Bir Annenin Evladı İçin Katlandığı Fedakârlıkları, Karşılığında Oğlundan Gördüğü Vefasızlığı Anlatan Ağlatan Hikâye
Bir Annenin Evladı İçin Katlandığı Fedakârlıkları, Karşılığında Oğlundan Gördüğü Vefasızlığı Anlatan Ağlatan Hikâye
Ertesi
gün ameliyat olacağı için gündüzden bütün evi dipten bucaktan temizlemiş, pırıl
pırıl yapıp duşunu almış ve biraz uyumak için yatağına uzanmıştı.
Annesi:
“- Bir kadının evi her zaman temiz olmalı temizlik diriye
de ölüye de lazım!” derdi.
Annesi
aklına gelince dudaklarına acı bir tebessüm gelip yerleşti ve içinden:
“- Haklısın canım annem bak ben de evimi temizledim. Ölürsem
herkes evimi temiz görecek, yaşarsam da kendim evime gelip tertemiz oturacağım!” diye düşündü.
Son
zamanlarda hiç iyi değildi yemek yiyemiyor, hızla kilo kaybediyordu. Gittiği
doktorlar, karaciğer kanserisin mecburen ameliyat olman lazım demişlerdi. İlk
önce kabul etmemiş gittiği yere kadar demiş ama ağrıları dayanılmaz olunca
mecburen kabul etmişti. Oğluna üzülmesin diye kanser olduğunu söylememişti.
Fidan
elli iki yaşında adı gibi fidan bir kadındı. Babası başlık parasını çok
istediği için çok sevdiği kocasıyla kaçarak evlenmiş, kaçarak evlendiği için de
babası tarafından evlatlıktan reddedilmişti.
Kocasının
tüm iyi niyet girişimleri ve döktüğü diller babasını yumuşatmaya yetmemiş Nuh
demiş peygamber dememişti. Zavallı annesinin de çırpınmaları boşa gitmiş,
kocasını inadından vazgeçirememişti. Evlendiklerinde Fidan on sekiz, kocası
yirmi üç yaşındaydı. Kocası çok sevecen çalışkan, namuslu; hem yetim hem öksüz
bir gençti. Annesi babası kömürden zehirlenip ölünce anneannesi yanına alıp
büyütmüştü.
Evliliklerinin
ikinci yılında Allah nur topu gibi bir erkek evlat vermişti. Artık
mutluluklarına diyecek yoktu. Küçük bir ev kiralamış kocasının kazancıyla da
gül gibi geçinip gidiyorlardı. Fidan oğlunu çok zor bir doğumla dünyaya
getirdiği için kanaması durmamış doktorlar mecburen ameliyat edip rahmini almak
zorunda kalmışlardı bunun için de başka çocukları olmamıştı. Karısının çok
üzüldüğünü gören adam:
"- Üzülme canım. Allah bunu bağışlasın yeter!" demişti.
Fidan
şimdi bunları düşünürken:
“- İyi ki de olmamış bir taneyi zor büyüttük ikinci olsa
nasıl büyütecektik!” diye düşünüyordu.
Güya
uyumak için yatağa girmişti ama ameliyatın heyecanıyla uyuyamıyor, mazi
gözlerinin önünden sinema şeridi gibi geçip duruyordu. Oğlunu el bebek gül
bebek büyütmüş çok zor şartlarla yeter ki o okusun deyip en iyi okullarda
okutmuş ve okul bitince de sevdiği kızla evlendirmişlerdi.
Ama
bu mutlulukları uzun sürmemiş çok sevdiği kocasını dört yıl önce gittikleri bir
ahbaplarının düğününde havaya sıkılan bir kurşunun isabet etmesi sonucu
kaybetmişti. Zaten evlendikten sonra sık sık gelmeyen oğlu babası öldükten
sonra arayı daha çok açmış lütfen uğrar olmuştu.
Bir
gün oğlunun evine misafir olarak gittiğinde gelininin oğluna:
“- Bak canım annen misafir olarak her zaman gelebilir ama
şimdi kocasının öldüğünü bahane edip yalnızım korkuyorum gibi nedenlerle gelip
buraya yerleşmesin hiç çekemem!” Dediğini;
Oğlunun
da:
“- Annem gelmez hem gelirse ben uygun bir dille anlatırım!” diye cevap
verdiğini duymuş yüreğine keskin bir hançer saplanmıştı.
Artık
oğlunun neden sık sık gelmediğini neden arayıp sormadığını anlamıştı.
"- Allah'ım beni hiç kimseye muhtaç etme bu öz
evladım olsa dahi..." diye dua etti.
Saate
bakan Fidan saatin beş buçuk olduğunu gördü; yedide hastanede olacaktı tüm gece
gözünü kırpmamıştı yorgun ve bitkindi. Ameliyat olacağını oğluna söyleyince o
da nasıl olduysa:
"- Ben gelir seni hastaneye götürürüm!" demişti.
Fidan
kalkıp yatağını dizip abdestini alıp namazını kıldı artık hazırdı bundan
sonrası Allah'ü Teâlâ’nın bileceği bir şeydi.
İşte
oğlu gelmiş kornaya basıyordu. Fidan son kez evine bakıp kapıdan çıkıp arabaya
bindi. Yol boyu oğlu tek laf etmemişti. Oysa oğlu onun hayattaki tek varlığıydı.
Birbirlerinden başka kimseleri yoktu. İki çift güzel söz söyleyip annesine
moral verebilir, onun heyecanını yatıştırabilirdi. Annesinin çok beklemesine
rağmen yapmadı. Taş gibi yol boyunca susup durdu. Şimdi ise sırasının gelmesini
beklerken, iki yabancı gibi yan yana oturuyorlardı.
Tam
bu sırada hemşire yanlarına gelip:
"- Buyurun Fidan Hanım! Sizi ameliyata hazırlamamız
lazım!" deyince Fidan ayağa kalkıp oğluna:
"- Yavrum ölüm dirim dünyası kendine iyi bak. Şunu
unutma ki sen benim canımdan cansın!" deyip sarılmak isteyince;
Oğlu:
"- Aman anne bu kadar duygusallığa gerek yok. Lütfen
abartma!" deyince zavallı annenin sarılmak için açılan
kolları iki yanına düştü.
Peki,
yavrum dediğin gibi olsun deyip uzun uzun evladının yüzünü seyrettikten sonra
derin bir iç çekip hemşireyle birlikte yürüyüp gitti. Artık hıçkıra hıçkıra
ağlıyordu ne olursa olsun onun yavrusuydu sarılamamış kokusunu içine
çekememişti.
Annesini
hastanede bırakan oğlu eve gidip karısını alıp kaynanasına kahvaltıya gitti.
Damadını karşısında gören kaynana:
"- Hayırdır oğlum! Annen hastaneye yatmadı mı?" diye sorunca:
Damadı:
"-
Evet hastanede. Sabah götürdüm yatırdım birazdan ameliyata girecek!" deyince:
Hayretler
içinde kalan kadın:
"-Aman oğlum, neden anneni orada sahipsiz bırakıp
geldin?" deyip kocasına döndü ve:
"- Bey kalk hemen hastaneye gidiyoruz o kadıncağızın
bizden başka kimsesi yok onu oralarda bir başına bırakamayız! Bugün ona yarın
bize..."
Derken
kınayan gözlerle hem damadına hem de kızına bakıyordu. Kaynanasının sözleriyle
mahcup olan damat:
“- Tamam, hadi hep beraber gidelim!” deyip hastaneye
gelmişlerdi.
Onlar
hastaneye geldikten bir saat sonra, ameliyathaneden çıkan Doktor:
“- Fidan Seri' nin yakınları kim?” deyince:
Oğlu ayağa
kalkıp:
"- Ben oğluyum!" dedi.
Doktor
başını önüne eğip:
"- Çok üzgünüm annenizi kurtaramadık. Maalesef
kanser her yerini sarmış!" dedi.
Herkes
donup kalmıştı. Kaynanası gözyaşları içinde damadına ve kızına dönüp:
"- Evet, çocuklar, şunu unutmayın ki anne ve babalar
ölümsüz değildir. Her fani gibi onlar da bir gün göçüp giderler. Onun için
kıymetleri yaşarken bilinmeli; öldükten sonra geçmiş ola..." dedi.
Zavallı
Fidan son kez özene bezene temizlediği ve oturmak nasip olmadığı evinden alınıp
çok sevdiği kocasının yanında toprağa verileli bir hafta olmuştu.
Oğlu
artık gideceği, arayıp soran kimsesi olmamanın hayatta tek başına kalmanın ne
demek olduğunu anlamıştı ama artık çok geçti.
Şimdi
annesinin mezarı başında oturmuş hem ağlıyor hem de:
"- Anne beni affet! Nereden bilecektim o sarılmak
isteğinin son sarılma olacağını!" derken eğilmiş toprağını
öpüyordu.
Evet,
o gün Bayramdı ve artık elini öpeceği bir annesi yoktu.
Annem
hep der ki:
"Bunu unutma! Üzenlerin üzüldüğü vakit de
gelir."
(Alıntı)
Okuduysan paylaş ki, birilerine de anne ve babalarına karşı duyarsız
kalmamaları gerektiğine vesile ol. Allah hepimize hayırlı evlat olmayı ve
hayırlı evlatlara sahip olmayı nasip etsin.
Amin.
Yorumlar
Yorum Gönder