İstikamet Ve Hedef
İstikamet Ve Hedef
İstikamet Nedir?
İstikamet sözlükte, doğruluk, doğru gitmek, dürüst olmak,
her işte itidal üzere bulunmak, adaletten ve doğruluktan ayrılmayıp diyanet ve
akıl üzere yürümek, adalet ve hakkaniyet üzere hareket etmek demektir.
İstikamet; dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat
sürmek, her türlü aşırılıktan sakınmak, Allah’ü Teâlâ’ya itaat edip, Hz.
Peygamberin Sallallahü Aleyhi Vesellem sünnetine uymak demektir.
Dinimizde istikamet, bütün ibadet ve işlerini Cenâb-ı
Hakk'ın koyduğu ölçüler içinde yaparak sırat-ı müstakim üzere yaşamak demektir.
İstikamet üzere gitmenin zıddı, Kur'an'dan yüz çevirip
heva ve hevesine göre yaşamaktır ki bu, hak yoldan sapmaktır. Buna dalalet
denir.
İstikamet üzerine gitmek de, İslâm dinini keyfine göre
bozmadan, yanlış yorum yapmadan, âyet ve delillerden en doğru manayı anlayıp
sadakat ve ihlâs ile onu tatbik etmek demektir.
İstikamet, niyet, söz ve işte olur. Niyeti güzel ve doğru
olmayan kimsenin, sözü sadık, işi sâlih olmaz. Gerçek mümin, yüce Allah’ü
Teâlâ’nın hükmüne bakar, kalbine yönelir, niyetini düzgün ve sağlam yapar.
Sonra amel etmeye yönelir. Onu da dinin edebine göre yapar. Böylece içi ve dışı
dengeli, güzel ve düzgün insan olur.
İstikamet, inanç, niyet, düşünce ve davranışta doğruluk ve
dürüstlüğü; Allah’ü Teâlâ’ya yönelme ve O'nun buyruklarına uygun davranma
hususunda devamlı ve tutarlı olmayı ifade eder.
İstikamet, her işte ifrat ve tefritten, (aşırılık ve
gevşeklikten) uzak kalmaktır. Bunun en güzel şekli, Hz. Peygamberin Sallallahü
Aleyhi Vesellem öğrettiği şekilde dengeli giderek dinî ilme uygun yaşamaktır.
İtikatta Ehl-i Sünnet inancı üzere olan, fıkıhta dört hak mezhepten birine uyan
ve manevî terbiyesini gerçek tasavvuf ehlinin yolunda alan bir kimse istikamet
üzeredir.
İstikamet yolu, Allah’ü Teâlâ’ya götüren Kur'an ve Sünnet
yoludur. Bu yol, peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve sâlihlerin yoludur.
Hz. Ömer Radiyallahü Anh, istikameti şöyle tanıtır:
"İstikamet, Allah Teâlâ'nın emrettiği ve yasakladığı şeylerde dosdoğru
hareket etmek ve doğru yoldan sapmamaktır." [1]
Anlatıldığına göre Şiblî Kuddise Sirrûh şöyle demiştir:
"İstikamet, içinde bulunduğun vakti kıyamet anı
olarak görmen ve ona göre Allah’ü Teâlâ’ya yönelmendir." [2]
Üstad Ebû Bekir b. Fûrek'in Rahmetullahi Aleyh şöyle
dediği bildirilmiştir:
"İstikamet kelimesindeki sin harfi, (Arapça'da)
herhangi bir şeyi talep etmek için kullanılır. Buna göre istikametin manası
şudur: İstikamet sahipleri, Hak Teâlâ'dan, kendilerini tevhid üzere tutmasını,
sonra verdikleri sözü yerine getirmede ve kendilerine çizilen sınırları
korumada sürekli muvaffak etmesini isterler." [3]
Kısacası istikamet; Allah’ü Teâlâ’nın emrettiği şekilde
bir hayat yaşamaktır.
İstikametin Önemi
İstikamet kadar önemli ve büyük bir nimet yoktur. Mümin
kulun, hakkında Allah’ü Teâlâ’dan yardım dileyeceği ilk ve en önemli şey de bu
istikamettir. Sebebine gelince, doğru yola iletilmiş olmak, bu yolu bulmak,
kesinlikle hem dünya hem de âhiret mutluluğunun garantisidir.
Hak Teâlâ, bu hususta peygamberine ve onun şahsında biz
ümmetine âyet-i celilede şöyle buyurmuştur:
"Habibim! Sen, emrolunduğun şekilde, beraberinde
tövbe edenlerle birlikte dosdoğru hareket et, istikamet üzere ol. Sana tabi
olanlar da istikamet üzere davransınlar." [4]
İşte bu âyette, İslâm'ın esasını teşkil eden iki ilke yer
almaktadır: Emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamak ve haddi aşmamak, yani Allah’ü
Teâlâ’nın belirlediği sınırların dışına çıkmamak.
Buradaki muhatap her ne kadar Hz. Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem ise de, onu bu kadar meşakkate sokan, sadece şahsıyla alakalı
istikamet endişesi değildi. Çünkü onun zaten dosdoğru bir yol ve en güzel ahlâk
üzere olduğu âyette şöyle ifade edilmiştir:
"(Ey Habibim! Sen) dosdoğru bir yol
üzerindesin." [5]
Allah Teâlâ Resûlü'nü Sallallahü Aleyhi Vesellem asıl
üzen, korkutan ve belini büken şey, ümmetinin hali idi.
Abdullah b. Abbas Radiyallahü Anh demiştir ki: "Bütün
Kur'an içinde Hz. Peygamber'e bu âyetten daha ağır ve daha çetin bir âyet nazil
olmamıştır. Bunun içindir ki, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem,
"Hud sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" buyurmuştur. [6]
Süfyan b. Abdullah Radiyallahü Anh, bir gün Hz.
Peygamber'e Sallallahü Aleyhi Vesellem gelerek,
"Ya Resûlullah! Bana İslâm amelleri içinde öyle bir
şey söyle ki, sizden sonra kimseye bir şey sormayayım" dedim. Hz.
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem;
"Allah Teâlâ'ya inandım de! Sonra dosdoğru ol"
[7] buyurdular.
Yani; amellerimizde, sözlerimizde, davranışlarımızda ve
hatta kalbimizden geçirdiklerimizde ve niyetlerimizde bile dosdoğru olmak.
Büyük arif İmam Kuşeyrî ise şöyle demiştir:
"İstikamet öyle bir derecedir ki, bütün işlerin
kemali ve tamamı onunla meydana gelir. Bütün hayırların elde edilmesi, bir
nizama konulması istikametin bulunmasıyla mümkündür. Kim halinde istikamet
üzere değilse, onun çalışması zayi, gayretleri heba olur. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
"İpini güzelce eğirdikten sonra bozan kadın gibi
olmayın." [8]
Kim sıfatında istikamet sahibi olmazsa, bulunduğu makamdan
ilerisine yükselemez ve manevî terbiyesini sıhhatli bir temel üzere
kuramaz." [9]
İstikamet talebinin "ihdinas..." suretinde
Fâtiha Sûresi'nde yer alması ve onun da bir mümine günde en az kırk defa niyaz
tarîkıyla tekrarlattırılmış olması da, istikameti lâyıkıyla muhafaza etmenin
güçlüğüne bir delildir.
Gavs-ı Sani Hz.lerinden şehitlik için dua isteyen kimseye;
"Şehitlik isteme istikamet iste. Çünkü istikamette
Sıddıklık, doğruluk vardır." buyurmuştur.
Tasavvufta İstikamet ve Hedef
Manevi terbiye yolunda en önemli iş, bu yola güzel bir
niyetle girmektir. Bu niyet, Allah Teâlâ rızasıdır. İstikamet, önce niyette
aranır, sonra amelde. Niyet güzel olursa, arkası güzel gelir; bozuk olursa,
hayırlı sonuç alınamaz.
İlahi davet ve terbiye ile muhatap olan insanlar üç
gruptur: Mümin, münafık, kafir. Bir peygamber bu üç gruba aynı daveti yapar,
fakat aynı sonucu alamaz, aynı faydayı veremez. Sonuç ve fayda, her birinin
niyetine ve fiiline göre değişik olur.
Mümin, samimi olarak içi ve dışıyla Allah’ü Teâlâ’ya iman
eder; ilahi emir ve hükümlere gücü kadar uyar, tabi olur. Bir peygamber veya
varisi bu kimseye fayda verir.
Münafık, dışından inanmış gözükür, kalbiyle itiraz eder.
Dışıyla itaat eder, içinden isyan eder. Dini dünya için kullanır; din ile dünya
kazanmaya, itibar toplamaya çalışır. Bir peygamber veya varisi bu kimseye bir
fayda veremez. Ta ki, tövbe edip ihlâs ve istikamete gelene kadar.
Kâfir ve münkir, hakka açıktan itiraz eden, düşmanlık
yapan kimsedir. O da iman edip teslim olmadan peygamberden veya varisinden bir
fayda göremez.
İmam Rabbânî Kuddise Sirrûh bir mürşid terbiyesine
girmenin hedefini kısaca şöyle belirtmiştir:
“Bir mürşid terbiyesine girmekten maksat; hakiki imana
ulaşıp, ilâhî emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır.“ [10]
İstikamet, dilde kalmamalıdır insan içi, dışı, dili, hali
ve ameli ile dinen istenen sıfatta olmadıkça, gerçek istikamete ulaşmış olmaz.
Ben doğru bir insanım, demek yetmez, güzel hâl istenir.
Kimi seviyorsan onunla aynı yolda, aynı halde, aynı
ahlâkta ol; sevgin dilde kalmasın, sevginde yalancı olma, sevdiğinin hallerine
yabancı kalma. Allah Teâlâ dostlarını
seviyorsan onlara benze, onların yaptığı güzel amellerden sen de yap, onlar
gibi zikir ehli ve halka karşı merhametli ol!
İstikametin sonu cennettir. Cennet yolunda, boş dava
değil, sağlam iman ve güzel amel istenir. Bütün bunlar, yüce Allah’ü Teâlâ’nın
özel rahmeti ile olur.
Menkıbe
Müridlerden biri Beyazid-i Bistamî'nin Kuddise Sirrûh,
peşinden yürüyordu. Onun ayak izlerine basarak ilerliyordu. İçinden de, 'Şeyhe
uymak, izinden gitmek işte böyle olur' diye düşünüyordu. Bir ara, Beyazid-i
Bistamî'ye,
"Efendim, kürkünüzden bir parça verseniz de bereket
için yanımda taşısam, feyzinizi alsam" diye istirhamda bulundu. Hazret,
adamın sözde kaldığını, zahirle yetindiğini, güzel ahlâk ve sıfatı ihmal
ettiğini biliyordu. Onu şöyle uyardı:
"Evladım, sen istikamet üzere olup benim yaptıklarımı
yapmadıktan sonra kürküme değil, derimi yüzüp içine girsen, sana fayda
vermez." [11]
Tasavvuf, bütün benliği ile Allah Teâlâ yoluna
bağlanmaktır. Bu yol, sünnet-i seniyyeye uymaktan başka bir şey değildir. Her
şeyi ile dinin hizmetçisidir; dinin geçek yönünün anlaşılmasına ve gerçek
hâliyle yaşanmasına hizmet eder. Bütün zevkler, vecdler, keşifler, kerametler,
hâller, sadece dinin anlaşılmasına destek ve güzelce yaşanmasına birer delil
yapılmalıdır. Bu yolda böyle şeyler istenmez, beklenmez, düşünülmez. Ancak bir
hikmet gereği verilirse, edeplice alınmalı, mahcup olarak tevazu ile kabul
edilmelidir. Bu şeyler övünmeye değil, şükre sebep yapılmalı; nefsin keyfine
değil, dinin inkişaf ve hizmetine vesile edilmelidir.
Her konuda istikameti muhafaza etmek kadar yüksek bir
makam ve onun hakkıyla yerine getirilmesi kadar zor olan hiçbir emir yoktur.
Zira istikamet, ibadette ifrat ve tefrite düşmeden itidali muhafaza ile Hak
yolunda sebat etmek ve emirleri, emredildiği gibi ve gücünün yettiği ölçüde en
mükemmel şekilde yapmaktır. İşte bu nedenle en büyük keramet istikamettir.
Allah Teâlâ dostları, istikamet üzere olmayı şiar
edinmişlerdir. Gerçek istikamet ise Allah Teâlâ Resûlü'nün nurlu yolunda
gitmektir.
Bir defasında Hasan Basrî Kuddise Sirrûh pöstekisini
denize serip, su üzerinde batmadan oturmuştu. Onu böyle gören Rabiatü’l-Adeviye
de seccadesini havaya serip üzerine oturdu. Sonra Hasan-ı Basrî’ye şunları
söyledi:
“Ya Hasan! Senin yaptığını balıklar, benim yaptığımı da
kuşlar yapar. Bunlar iş değil. Asıl iş yüce Allah’ü Teâlâ’nın rızasını elde
etmektir.”[12]
Mevlana Halid el-Bağdadî Kuddise Sirrûh ise şöyle diyordu:
"Ey Hak yolcuları! Hz. Muhammed Mustafa'nın Sallallahü
Aleyhi Vesellem dininde gevşeklik ve tembelliğe asla cevaz ve imkân vermeyiniz!
Zira bu yolda istikamet ve gayret, sayısız keşif ve kerametten daha
faziletlidir. Ayrıca bilinmelidir ki keşif ve keramet, dinin emirlerine riayeti
artırmaya vesile olmuyorsa belâdan başka bir şey değildir. Çeşitli vesilelerle
daima söyledim; yine söylüyorum ki, cümle evliyay-ı kiram, bu din-i mübinin
emir ve yasaklarına riayetkar olmayan tarikatçılığın ilhad ve zındıklık olduğu
hususunda ittifak halindedirler."
Abdurrahman et-Tahi Kuddise Sirrûh ise; ‘’Keramet peşine
düşenlerin Deccalin ardına düşmesinden endişe ederim. Çünkü o istidraç
mahiyetinde velilerden daha çok olağanüstü haller gösterir" buyurmuştur.
Büyük veli Ebû Talib el-Mekkî Kuddise Sirrûh demiştir ki:
“Kalbinde Allah’ü Teâlâ’dan başka bir muradın kalmaması
için cehd ve gayret et. Bu murat sende gerçekleşince işin tamamdır. İsterse
keramet ve harikalardan, manevî hâl ve tecellilerden sana bir şey verilmesin.“
[13]
İstikameti ve tek hedefi Allah Teâlâ rızası olan kimsenin,
sünnet üzere güzel kulluk ve hizmet etmekten başka bir arayışı varsa,
aldanmıştır. Niyetini kontrol edip gidişatını düzeltmezse, sonuç Allah’ü
Teâlâ’ya değil, ateşe gider.
Büyüklerden Hüseyin b. Muâz el-Belhî Kuddise Sirrûh
demiştir ki: "Bugün İslâm'ın sırat-ı müstakim yolunda güzelce yürüyen,
yarın hakiki sırattan da selametle geçer. Burada dinin emir ve yasaklarında
ayağı kayanın, şüphesiz orada da ayağı kayar."
Yüce Allah’ü Teâlâ’nın gösterdiği istikamette gidenler
O’na ulaşırlar. Buna ilâhi rızaya kavuşmak denir. Allah Teâlâ ayet-i celile de
şöyle buyurmuştur: “Allah’ü Teâlâ’nın kulundan razı olması, en büyük şeydir.”
[14] Bu müjdeden başka bir yücelik ve güzellik arayanlar aldanmıştır.
Tasavvuf terbiye içindir. Terbiye, güzel kulluk içindir.
Güzel kul, Yüce Rabbinin ve halkın haklarını en güzel şekilde koruyan insandır.
Bu ahlakın sonu cennettir.
Sehl b. Abdullah Tüsterî’nin belirttiği gibi, kerametlerin
en büyüğü, kötü ahlaklardan birisini terk edip onun yerine iyi ahlak sahibi
olmaktır. [15]
Beyazid-i Bistamî Kuddise Sirrûh en büyük kerametin
istikamet olduğunu söyler ve şöyle derdi:
"Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman, hemen o
kimsenin faziletli ve keramet sahibi birisi olduğuna hüküm etmeyin. Hata
edebilirsiniz. O kimsenin hakikaten fazilet ve keramet sahibi olduğunu anlamak
için, İslâmiyet'in emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber Efendimizin Sallallahü
Aleyhi Vesellem sünnet-i seniyyesine uymasına, hakiki İslâm âlimlerine olan
muhabbet ve bağlılığına bakın, bunlar tam ise, o kimse fazilet ve keramet
sahibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse
için fazilet ve keramet sahibidir demek mümkün olmaz." [16]
Allah Teâlâ rızasını elde etmek için, bir farzı yapmak,
binlerce sünnet ve nafileden önde gelir. Amelde önem sırasını karıştırmak, haram ve farzları hafife alıp, nafile
hükmündeki işlere dalmak, şeytanın bir hilesidir.
İstikamet, niyet ve amelde Yüce Allah’ü Teâlâ’nın çizdiği
yolda gitmektir. Yoksa bütün sevgiler, beklentiler ve işler azap sebebi olur.
Bu tehlikeden kurtulmanın en emniyetli yolu, her işinde Kur’an ve sünneti
rehber etmek, onu rehber edenlerin izinden gitmektir. Dinimiz, bize her işte
dengeyi öğretmiştir. Yeter ki, bu ölçüleri öğrenelim.
İmam Rabbânî Kuddise Sirrûh hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Asıl maksat, aşk ve muhabbet değil, kulluktur. Aşk, cezbe
ve muhabbet güzel kulluk içindir. Velayet mertebelerinin en sonu kulluk
makamıdır. Ondan daha üstün bir makam yoktur.“ [17]
Kıssa
Abdülhâlık Gücdüvânî Hazretleri bu meseleyi ne güzel
açıklar. Bir gün kendisine sordular:
"Nefsin istediklerini mi yapalım, istemediklerini
mi?"
Hazret-i Pîr şöyle cevap buyurdu:
"Bu ikisinin arasını tespit oldukça zordur. Nefis, bu
isteklerin rahmani mi yahut şeytani mi olduğunu bilebilmek hususunda insanları
ekseriya yanıltır. Bunun içindir ki, yalnızca Allah Teâlâ’nın emrettiği
yapılır, nehyettiği yapılmaz. Hakiki kulluk budur.’’
Yüce Allah’ü Teâlâ’dan gayri her şey, Allah Teâlâ için
sevilirse güzeldir. Bir peygamber veya veli, ancak Allah Teâlâ için sevilir.
Yüce Allah, amelde olduğu gibi, niyet ve sevgide de istikamet üzere olmamızı
emrediyor. En büyük keramet, bu istikamet üzere dünya hayatını yaşamak ve
tamamlamaktır. İstikametin sonu, Allah Teâlâ rızası ve cennettir. Bundan öte
bir devlet ve saadet yoktur.
Alâeddin Attar Kuddise Sirrûh müridlerine şöyle derdi:
"Eğer bu yolda sebat ve istikamet gösterirseniz, bir anda büyük derecelere
kavuşursunuz." [18]
Sırat-ı müstakim, İslâm'ın caddesidir. Dinin hedefi budur.
Âyetler ve hadisler istikamet üzerinde çok durur. Kalpte, sözde, amel, ahlâk ve
davranışta istikamet üzere gidilmeden İslâm dini hakkı ile tadılamaz ve
yaşanamaz. Hiç şüphesiz istikamet sahibi olan kişiler gayelerine ulaşacaklar,
Hak Teâlâ'nın bütün nimetlerinden faydalanıp Allah’ü Teâlâ’nın rızasına
ulaşacaklar. İstikamet, dünyada şeref kazandırdığı gibi ahrette de Allah’ü
Teâlâ’nın lütfuna erişmesine sebep olur.
İstikamet üzere yaşamanın mükâfatı ise meleklerin, onları
korku ve üzüntüden emin olmalarını sağlamak ve onları cennetle müjdelemek
suretiyle tatmin etmeleridir. Nitekim Hak Teâlâ bu gerçeğe işaret ederek,
istikamet sahibi olan kullarını şöyle müjdelemektedir:
‘’Şüphesiz, Rabbimiz Allah Teâlâ'dır deyip istikamet üzere
yaşayanlar (var ya, ölüm anında, kabirde ve mahşerde onların) üzerine melekler
iner ve onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin. Biz
dünya hayatında sizin dostunuz idik, âhiret hayatında da sizin dostlarınızız.
Çok affedici, çok esirgeyici Allah’ü Teâlâ’nın bir İkramı olarak, orada sizin
için canlarınızın çektiği her şey var ve İstediğiniz her şey orada sizin için
hazırdır." [19]
Duamız şudur:
Ey Rabbimiz! Bizleri hak yoluna ulaştırdıktan sonra,
istikametten ayırma. Kalplerimizi rızandan kaydırma. Bize tarafından bir rahmet
ihsan et, kalbimizi dininde sabit tut. Sen çok acıyan ve çok ihsan edensin.
Allah’ım senden sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve bizi senin sevgine
ulaştıracak amellerin sevgisini istiyoruz. Hamd olsun âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ü
Teâlâ’ya. [20]
[1] Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, s. 115
[2] Kuşeyrî, Risale, s.206
[3] Kuşeyrî, Risale, s.206; Yâfiî, Neşrü’l-Mehâsin, s. 263
[4] Hûd 11/112.
[5] Yâsîn, 36/4
[6] Tirmizî, Tefsir, 56; Kurtûbî, el-Camî li
Ahkami’l-Kur’an, 5/94; Râzî, Mefâtîhü’l-Gayb, 6/406 (Beyrut)
[7] Müslim, İbn Mace, Hakim
[8] Nahl 16/92.
[9] Kuşeyrî, Risale, s.205
[10] İmam Rabbâni, Mektubât, I,207. Mektup
[11] Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 61
[12] Sıraceddin Önlüer, Kalp Alemi 1, 32
[13] Mevlânâ Sâfî, Reşâhat, 287
[14] Tövbe 9/72.
[15] Kuşeyrî, Risale, II, 679.
[16] Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, s. 20
[17] İmam Rabbâni, Mektubât,I, 30. Mektup
[18] Mevlânâ Sâfî, Reşahât, s. 74
[19] Fussilet 41/30-32.
[20] S. Muhammed Saki Erol, Arifler Yolunun Edebleri;
Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf; Siraceddin Önlüer, Kalp Alemi 1;
eserlerinden istifade ederek hazırlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder