İyiliği Emir Kötülükten Nehiy
İyiliği Emir Kötülükten Nehiy
Cenab-ı
Hak, Âl-i İmrân sûresinin 104. ayetinde şöyle buyuruyor:
Sizden
hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun.” (Âl-i
İmrân sûresi, 104)
Riyâzüs-sâlihîn
müellifi İmam Nevevî, bu eserde o kadar güzel ve hassas bir usül takip etmiştir
ki okuyucu, eserin kitap ve bab başlıklarını iyice düşünmek, mahiyetini güzelce
anlamakla, onlardan sonra getirilen âyet ve hadislerin muhtevasını daha
derinlemesine kavrayabilir. Burada da “nasihat”dan sonra bu konunun getirilmesi
çok anlamlıdır. Neden nasihat ve nasıl nasihat, sorusunun cevabı bu kısımdır.
Çünkü “el-emr bil-maruf ve’n-nehy ani’l-münker” dinin temellerindendir.
Nasihatte aslolanın bunlar olduğunu daha önce açıklamıştık. Şimdi, “ma’rûf” ve
“münker”in ne olduğunu, etraflıca öğrenmiş olacağız.
Daha
önce açıklamasına geniş yer verdiğimiz “hayır”, din veya dünya ile ilgili bir
iyiliği ihtiva eden her şeydir, yani tevhîd akidesine, İslâm’a uygun olan her
söz, iş ve davranıştır.
Dilimize
“iyiliği emir kötülükten nehiy” diye aktarabildiğimiz “el-emr bi’l-maruf
ve’n-nehy ani’l-münker”, “hayr”ın mühim kısmını teşkil eder.
Ma’rûf,
İslâm’ın iyi olarak kabul ettiği ve Allah’a taatin içinde saydığı her şeydir.
Münker ise bunun zıddı olup, İslâm’ın iyi saymadığı, dinin emirlerine aykırı
bulduğu ve Allah’a karşı ma’siyet olarak gördüğü şeylerdir.
Ma’rûf’un
ve münkerin ölçüsü, bunların Kur’an ve Sünnet’le belirlenmiş olmasıdır. Başka
bir ölçü ile bunları tayin ve tesbite yönelmek, nefsîliğe, hevâ ve hevese uymak
olur. Bunun bir sonu yoktur, neticesi ise tefrikadır. Nitekim bir sonraki âyet
bunu açıklığa kavuşturmaktadır; “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar, evet onlar için büyük
bir azab vardır.” (Âl-i İmrân sûresi, 105)
Ma’ruf’u
emir ve münkerden nehiy vazifesi, Müslümanlar üzerine bir farzdır. Bunun
farziyeti Kitab ve Sünnet’le sabittir. Aynı zamanda bu farz, İslâm’ın en büyük
farzlarından biri ve dinin temelidir. İslâm nizamı bu sayede kemâle erer ve
yücelir. Şu kadar var ki bu vazifeyi yerine getirecek bir grup teşekkülü farz-ı
kifâyedir. İslâm ümmeti, bu görevi yerine getirecek bir cemaat yetiştirmek
mecburiyetindedir. Bu yerine getirilmediği takdirde, bütün ümmet mes’uliyetten
kurtulamaz.
Ma’ruf’u
emir ve münkerden nehiy vazifesini yerine getirecek olanlar, öncelikle İslâm’ı
iyi bilen âlimlerdir. O halde, ümmetin her sahada âlimler yetiştirmesi gerekir.
Daha önce de ifade edildiği gibi, ümmet olabilmenin ilk esası, bir imamın bir
liderin önderliğinde hükmî şahsiyete kavuşmaktır. Şayet bu yoksa, Müslümanlar
öncelikle onu yerine getirmekle mükelleftirler. Âlimlerin veya en faziletli
kabul ettikleri kişilerin önderliğinde cemaat olma şuurunu geliştirirler. Bu
fâliyetin yapılması ve ümmet olma azmi içinde bulunulması bile, ma’rufu emir ve
münkerden nehyin içine girer. Yani bir mânada herkes ferdî Müslüman kalamaz,
mutlaka İslâm cemaatinin bir uzvu olmak zorundadır. Hiçbir Müslümanın bu
düşünceye ve faaliyete karşı olmaması gerekir. Çünkü buna karşı oluş ma’rufun
yanında yer almak değil, münkere yardım etmektir. Oysa Allah Teâlâ şöyle
buyurur: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü
emreder, iyilikten menederler.” (Tevbe sûresi, 67) Mü’minlerin bu yöndeki nitelikleri
ise şöyle anlatılır: “İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velileridir.
İyiliği emrederler, kötülükten menederler.” (Tevbe sûresi, 71) Böylece Allah
Teâlâ, mü’minler ile münafıkların farkının ma’rufu emir ve münkerden nehiy
konusunda ortaya çıktığını bize apaçık bildirmektedir. Şu âyet, yeryüzünde
İslâm hükümran olunca, inananların nasıl davranmaları gerektiğini şüpheye
düşmeyecek açıklıkla ifade eder: “Onlar, öyle kimselerdir ki kendilerine
yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde, namazı kılarlar, zekâtı verirler,
iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.” (Hac sûresi, 41)
Müslüman bir yönetimin görevlerinin başında iyiliği emir, kötülükten nehy
gelir. Bunun anlamı, yeryüzünde iyilikleri yaymak, kötülüklere ise engel
olmaktır. Bunun için gerekli bütün müesseseleri kurmak yönetimin başta gelen
görevidir.
İyiliği
emir ve kötülükten nehiy görevi, sadece bunun için hazırlanmış bir cemaate,
yetişkin bir ekibe mi hastır? Fertlerin bireysel olarak sorumlulukları yok
mudur?
Açıklamaya
çalıştığımız Âl-i İmrân sûresi 104. âyeti, ümmete bir farz yüklemektedir, bu
ise iyiliği emir, kötülükten nehiy ile ilgili bir cemaatin bulunmasıdır. Çünkü
âyette “hepiniz böyle olunuz” denilmemiş, “sizden bir grup, bir cemaat
bulunsun” denilmiştir. Şu kadar var ki bu konuyla ilgili yegane nas bu âyetten
ibaret değildir. Bir kısmı aşağıda gelecek olan pek çok âyet ve onların yanında
pek çok sahih hadis, konumuzla ilgili başka hükümler de ortaya koymaktadır.
Hemen ifade edelim ki, iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi bütün inananlar
için umûmî bir nitelik arzeder. “Siz insanlara iyiliği emredip kendinizi
unutuyor musunuz?” (Bakara sûresi, 44); “Yapmadığınız şeyleri söylemek, Allah
katında en sevilmeyen şeydir” (Saf sûresi, 3) gibi âyetler, toplumun her ferdinin
iyiliği emir, kötülükten nehiyle görevli olduğuna delil teşkil eder. Şu kadar
var ki cemaatin yapacağı veya yönetimin yapacağı görevler fertlerden
beklenemez. Fert, gücünün yettiği ölçüde sorumludur. Bu sorumluluk fertlerin
bilgileri, görevleri ve toplum içindeki mevkilerine göre de farklılık arzeder.
Hiç kimse kendini bu sorumluluğun dışında tutamaz. Her Müslüman ferdin, gücü
yettiği oranda iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi yapması ve İslâmî
tebliğe katkıda bulunması ise farz-ı ayındır. Tabii ki bütün bunlar, şer’î
mükellefiyeti olan kadın ve erkekler içindir.
Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam
Yayınları
İslam
ve İhsan
Yorumlar
Yorum Gönder