, bu arzûsunun gerçekleşmesi için duâ etmeyi kabul
ettikten sonra, onun da çok secde ederek kendisine yardımcı olmasını istemişti.
Ebu Hureyre Radiyallahü Anh anlatıyor: Rasûlullâh'ın sağlığında Kudâa
kabilesinin Beliyy boyuna mensup iki zât birlikte İslam'a girmişlerdi. Bilâhare
birisi şehid düşmüş, diğeri de bir sene daha yaşayıp öyle ölmüştü. Talha bin
Ubeydullah:
“-
Rüyamda, bir sene sonra vefât edenin şehid düşenden daha önce cennete girdiğini
gördüm ve hayret ettim, diye anlattı. Sabah olunca Talhâ'nın bu rüyâsı ben veya
bir başkası tarafında
Rasûlullâh'a
anlatıldı. Rasul-i Ekrem Efendimiz:
“- O, şehit olandan sonra
ramazan orucunu tutmadı mı, bir senede altı bin şu kadar rekât namaz kılmadı
mı? (O halde ikisi arasında bu kadar fark olacak!)" buyurdu. (Ahmed bin
Hanbel, Müsned, II, 333)
Hayâtını
İslam'ı en güzel bir şekilde tebliğ etmeye ve ashâbını ilâhî bir terbiye ile
yetiştirmeye adamış olan Habîb-i Ekrem -aleyhi's-salâtü ve's-selâm”- Efendimiz,
insanlar için huzûr kaynağı olan bu namazın bütün insanlar tarafından en güzel
bir şekilde kılınmasını isterdi. Mute gazâsına gitmek üzere hazırlanan Abdullah
bin Revâha, Peygamberimiz'in yanına geldi. Gül yüzüne hasret kalacağı Efendisi
ile vedâlaştıktan sonra:
“- Yâ
Rasûlallâh! Bana ezberleyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmayacağım bir şey tavsiye
buyur, dedi.
Peygamber
Efendimiz:
“- Sen
yarın Allâh'a pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın. Orada secdeleri,
namazları çoğalt." buyurdu. Abdullah bin Revâha:
“- Yâ
Rasûlallâh! Bana nasihatini artır! dedi. Sevgili Peygamberimiz bu defâ:
“-
Allâh'ı dâimâ zikr et! Çünkü Allâh'ı zikir, umduğuna ermende sana yardımcı
olur!" buyurdu. (Vâkidî”- Megâzî, II, 758)
Allâhu
zü'l-celâl Hazretleri Rasûlüne şöyle emretmişti:
"Ehline
namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık
istemiyoruz. Biz seni rızıklandırırız ve akıbet takvânındır." (Tâ-hâ/20,
132)
Bu
nedenle Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem de ashâbına ve bütün insanlara
namaz üzerinde hassasiyetle durmalarını ve bu husûsta sabırlı olmalarını
emrederdi. Kendisini Peygamber Efendimiz'in halîfesi olarak telakkî eden
Osmanlı sultânı VI. Mehmed Reşâd'ın, saraydaki hanedan çocuklarını yetiştirmek
üzere "muallime-i selâtin" (sultan hocası) tayin ettiği Safiye
Hanım'a ilk iradesi şu olmuştur:
"Namaz
kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu
iradem hoca hanım tarafından talebe şehzade ve hanım sultanlara
söylensin". (Ünüvar, Safiye; Saray Hatıralarım, İstanbul, 1964, s. 21)
Rasûlullâh Sallallahü
Aleyhi Vesellem'in namaz ibâdeti üzerinde hassâsiyetle durduğunu gören ve bütün
varlıklarını onun izinde yürüyebilmek için fedâ eden ashâb-ı kirâm hazerâtı da
namaza durduklarında kendilerini kaybederler ve Allâh'ı en yakınlarında
bulurlardı. Huzûr-ı İlâhîde okumaya başladığı bir sûreyi yarıda bırakmak
istemeyen ve bir an da olsa alacağı feyz uğruna bütün ömrünü fedâ eden ashâba
âit olan şu hâtıralar ne kadar dehşet vericidir:
Zâtü'r-Rikâ
gazvesinde Peygamber Efendimiz Ammâr bin Yâsir ile Abbâd bin Bişr'i kendi
istekleri üzerine bir konak mahallinde gece için muhâfız olarak tensib etmişti.
Ammâr gecenin ilk vaktinde istirahat etmeyi tercih ettiği için uyudu. Abbâd bin
Bişr de kalktı ve namaz kılmaya başladı. O sırada bir müşrik geldi. Bir karaltı
görünce gözcü olduğunu anladı ve hemen bir ok attı. Abbâd'ın vücûduna isâbet
etti. Abbâd oku çıkardı. Adam ikinci ve üçüncü kez ok atıp isâbet ettirdi. Her
defâsında da Abbâd ayakta sâbit durarak okları çekip çıkarıyordu. Rükû ve
secdesini yaptıktan sonra arkadaşını uyandırarak:
“- Kalk! ben yaralandım,
dedi. Ammâr sıçrayıp kalktı. Müşrik ikisini görünce arkadaşını uyardığını
anladı ve kaçtı. Ammâr, Abbâd'ın kanlar içinde olduğunu görünce:
“-
Sübhânallâh! İlk oku attığında beni uyandırsaydın ya! dedi. Abbâd ise namaza
olan aşk ve şevkini gösteren şu muhteşem cevâbı verdi:
“- Bir
sûre okuyordum, onu bitirmeden namazı bozmak istemedim. Ama okları peşpeşe
atınca namazı tamamlayıp seni uyandırdım. Allâh'a yemin ederim ki Peygamber
Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'in korunmasını emrettiği bu gediği
kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakarak namazı kesmektense ölmeyi
tercîh ederdim. (Bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 343-344)
Yaratanının
emir ve isteklerini henüz duymamış olan diğer insanlara da en son ilâhî dinin
ulaşabilmesi için kendisine tevdî edilen vazîfeyi ihmâl korkusu olmasa bu
sahâbîyi Rabbinin huzûrundan ayırabilecek hiçbir kuvvet bulunmamaktadır. Ne var
ki, umûmun istifâdesini düşünüyor olması kendi zevk ve lezzetini yarıda
kesmesini gerektirmiştir. Çünkü İslam müntesiplerinden, ferdîlikten ziyâde
içtimâî olmalarını istemektedir.
Misver
bin Mahreme Radiyallahü Anh, ashâbın namaza atfettikleri ehemmiyeti gösteren
diğer bir ibretli hâdiseyi şöyle anlatıyor: Ömer bin Hattab radıyallâhu anh
hançerlendiğinde, zaman zaman baygınlık geçiriyordu. Bir keresinde yanına
girdiğimde üstüne bir örtü örtmüşler, kendinden geçmiş vaziyette yatıyordu.
Yanındakilere:
“-
Kendisini nasıl buluyorsunuz? diye sordum.
“-
Gördüğün gibi (baygın) dediler.
“-
Namaza çağırdınız mı? Eğer yaşıyorsa onu namazdan başka bir şey korkutup
uyandıramaz, dedim. Bu ikazım üzerine oradakiler:
“- Ey
Mü'minlerin Emîri Namaz! Namaz kılındı! dediler. Hemen uyandı ve:
“- Öyle mi? Vallahi namazı
terkedenin İslam'dan payı yoktur, dedi. Kalktı, yarasından kan fışkıra fışkıra
namaz kıldı. (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 295; İbn-i Sa'd, III, 35)
Allâh'ın
emri herşeyden azizdi. Mal ve can onun yanında bir hiç mesâbesindeydi. Toplumun
bütün fertleri bu şuuru yakalamış ve namazın ibâdet hayâtının mihverini teşkil
ettiğini kavramıştı. Sıhhat için ruhsat verilmiş olmasına rağmen hakîkat
karşısındaki anlayış ve kabulleri sebebiyle azîmeti tercih etmek onlar için
daha doğru idi.
Müseyyib
bin Râfî anlatıyor:
Abdullah
bin Abbas Radiyallahü Anh'ın gözlerine perde inince bir kimse geldi ve:
“-
Eğer yedi gün hiç kalkmadan sırtüstü yatmaya dayanabilirsen ve bu arada
namazlarını îmâ ile kılmayı kabul edersen seni tedâvî edebilirim. İnşaallâh
şifâ bulursun, dedi.
İbn-i
Abbas, Hz. Âişe ile Ebû Hureyre'ye ve daha başka sahâbîlere haber gönderip
mes'eleyi sordurdu. Hepsi de:
“- Ya
bu süre zarfında ölürsen namaz hususunda yöneltilecek soru karşısında ne cevap
verirsin? Dediler.
Bu cevaplar üzerine İbn-i
Abbas Radiyallahü Anh gözünü tedâvî ettirmekten vazgeçti. (Hâkim, Müstedrek,
III, 629, 6319)
Bir
kudsî hadîste; "Namazı benimle kulum arasında ikiye böldüm: Kulum için de
istediği verilecektir." buyurulmuştur. Bu va'd gereğince usûlüne göre
kılınan namazda, gönlü başka taraflara kaydırmadan okunan Fatiha'da çok müjdeli
ilhamlar vardır. Gözde nûr, gönülde mânevî bir sürür hasıl olur. Namaz, insanın
dâimâ Allâh'ı düşündüğü, O'ndan bir an bile gâfil olmadığı ihsân haline
yükselmesinin yolunu gösterir. Bütün hareket, söz ve düşüncelerinde Yüce
Yaratanını düşünün bir insan kâmil bir mü'min olma vasfını kazanmış olur.
Peygamber Efendimiz'in
Medîne'yi teşriflerinde onu görmek için yanına gelen ve gül yüzünü görür görmez
"Vallâhi bu yüz yalancı olamaz" diyerek hakîkatı haykıran Yahudî
âlimi Abdullâh bin Selâm Radiyallahü Anh, mübârek ağızlarından ilk olarak
"Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize ikrâmda bulununuz! Akrabânızın
haklarını gözetiniz! Gece herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak selâmetle
Cennet'e giriniz." (Tirmizi, Kıyamet, 42) sözlerini işittiğini
söylemektedir. Herkesin uyuduğu bir vakitte veya çoğu kimsenin muvaffak
olamadığı bir şekilde Allâh'a yönelmek hiç şüphesiz cennetin yollarını
kolaylaştıran en mühim âmildir.
İbn-i
Ömer Radiyallahü Anh şöyle anlatmaktadır: Hz Peygamberin sağlığında rüya gören
bir kimse onu Peygamberimiz'e anlatırlardı, ben de bir rüya görmeyi ve onu Hz
Peygamber'e anlatmayı çok isterdim. O zaman bekâr bir delikanlı idim ve
mescidde uyurdum. Bir defasında rüyamda iki melek beni cehenneme götürdüler.
Baktım ki, o kuyu duvarı gibi örülmüş olup kuyununki gibi iki boynuzu vardı; o
da ne, orada kendilerini tanıdığım insanlar da vardı. Ben şöyle haykırdım:
"Cehennemden
Allah'a sığınırım! Cehennemden Allah'a sığınırım!" O sırada bir başka
melek diğer iki meleğe katıldı ve bana şöyla dedi:
"Korkutulmayacaksın!"
Abdullah
ibni Amr ibni Âs -radıyallâhu anhümâ-'ya da Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi
Vesellem şöyle tavsiyede bulunmuştu:
“-
Abdullah! Falan adam gibi olma! Çünkü o, gece ibâdetine devâm ederken artık
kalkmaz oldu." (Buhârî, Teheccüd, 19; Müslim, Sıyâm, 185)
Hayırlı bir ibâdete
başladıktan ve onun feyzini aldıktan sonra terk etmek Allâh ve Rasûlünün tasvîb
edeceği bir şey değildir elbette. O güzel hasleti daha da geliştirmek ve
artırmak gerekmektedir.
Gece
ibâdeti, insanın gündüz hayâtının bereketli ve feyizli geçmesinin temel
şartıdır. Gündüz yapacağı işlerin ve hizmetlerin semereli olabilmesi teheccüd
vaktinde kalbin doldurulmasına bağlıdır.
Cenâb-ı
Hak, Rasûl-i Ekrem Efendimiz'e emrederken şöyle buyurmaktadır:
"Ey
örtünen (Peygamber!) Gecenin birazı hariç olmak üzere geceleyin kalk (namaz
kıl). Gecenin yarısında kalk, yahut yarısından biraz eksilt. Veya bunu artır ve
yavaş yavaş güzel güzel tertil ile Kur'ân oku. Çünkü biz, senin üzerine ağır,
(sorumluluk gerektiren) bir söz indireceğiz. Çünkü gece kalkışı hem daha
etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz senin için uzun bir
meşguliyet vardır." (el-Müzzemmil/73, 1-7)
Kendisini
söz konusu olduğunda kimsenin dayanamayacağı kadar ağırlığa ve meşakkate
katlanan Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem, ümmetine tavsiyede bulunurken
engin bir merhamet ve şefkât âbidesi olurdu.
"Allâh
Teâlâ'nın en çok beğendiği namaz Dâvûd aleyhisselâm'ın namazı, Allâh Teâlâ'nın
en çok beğendiği oruç da yine Dâvûd aleyhisselâm'ın orucudur. Dâvûd
aleyhisselâm gecenin ilk yarısında uyur, üçte birinde namaz kılardı. Gecenin
altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı."
(Buhârî, Teheccüd, 7; Enbiyâ, 37, 38) buyurarak insanların sıkıntıya
düşmemelerini isterdi. Bununla birlikte bütün geceyi uyku ile geçirmeye de hiç
razı olmazlardı.
Nitekim
Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem'in yanında bir adamın zikri geçti ve
sabaha kadar uyuduğu, namaz kılmadığı söylendiğinde Aleyhi's-salâtü ve'sselâm”-
Efendimiz:
“- Bu
adamın kulağına şeytan bevletmiştir." buyurmuşlardır. (Buhari, Teheccüd
13, Bed'u'l-Halk 11)
Uzun
geceleri uyku ile geçiren gaflet ehlinin durumunu tasvir ve hakîkaten teheccüde
kalkmak isteyenlere de yol gösterme sadedinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle
buyurmuşlardır:
"Biriniz
uyuyunca ensesine şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düğüm yerine eliyle
vurarak 'üzerine uzun bir gece olsun, yat, uyu' der. Adam uyanır ve Allah'ı
zikrederse bir düğüm çözülür, abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür,
namaz kılarsa bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir halet-i ruhiye
ile sabaha erer. Aksi halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde
sabahlar." (Buhari, Teheccud 12, Bed'u'l-Halk 11; Muslim, Musafirin 207)
Teheccüd namazı ve geceleri
ihyâ etmenin maddî ve mânevî faydasını dost düşman herkes kabul etmiş ve
itirâfta bulunmuştur. Gece ibâdetinin bu faydalarını ifâde eden şu misaller ne
kadar ibret vericidir:
Yermük
savaşında iki ordu birbirlerine yaklaşınca, Rum askerî komutanı, bir Arap
câsusu, İslam askerlerinin durumunu tedkîkle görevlendirir. Adam dönüp gelince:
“-
Durumları nasıl? Ne yapıyorlar? diye sorar. Câsus da gördüklerini şöyle
anlatır:
“-
Onlar geceleri râhip, gündüzleri süvâri bir millet! (Gecenin büyük bir kısmını
ibâdetle geçiriyorlar)
Kendi
aralarında birbirlerinin kölesi gibi iken başkalarına karşı aslan kesiliyorlar.
Konuştuklarında doğruyu söylüyorlar ve vaadde bulunduklarında sözlerini yerine
getiriyorlar... Meliklerinin oğlu birşey çalsa muhakkak elini kesiyorlar, zinâ
etse hakkı ikâme için onu recmediyorlar.
Bunun
üzerine komutan şu cevâbı verir:
“-
Şâyet doğru söylüyorsan yerin altında olmak, onlarla yerin üstünde
karşılaşmaktan daha hayırlıdır...(Taberî, Târih, II, 347)
İbn-i İshak da şunları
nakleder:
Hiçbir
düşman savaşlarda Rasûlullâh Efendimiz'in ashâbına karşı üstün gelemiyordu.
Aynı şekilde müslümanlara yenilen Hırakl, askerlerine hiddetle:
“-
Yazıklar olsun size! Şu savaştığınız kavim nasıl insanlardır? Onlar da sizin gibi
beşer değiller mi? diye sordu.
“-
Evet, dediler.
“-
Peki siz mi çoksunuz yoksa onlar mı?
“-
Evet Efendim biz her hususta onlardan kat kat üstünüz.
“- O
halde size ne oluyor ki onlarla her karşılaştığınızda hezîmete uğruyorsunuz?
diye sorduğunda Rum büyüklerinden bir bilge ihtiyar şu tesbitlerde bulunur:
“-
Çünkü onlar, geceleri kıyâmda ibâdetle geçiriyorlar, gündüzleri oruç
tutuyorlar, ahdlerini yerine getiriyorlar, iyiliği emredip kötülükten
sakındırıyorlar ve aralarında herşeylerini paylaşıyorlar. Ve bir de şunun için
yeniliyoruz ki; biz içki içiyor, zinâ yapıyor, haramlar içinde yüzüyor,
ahdimizi bozuyor, gasbediyor ve zulümde bulunuyoruz. Allâh'ın gadabını
celbedecek şeyleri emredip, râzı olduğu şeyleri yasaklıyoruz ve yeryüzünde
fesâd çıkarıyoruz. Bu cevap üzerine Hirakl:
“- Sen
gerçekten doğruyu söyledin, dedi. (İbn-i Asâkîr, Târîhu Dımeşk, II, 97)
Gece
kalkıp Allâh'a ibâdet eden mü'minlere, kalkamadıkları günler için de
kendilerine mükâfaat verilecektir. Çünkü onların niyetleri samîmî idi ve teheccüde
kalkma düşüncesi ile uyumuşlardı. Bu durumu Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi
Vesellem şöyle müjdeler:
“-
(Mûtad olarak) geceleyin namaz kılan bir kimse, uykunun galebe çalmasıyla (bir
gece uyuyakalsa ve namazını kılamasa) Allâh Teâlâ Hazretleri onun namazının
sevâbını yine de yazar. Uykusu da kendisine (Allâh tarafından ikram edilen) bir
sadakâdır.
(İmam-ı
Mâlik, Muvatta', Salâtu'l-Leyl, 1)
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder