Şeytan İnsanı En Çok Hangi Yollarla Kandırır?
Şeytan İnsanı En Çok Hangi Yollarla Kandırır?
Denilir ki, iblis insanoğlunu en
çok şu üç şekilde tuzağına düşürür...
Denilir ki, iblis insanoğlunu en
çok şu üç aldanış ile avlar:
Birincisi;
İşlediği sâlih amelleri, gözünde
büyük gördüğü zaman
Yaptığın hayırları unut!
İnsan, hayatı boyunca bazı
iyiliklerde bulunur. Şeytan ve nefis; o iyilikleri insanın gözünde büyütür de
büyütür, kişiyi başkalarıyla bilhassa mânen daha zayıf olan kişilerle
kıyaslayarak, kendini sâlih bir kişi gibi hissetmesini sağlar.
Kişiyi bu iyiliklerine
güvendirip; onun yapması gereken diğer birçok vazifesini ihmal etmesini, hattâ
birtakım yanlışları da yapmasını hoş göstermeye çalışır. Bu da büyük bir
aldanış olur.
Bu tehlikeye işaretle
Lokman Hakîm buyurur:
İki şeyi unutma:
a) Allâh -celle celâlühû-
b) Ölüm
İki şeyi unut:
a) Sana yapılan fenalıklar.
b) Yaptığın hayırlar.
İnsan için ölçü, etrafındaki
insanlar değil, sahâbe-i kiramdır. Çevresinin ortalaması değildir.
Unutmamak gerekir ki;
Ameller kabule muhtaçtır. Son
nefesi îmân ile vermeden önce; kul bir çatlak taşa basar da, ayağı kayarsa,
bütün amelleri iptal olabilir. Bu şuurda olan kişi, asla ameline güvenmez.
Dolayısıyla, yapılan her hayrı âdetâ unutmak gerekir.
Nefs öyle bir aldatıcıdır ki;
Bazen özü itibarıyla tek başına “sâlih
amel ve iyilik” olmayan şeyleri bile, büyük bir iyilikmiş gibi gösterir.
Meselâ;
“– Ben şu kadar insanın rızkını, maaşını
veriyorum!” diye bir övünmeye meylettirir.
Hâlbuki; Cenâb-ı Hakk’ın
kendisine nasîb ettiği işyerlerinde, Allâh’ın kullarına iş ve vazife vermekte,
onlara yaptıkları işin karşılığı olarak maaş takdim etmektedir. Âdetâ borcunu
ödemektedir.
Karşılıksız, Allah rızâsı için
bir hayrat dağıtmamaktadır.
Bunda övünülecek, kendini
beğenecek bir sebep bile yoktur.
Hattâ böyle bir durumda hassas
ve takvâlı düşünce şöyle olmalıdır:
“–Acaba ben Rasûlullah Efendimiz’in;
“Emriniz altındakilerin hakları husûsunda
Allah’tan korkun!” (Beyhakî, Şuab, VII, 477)
“Çalıştırdığınız kimseye, teri kurumadan
ücretini verin.” (İbn-i Mâce, Ruhûn, 4) gibi tâlimatlarını ne kadar yerine
getirebiliyorum? Acaba üzerimde kul hakkı kalıyor mu?”
Dolayısıyla iş sahipleri şu
hususa dikkat etmelidir:
İş sahibi, emri altındakileri
haklı veya haksız azarlar. O da cevap veremez. Verse, kendisini kapıda
bulacaktır. Bu yüzden olur olmaz azarlamalarda kul hakkı terettüp etmektedir.
Kul hakkı da helâlleşilmedikçe affedilmez.
Kim vesile olursa olsun, rızkı
veren Allah’tır. Karşılıksız verilen sadakaları da, kabul edecek Allah
Teâlâ’dır.
Ayrıca vazifeler farklı
farklıdır. Yapılan tasadduk, bir başka vazifeyi ortadan kaldırmaz. Kişi büyük
bir cami de yaptırsa, servetinin zekât borcunu ayrıca ödemesi îcâb eder.
Yapılan hayırlarla alâkalı büyük
bir aldanış da; Allah rızâsı için yapılması gereken işlere, kulların alkışını,
beğenmesi ve takdirini ortak etmektir. Yaptırdığı cami ve sâir hayrâta, henüz
hayatta iken kişinin kendi adını vermesi bu mânâda çok tehlikelidir.
Ancak vefât etmiş kişilerin adı,
duâya vesile olması için konulabilir.
İblisin insanı aldattığı
ikinci nokta:
Günahlarını unuttuğu zaman
İnsanın hasbe’l-beşeriyye, bu
dünya hayatında hataları ve günahları olur. İnsan o hataları asla unutmaz;
dâimâ istiğfar ve tevbe hâlinde olursa, bu hatırlayış onun için hayırlı bir
rehber olur.
Bu hikmetledir ki;
İsmet sıfatıyla ilâhî sıyânet /
muhafaza altında bulunan peygamberlere dahî, birtakım zelleler işletilerek,
kulluğun tevâzu ve hiçlik hâlini yaşamaları ve ümmetlerine istiğfarda da nümûne
olmaları temin edilmiştir.
Kul, ancak Allâh’ı unuttuğu
zaman günah işler;
“Yâ Rabbî!” diyerek, besmele çekerek bir günah
işlemez. Günahlarını hiç aklından çıkarmayan, dâimâ onların affı için gayret
eden mü’min; onlara yeni günahlar eklemekten içtinâb eder.
İblisin insanı aldattığı
üçüncü nokta, ilk iki maddenin de hulâsası gibidir:
Kendini beğendiği zaman
İnsan; kendini, yaptıklarını ve
kararlarını beğenme temâyülünde olursa; nefsi ve şeytanı, o davranışlar yanlış
da olsa, onlara birer kılıf bulur. Kötü arkadaş ve fâsık çevresi de; gafil
insanlara, dalkavukluk ve sahte medihler düzer.
Bu sebeple, dînimizde insanların
yüzlerine karşı övmek zemmedilmiştir.
Hazret-i Mevlânâ, bu yalancı
övgülere karşı şöyle îkāz eder:
“Ey akılsız kişi! Ne vakte kadar halkın
yalanlarına, yüzüne gülmelerine aldanacaksın?
Halkın seni övmesini, sana
yaltaklanmasını, onların tatlı ve kandırıcı sözlerini alıyor, altın gibi cebine
koyuyorsun.
Hakikatte mânâ padişahları olan
velîlerin acı sözleri, hattâ dövmeleri; senin için, yolunu şaşırmış sapıkların
tatlı sözlerinden, övmelerinden daha iyidir.
Padişahların tokadını ye de
süflî, fâsık kişilerin balını yeme! Bu sûretle ermişlerin himmeti ile sen de
bir er ol!”
İnsan kendini beğendiği zaman,
yaptığı en yanlış davranışa bile bir îzah getirir.
Meselâ;
Gafil kişi, dînimizin tamamen
haram kıldığı işleri yapmaya devam eder de;
“–Ama ben umreye de gidiyorum, cami de
yaptırıyorum, birtakım iyiliklerde bulunuyorum.” gibi lâkırdılarla vicdanını
avutmaya çalışır.
Meselâ fâize bulaşır;
“–Ben işlerimi büyütmek için bu işe girdim,
güçlü müslüman şirketler olsun diye bu yolu tuttum!” diye kendini kandırır.
Hazret-i Mevlânâ şöyle îkāz
eder:
“Nefis, büyüsü ile insandan aklı alır da,
insan iyiyi kötüyü ayırt edemez olur.
Nefis; sûret-i haktan görünür,
iyiye doğru gitmen için sana yeni yeni vaatlerde bulunur. Sonra tutar o
vaatleri, tevbeleri binlerce kere bozar.”
Cenâb-ı Hak bu aldanışlara misal
veriyor:
“Onlardan (o zayıf müslümanlardan) kimi de;
«–Eğer Allah lütuf ve kereminden
bize (zenginlik, servet) verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz
sâlihlerden olacağız!» diye Allâh’a and içti.
Fakat Allah lutfundan onlara
(zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allâh’ın emrinden) yüz çevirerek
sözlerinden döndüler.
Nihayet, Allâh’a verdikleri
sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendisiyle
karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak (ikiyüzlülük) soktu.”
(et-Tevbe, 75-77)
Sebeb-i nüzül ve tefsir
kitaplarında bu âyet-i kerîmede bildirilen hâdiseye dair kıssalar yer
almaktadır. İçinde geçen isimlerle irtibatı hadis âlimlerince tevsik edilmeyen
bu kıssaların sahih olmadığı bildirilmektedir. Ancak âyet-i kerîmede bildirilen
kötü davranışın gerçekleştiği ve yaşandığı kesindir.
“Daha zengin olayım da İslâm’a hizmet edeyim,
daha çok tasaddukta bulunayım.”
Bu sözde «iyi niyet»; fâiz,
gayr-i meşrû alışveriş gibi günahlara girmenin bir vasıtası yapılır. Böyle
bâtıl yollara girenleri iki kötü âkıbetten biri bekler:
Ya dünyada her şeyini kaybetmek…
Ya dünyada kazansa da, âhiretini
kaybedecek derecede dinden uzaklaşmak…
Bizler Cenâb-ı Hakk’ın bize
verdiğinden mes’ûlüz. Rabbimiz’in; “Çok para kazanın!” diye bir emri yoktur.
Fakat; “Helâlinden kazanın, infâk edin!” diye emirleri vardır.
Bu sebeple çok kazanma hırsına
karşı hadîs-i şeriflerde buyurulur:
“Az ama yeterli olan rızık, çok olup da
azdıran maldan hayırlıdır.” (Ahmed, V, 197)
“Şükredebileceğin az mal, şükredemeyeceğin çok
maldan hayırlıdır.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 388)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş,
Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Ağustos, Sayı: 186
Yorumlar
Yorum Gönder