Kur’an-ı Kerim ve Sünnette Râbıta
Kerem Önder
Mezhepsiz Selefîlerin (Vehhabi) ve diğer bâtıl renkdaşlarının (Hadis İnkarcıları) çokça eleştirdiği ve hatta şirk ile itham ettiği meselelerden birisi de, tasavvuf yolundaki eğitim metodlarından birisi olan râbıta konusudur. Bu cahil yeni yetmeler, Kur’an-ı Kerim ve sünnetten o denli kopukturlar ki, ayet ve hadislerin bir kısmını kabul edip bir kısmını da reddederek, tıpkı bir Bektâşi mantığıyla olayları çözmeye çalışırlar. Halbuki Kur’an-ı Kerim ve Sünnet bir bütündür. Bir kısmını alıp bir kısmını reddetmek, motorsuz ve direksiyonsuz bir arabayı yürütmeye çalışmak anlamına gelir ki, bu hep yolda kalmak demektir.
Râbıta, bir manada, Allah’ü Teâlâ’nın bize verdiği nimetlerden biri olan hayal gücünü, O'nun yarattıklarına ve sevdiği insanlara odaklamak ve onlarla beraber olduğunu hayal etmektir.
Ne çelişkidir ki tasavvuf ehlini, bu hayal gücü nimetini kullanmalarından ötürü kafirlikle itham eden bu cahiller, yaz sıcağında, bir saat sonra sofrada yiyecekleri soğuk karpuzun hayalini kurmakta bir beis görmezler!
Karpuzun kıvrımları, ağızda verdiği serinlik hissi, damaktaki su ve şeker tadı sahne sahne gözlerinde canlanır.
Tamam da, karpuzu hayal etmek şirk olmuyor da, mahlukatın en şereflisi olan insanı hayal etmek nasıl şirk oluyor, be hey hainler!
Yine, bir adamın gün içinde hanımını hayal etmesi şirk olmuyor da, bir dervişin, şu dünyanın gördüğü en güzel insana (Muhammed aleyhisselam) rabıta etmesi nasıl küfür oluyor, be hey gafiller!
Bu hafif ısınma hareketlerinden sonra, Tekwando elbisemi çıkarıyorum, dervişlik hırkamı giyiyorum ve derse başlıyorum.
Kur’an-ı Kerim’de Râbıtanın Delilleri
Bozulmayan Kitâbımız Kur’an-ı Kerim’de, rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir:
"Yâ
eyyuhâllezîne âmenusbirû ve sâbirû ve RÂBİTÛ vettekûllâhe leallekum
tuflihûn"
“Ey iman
edenler! Allah’ü Teâlâ yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat
gösterin, rabıta yapın/Allah’ü Teâlâ’nın korumanızı istediği sınırları
bekleyin, Allah’ü Teâlâ’dan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran 200)
Bu ayetteki
“rabıta yapın” emri, her mü’mini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde, burada
geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir:
“Düşmanların
saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden
koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize
girmesine yol vermeyin. Allah’ü Teâlâ’nın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi
hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet,
taat ve zikir ile mamur edin.” (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir)
Resûlullah
Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına, ayette anlatılan
ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Zor ve
sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet
yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini
gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte
asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)
Bu hadisi
şeriften, ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz.
Birisi
manevi sınırları korumak, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır.
Korunacak manevi sınırlar, ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise,
vatanımıza düşman olanların saldırı noktalarıdır.
Kalbin Yüce Allah’ü
Teâlâ ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları
takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mü’min için
vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır...
Mukaddes
Kitâbımız Kur’an-ı Kerim’de, rabıtanın bir başka delili de şudur:
"Ey
iman edenler! Allah’ü Teâlâ’dan korkun ve sadıklarla beraber olun!" (Tevbe
119)
İsmail Hakkı
Bursevi (kuddise sirrahu) “Sadıklarla beraber olunuz” ayetinin tefsirinde şöyle
der:
“Bu ayeti
kerimede bahsi geçen sadıklardan murad; kamil mürşidlerdir. Bir salik, onların
kapılarında ciddiyetle hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarına kabul olunursa,
onların feyz ve bereketiyle masivayı (Allah’ü Teâlâ’dan gayrı) terk etmeye,
Allah’ü Teala yolunda, istikamet üzere bulunmaya rahatlıkla muvaffak olur ve
huzur-u Hakk’a kavuşur.”
Müfessir
Alusi (rahimehullah) ise, yukarıdaki ayetin tefsirinde:
“Sadık ve
Salihlere karışınız (onlarla iç içe olunuz) ki; onlar gibi olasınız. Çünkü
herkes, yakın olduğu kimseye uyar” demiştir.
Bu ayet-i
Kerime’yi Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri de rabıtaya delil olarak zikretmiştir.
Sadıklarla
beraber olmayı iki kısımda anlamak lazımdır:
1) Cismani,
yani zahiri beraberlik: Sadıkların meclislerine devam ederek onlardan ilim ve fazilet
almaktır. İlimsiz hiçbir şey olmaz. İnsan istikamet üzere yaşamayı ilim
öğrenerek elde edebilir. Onun için ashab-ı kiram, Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem'in etrafında pervane gibi dönerek, daima onunla beraber olmaya
çalışırlardı.
2) Manevi
beraberlik: Sadıkların gıyabında, daima onları düşünmek, fikren ve ruhen
onlarla beraber olmak ve onların güzel halleri ile hallenmeye çalışmaktır. Bu
Hakk dostlarının meclisinde bizzat bulunmak, kişiye çok faydalar sağladığı
gibi, gıyaben şahıslarını ve hallerini düşünmek de fayda verir.
Salih
kimselerle zahiri ve manevi olarak beraber olmaya çalışanlar, ne kadar hata ve
günah sahibi olsalar da, bu sâlihlerin nasihatleri ve duaları ile tövbekar
olurlar.
Günah ve
bid'at ehli insanlarla beraber olanlar ise, kendileri iyi bir halde olsalar
bile, onlardan etkilenip bozulurlar.
Bunu işaret
eden iki hadis-i şerifte, Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"İyilerle
dost olan, misk satanla beraber olan gibidir. Onun güzel kokusu diğerine
bulaşır. Kötülerle dost olan da demirci çırağı ile beraber olan gibidir. Onun
isi ve pis kokusu da diğerine bulaşır." (Ebu Davud)
"Kişi,
arkadaşının dini üzerinedir. O halde, herkes kiminle arkadaşlık ettiğine
baksın." (Tirmizi)
Bu hadis-i
şeriflerden de anlaşıldığı gibi, kişi kiminle beraber olursa, yavaş yavaş onlar
gibi olmaya başlar.
Bu sebeple
insan, daima zahiri ve manevi olarak iyi kimselerle beraber olmaya
çalışmalıdır.
Rabıta, aynı
zamanda, kötü kimselerin ve şeytanın, insana verdiği vesveselerden kurtulmanın
da bir yoludur. Çünkü:
"Şayet
Rabbinin bürhânını (delilini) görmeseydi..." (Yusuf 24) ayet-i kerimesinin
tefsirinde, müfessirlerin çoğunluğu, manevi tasarruf ve yardımın varlığını açık
olarak söylemişlerdir. Mesela, Celaleyn tefsirinde, bu ayet-i kerime;
"Yusuf
aleyhisselam Züleyha'ya, birbirlerine meyl ettiği zaman, orada Yakub
aleyhiselam ellerini göğsüne vurmak suretiyle onun bütün şehvetini
çıkarmıştır." olarak tefsir edilmektedir.
Burada,
rabıtanın kişinin menfaatine olduğunu ve insanın daima bir evliya ile veyahutta
bir peygamber hayali ile olmasının, rabıtaya işaretle, günahlardan muhafaza
olunacağına delalet ediyor.
Bu
âlimlerden biri olan Keşşaf kitabının yazarı Zemahşeri, Mu'tezile mezhebinden
olduğu halde, bu ayet-i kerimede rabıtanın işaret edildiğini söylemiştir.
Yine Kur’an-ı
Kerim’de bir başka ayette;
“Kullarımın içine gir, cennetime gir.”
buyuruluyor. (Fecr 29-30)
Bu ayetin
açık beyanından da anlaşıldığı üzere, dünya hayatımızda Allah’ü Teâlâ’nın
sevdiği has kulların arasına girmek, sonsuz olan yaşamımızda da cennetlere
girmemize vesile olacaktır.
Şu kısa
dünya hayatında, bu salihlerle bedenen beraber olmak devamlı surette mümkün
olmadığı zamanlarda da, bu kimselerle manevi beraberlik, yani bir rabıta kurulabilir.
Yine Hakk
Teala, konuyu teşkil eden başka bir ayette;
“...Bana
yönelenlerin yoluna uy...” (Lokman 15) buyuruyor.
İsmail Hakkı
Bursevi (kuddise sirrahu) bu ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle der:
"Bu
ayette, kâfir ve fasıklarla sohbetten sakındırma ve Salihlerle (beraberliğe)
teşvik vardır. Çünkü kişilerin bir araya gelmesi, birbirini etkilemeyi
gerektirir. Tabiatlar cezp edici, hastalıklar geçici ve sirayet edicidir."
Bundan
dolayı Semure ibn-i Cündeb (radıyallahu anh) den rivayet edilen bir
hadislerinde, Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Müşriklerle
bir çatı altında oturmayınız ve onlarla bir arada durmayınız. Kim onlarla
oturur veya beraber bulunursa, o da onlar gibidir.” buyurmuştur. (Tirmizi,
Siyer: 42, No: 1605, 4/156)
Bu hadis,
bir manada bize şunu ikaz eder; “Şirk koşanlarla bir yerde oturmayın, aynı
mecliste toplanmayınız ki, bu beraberlikten dolayı onların kötü ahlakı size
sirâyet etmesin ve çirkin halleri size bulaşmasın.”
Alusi
(rahimehullah) ise şöyle demiştir:
“Bu ayetle, kamil (manen olgun) insanlara uyup, nâkıslardan yüz çevirmeye ve kamil olanların, nâkıs (eksik) olanları kemale erdirmesine işaret edilmiştir."
Sünnette
rabıtanın delilleri
İlimden nasibi olmayan bu gibi cahillerin, çok kullandıkları bir cümle de, 'Sahabe zamanında rabıta mı vardı?' sorusudur.
Tasavvuf, Allah’ü
Teâlâ Resulü ve Sahabesinin yaşantısını taklit etmek demektir. Dolayısıyla,
elbette ki sahabe zamanında da rabıta vardı, adı konmamış.
Sahabe efendilerimizin her biri (radıyallahü anhum), doğal rabıta halinde Efendimizin muhabbetiyle, O'nu her an hayallerinde tutabiliyorlardı. (Allah’ü Teâlâ bize de nasib etsin!)
Bunu, asrı saadetten birkaç örnekle delillendireyim;
İmam Buhari anlatıyor;
Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh, kaza-i haceti anında bile Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in hayali gözünün önünden gitmediği için, bu halden rahatsız olmuş, bu durumu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bildirdiği zaman Hz. Peygamber:
"O ben değilim, bu benim hayalimdir." buyurduğunu, bunun sevgiden dolayı olduğunu ve bir sakıncasının da olmadığını, hacetini yapabileceğini söylemiştir. (Buhari, Tefsir)
Burada dikkat edilmelidir ki, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh, her zaman Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in hayalini göz önüne getirirdi. Hatta o hale gelmişti ki, Efendimizin hayali, kazâ-ı hacet anında bile gözü önünden gitmiyordu. Burdaki, diğer önemli nokta da şudur ki, Efendimiz aleyhisselam bu talebesine: "Hayal etmeyiniz!" diye herhangi bir yasaklama buyurmadı.
Tam burada, münkirlere sorulması gereken soru şudur; Ebubekir sıddık gibi bir cennetle müjdeli, neden Allah'ı düşünmüyor da devamlı Efendimizi düşünüyor?
Görüldüğü gibi, Allah’ü Teâlâ’nın sevdiği bir insanı düşünmek eğer şirk olsaydı, Allah’ü Teâlâ’nın Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'a hayalini gözünde canlandırmayı yasaklardı. Eğer, Ebu Bekir (radiyallahü anh)’a bu rabıtası sebebiyle düşmanlık eden varsa, bu onun Allah’ü Teâlâ Teala'nın rahmetinden uzaklaştığının bir alametidir.
Rabıtalı sahabelerden verebileceğim bir başka delil de, Efendimizin azatlısı hz. Sevbân'dır. (radıyallahu anh)
Bu mübarek sahabî de Resulüllah’a karşı çok muhabbetli olup, O’nsuz hiç duramazdı. Bir gün rengi değişmiş ve yüzünde üzüntü eseri olduğu halde Efendimiz aleyhisselam’ın huzuruna geldiğinde, Resulullah ona:
“Senin rengini ne değiştirdi?” diye sordu. O da:
“Ya Resulallah! Bende hiçbir hastalık ve ağrı yok. Ancak seni görmediğim zaman, tekrar sana kavuşuncaya kadar çok sıkıntı çekiyorum. Sonra ahireti düşündüğümde seni hiç göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen Peygamberlerin makamına yükseleceksin, ben ise Cennete girsem de, senin makamından daha aşağı bir mertebede olacağım. Cennete giremezsem, o vakit seni ebediyen göremeyeceğim.” diye cevap verince, Allah’ü Teâlâ Teala şu ayeti indirdi:
“Her kim Allah’ü Teâlâ’ya ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah’ü Teâlâ’nın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa 69) (Begavi, Me’alimü’t-Tenzil: 1/450; Ebu ishak es-Sa’lebi, El-Keşfü ve’l beyan, 3/341; Kurtubi, el-Cami’u li ahkami’l Kur’an; 57175, Vahidi, esbabü’n-nüzul, No:334, sh: 168; Ebu Hayyan, el-bahru’l Muhit, 37286)
Büyüklerin aşkı da büyük olur. Efendimiz aleyhisselam’ı bir müddet göremediği için rengi atan, yüzü solan ve kederlenen sahabe efendilerimiz işte böyledir. (Allah’ü Teâlâ onlardan razı olsun!)
Muhabbet ve rabıta işte budur...
Şimdi cahiller bu sahabe hakkında da şöyle der, 'Neden Allah’ü Teâlâ korkusundan sararmıyor da Peygamberi görmediği için sararıyor?'
Sevban da mı müşrik oldu ey akılsız!?
Yine sahabenin derin rabıtasına bir başka örnek verelim;
Said ibn-i Mansur (rahimehullah) Şa’bi (radıyallahu anh)'dan şöyle rivayet etmişlerdir:
"Ensar-ı Kiramdan bir zat, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelerek:
“Ya Resulallah! Vallahi elbette sen bana canımdan, oğlumdan, ailemden ve malımdan daha sevgilisin. Eğer ben evimde iken seni hatırladığımda gelip seni görmezsem, o kadar darlanıyorum ki, ruhumun bedenimden çıkacağını zannediyorum.” dedi ve ağlamaya başladı." (Said ibn-i Mansur, es-Sünen, No:661, 4/1 308; Taberani, ibn-i Merdüye, Suyuti, ed-Dürrül Mensur 2/588)
Görüldüğü üzere, sahabe-i kiram, Efendimizi düşünmeden bir an bile geçiremiyor ve daha mühimi, Peygamber Efendimiz de onları kendisini düşünmekten men etmiyor.
Bu kadar açık örnekler önümüzde dururken, her kim rabıtanın bir bid'at olduğunu söylüyorsa, o kişinin, Allah’ü Teâlâ’nın Peygamberiyle bir sorunu var demektir muhakkak!
Şimdi bu sapıklara, sahabe efendilerimizin rabıtasından bu kadar açık örnekler verdikten sonra, köşeye sıkışmış bir fare gibi kaçacakları tek bir yer kalır ve şöyle derler; 'Ama O bir Peygamberdi!'
Bu bâtıl sözlerine karşılık, her sözü hak olan Resulullah'ın şu hadisleri, bir Osmanlı tokadı gibi yüzlerinde patlar!
Peygamber Efendimiz, Ebu Hureyre'den rivayetle şöyle buyuruyor:
“Beş şey ibadettendir; az yemek, camilerde oturmak, Kâbe’ye bakmak, okumadan da olsa mushafa bakmak, alimin yüzüne bakmak.” (Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, 2/190 no:2969; Suyuti, nebhani, el-Fehu’l Kebir, No:6097, 1/566)
Yine, Abdullah ibni Mes’ud (radıyallahu anh)'dan gelen bir hadis-i şerifte, Resulullah, Hazreti Ali (radıyallahu anh)’ı işaret ederek:
“Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.” buyurmuştur. (Hâkim, El-Müstedrek, No: 4683, 82,81, 3/153; Taberani, el-Mu’cemü’l Kebir, No:207, 18/109; Deylemi, el-Firdevs, 4/294; Ebu Nuaym, Hılyetü’l-Evliya, 2/183, 5/58)
İlmin şehri olan Efendimizin beyanına göre, alimlerin yüzüne bakmak ve imam Ali'nin yüzüne bakmak bize sevap kazandırıyor ise, onları hayal etmek ve sevgi beslemekte de hiçbir sakınca olamaz.
İmam-ı Münavi, bu âlimlerden maksadın, Şeriat ilmini bilen ve bildiği ile amel eden âlimler olduğunu bildirmiştir.
Allah’ü Teâlâ’nın Peygamberi, bir başka hadisinde de görmeyle alakalı olarak şöyle buyurur:
“Evliyaullah o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah’ü Teâlâ hatırlanır.” (Nesai, es- Sünenü’l Kübrai Tefsir:180, No:11235, 6/362; Taberi, Cami’ul Beyan, No: 17723, 24, 25, 26, 6/575; Hakim-i Tirmizi, Nevadir’ul-usül, sh: 140; Haysemi, Mecma’uz-zevahid,10/78)
Hadiste bahsi geçen velîler, İslam’a bağlılıkları ve güzel ahlakları sebebiyle, yaratıcımızı hatırlama konusunda bize vesile olmuş olanlardır. Şüphesiz ki görüldüğü zaman Allah'ı hatırlatan, hayal edildiği zaman da hatırlatır.
'Neden Allah’ı hatırlamak için evliyayı aracı yapalım?' diye soran Haricilere de cevabı bizzat Efendimiz aleyhisselam vermiş oluyor.
İnkarcılara, bu hadisle şunu da sormak lazım geliyor;
Resulullah aleyhisselam hayale izin vererek bizi şirke mi sevkediyor!?
Başka bir delil de Abdullah İbni Abbas’tan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah aleyhisselam;
“En hayırlı meclis arkadaşlarımız kimlerdir?” diye soranlara:
“Kimi görmek size Allah’ı hatırlatıyor, kimin konuşması sizin ilminizi arttırıyor, kimin de ameli size ahireti hatırlatıyorsa.” buyurdu." (Askalani, Heysemi, Mecma’üz-zevaid, 10/226; Ebu Y’al, el-Müsned, no: 2437, 4/326; Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, No:27670, 27672, 10/442, 443; Hakim-i Tirmizi, Nevaridiru’l-usul, sh:140)
Bu kadar ayet ve hadisten sonra, anlayana sivrisinek orkestra…
Ama gelin, biz inatçılara bi gol daha atalım. Nerde 5, orda 6...
Mürşidi Düşünme, Allah'ı Düşün!' Sözü Bâtıldır!
Yüce Allah’ü Teâlâ’nın zatı hariç, her şey düşünülebilir. Yüce Allah’ü Teâlâ’nın zatı hiçbir şeye benzemediği için, onu düşünmek mümkün değildir. Rasulullah (aleyhisselatü vesselam) Efendimiz, bu konuda şu ölçüyü önümüze koymuştur:
“Allah’ü Teâlâ Tealâ’nın zatını düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz, Allah’ü Teâlâ’nın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)
Alimlerimiz, bu hadisten hareketle şu temel kaideyi tespit etmişlerdir: “Her ne ki hayal edilir, o Allah’ü Teâlâ değildir.” (Şa’ranî, el-Yevakıt)
Yüce Allah’ü Teâlâ’nın dışındaki her varlık düşünülebilir ve nasıl olduğu hayal edilebilir. Fakat ‘Allah’ü Teâlâ nasıl acaba?’ diye düşünülmez, düşünülemez!
Bu hadis, niçin bir mürşidi düşünüyorsunuz da Allah’ı düşünmüyorsunuz, diyenlere net bir cevap vermektedir.
Kâmil mürşid, bir varlıktır, kuldur, edep ve takva sahibi salih bir insandır. Allah’ü Teâlâ’nın dostu, halifesi, şahidi, delili ve davetçisidir. Onu düşünmek, hayal etmek, kalpte canlandırmak, gönülde şekillendirmek, rabıta yapmak mümkündür, fakat bu durum Yüce Allah’ü Teâlâ’nın zatı için mümkün değildir...
Konuyu bir ayetle te'yid edeyim;
“(O akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta otururken ve yanları üzere (yaslanmış) oldukları halde Allah'ı zikrederler ve göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.” (Al-i İmran 191)
Bu ayete göre, gökler, yerler ve içindekiler hakkında tefekkürde bulunmak övülen bir amel olduğuna göre, yaratıklar içerisinde en kıymetli varlık olan insan-ı kamil hakkındaki rabıta ve tefekkür niçin yasak olsun?
Müfessirlerin İmamı Fahreddin-i Râzi (rahimehullah) bu ayet-i celilenin tefsirinde şöyle bir açıklamada bulunur:
“Allah’ü Teala, kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre gelince, kendi Zâtı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi! Aksine, yerlerin ve göklerin tefekkür edilmesini teşvik etti.”
Ölüm Rabıtası
Sünnet’te bildirilen rabıtalardan biri de ölüm rabıtasıdır. Kur’an-ı Kerim’de insanı dehşete düşürecek, hayrete sevk edecek ölüm halleri, kıyamet sahneleri ve ahiret manzaraları anlatılmaktadır. Bunlarla kalp dünyadan çekilip ebedi ahiret yurduna yöneltilmek istenmektedir.
Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz, Abdullah b. Ömer’e: “Kendini ölmüş ve kabre girmiş say.” (Tirmizî, Ahmed) buyurarak ölüm rabıtasını tavsiye etmiştir. Bu rabıta ile insanın, dünyanın boş sevgi ve zevklerinden çekilip ebedi ahiret güzelliklerine yöneleceğini, gafletin gidip kalbin dirileceğini ve günahlardan temizleneceğini haber vermiştir. (Tirmizî, Nesaî, Münavî, Beyhakî)
Yine Resulullah aleyhisselatü vesselam buyurdu:
“Lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
Muhabbet Rabıtası
Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan bir diğeri de muhabbet rabıtasıdır. Muhabbet rabıtası, kalbi Allah’ü Teâlâ’nın sevdiği şeylere bağlamak ve onları Allah’ü Teâlâ için sevmektir. Bu sevilecek kimselerin başında Hz. Peygamber (aleyhisselatü vesselam) Efendimiz gelmektedir. Yüce Allah’ü Teâlâ onu sevginin imamı, delili ve rehberi yapmıştır. (Âl-i İmran, 31; A’raf, 157-158) ayetlerine göre, O’na uymadan Allah’ı seviyorum demek yalandır!
Rasulullah Efendimiz, kendisi için her mü’minden şu derece bir sevgi ve kalp bağı istemektedir:
“Sizden biriniz beni kendi nefsinden, ailesinden, çocuklarından, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam iman etmiş olmaz, gerçek imanın tadını tadamaz.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace)
Ayrıca, İslam’da her mü’minden Ashab-ı Kiram’ı, alimleri, salihleri ve mü’min kardeşlerini sevmesi, onları hayırla anması, kalbinde onlara yer vermesi, dualarına katması, onlarla ilgilenmesi istenmektedir.
“...Birbirinizi sevmedikçe mü'min olamazsınız.” hadisi de, bu sevgiyi anlatmaya yeterlidir. (Müslim, Îmân 93-94; Tirmizî, Et'ime 45)
Allah'ımızın: “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur.” uyarısını her kalp sahibi dikkate almalıdır. (Hud 113)
“Ey iman
edenler Allah’ü Teâlâ’dan korkun ve benim sadık kullarımla beraber olun.” ayeti
de, kalbin kimlere yönelmesi ve bağlanması gerektiğini göstermektedir... (Tevbe
119)
Yine Allah’ü Teâlâ’nın Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
"Salihlerin anıldığı yere rahmet iner." (Keşfü'l-Hafa, 2/70-1772)
Bu salihlerden bahsetmek, aynı zamanda ister istemez hayalde canlandırmayı da beraberinde getirir ki, bu kalplere rahmetin inmesine vesiledir, sebeptir.
Yine rivayete göre, Hz. Hasan'ın dayısı Hind bin Ebi Hale'den, Efendimizin hılyesini ve özelliklerini sormasıdır. Hz. Hasan'ın:
"Onun özelliklerini dikkate alıp kalbi bir bağ kurmak için onu bana tasvir etmeni istiyorum." sözü fiilen rabıtaya işarettir. (Buhari, Müslim)
Burada dikkat edilmelidir ki, Hz. Hasan kalbi bir bağ kurmak için dayısından, Efendimiz aleyhisselam’ın gözlerini, burnunu, saçlarını tasvir etmesini istemiştir. Zaten rabıta da bundan başka bir şey değildir.
Bazı Alimlerin Rabıta Hakkındaki Görüşleri
Rabıta hakkında hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali şöyle der:
"İlahi rahmetin inmesi için salihlerin sadece anılmış olması yetmez. Ancak bu anma ile birlikte, gönülden onlara benzeme arzusu uyanırsa, böyle bir aksiyon, rahmet sebebi olur."
Mevlâna Celaleddin-i Rumi şöyle der:
"Yalancı vasıtalar, kul ile Allah-u Zülcelal arasında perde olurlar. Ancak enbiya ve evliyaya rabıta yapmak böyle değildir. Bilakis, o rabıta perdeleri yırtıcı, alaka ve sebepleri kesicidir."
Müfessir Alusi şöyle der:
"Kalbe gelen vesveselerin defedilmesi için çok sebebler vardır. Birisi de Râbıta diye isimlendirdikleri, şeyhinin sûretini hazır etmektir." (İmam Müfessir Alûsi [El-feyzü’l-Vârid], Nûru’l-Hidâye: 48)
Son olarak, Üstâdım İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi de, rabıta hakkında şöyle demiştir:
"Râbıta, mürşidin eliyle müridin kalbinden geçirilip, dergâh-ı izzete bağlanan haberleşme ipidir."
"Gardaşlarım,
râbıtasız insan, kör ve sağırdır."
İslam'ı daha derin yaşayabilmek için Tasavvuf yoluna girerek, rabıta ve zikre başlayan kulları şirk ile itham etmeye varıncaya kadar cehaletlerini sergileyen bu inkarcılar, Kur’an-ı Kerim’den, sünnetten, rabıtadan ve zikirden uzak kalmalarından olacak ki, bu denli kör olmuşlar, bu denli sağır olmuşlardır... (Allah’ü Teâlâ bunlara hidayet nasib etsin)
Yorumlar
Yorum Gönder