Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Cennette Gördükleri

 Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Cennette Gördükleri

 

Âlemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimiz Sallallahü Aleyhisselâm, İsrafil aleyhisselam ile birlikte Cebrail aleyhisselamın yanına geldiler. Allah Celle Celâlüh’ün emrini yerine getirmek için Cebrail aleyhisselam, Peygamber efendimiz Aleyhisselâm’ı Cennet'e götürdü.

 

Melekler, ellerinde nur dolu tabaklarla bekliyorlardı. Cebrail aleyhisselam;

 

“– Ya Resulallah! Bunlar, Âdem aleyhisselamdan seksen bin yıl önce yaratıldı. Bu makamda, tabaktakileri sana ve ümmetine saçmak için sabırsızlanırlar. Kıyamet günü Hazretin ve ümmetin, Allah’ü Teâlâ’nın emriyle Cennet'in eşiğine ayak basınca, bu melekler tabaklardaki cevahiri üzerinize saçacaklardır" dedi.

 

            Cennet'te vazifeli olan Rıdvan ismindeki melek, onları karşıladı. Peygamber efendimize müjdeler verdi ve; "Hak teâlâ, ikisini senin ümmetine, birini de diğer ümmetlere vermek için Cennet'i üç kısım etti" dedi ve Cennet'in her tarafını gezdirdi.

 

            Habib-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem efendimiz buyurdular ki:

 

            “– Cennet ortasında bir ırmak gördüm. Arş'ın yukarısında akar. Bir yerden su, süt ve bal çıkar. Asla birbirine karışmaz. O ırmağın kenarı zebercedden idi. İçindeki taşlar cevahir, balçığı anber, otları za'feran idi. Etrafına gümüş bardaklar koymuşlar, sayıları gökteki yıldızlardan ziyade idi. Çevresinde kuşlar olup, boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yese ve o ırmaktan içse, Hak teâlânın rızasına mazhar olur.

 

            Cebrail Aleyhisselâm'a:

            “– Bu ırmak nedir?" diye sordum. "Kevser'dir. Hak teâlâ, onu sana vermiştir. Sekiz Cennette olan bostanlara bu Kevserden akar" dedi.

 

            Irmağın kenarında çadırlar gördüm. Cümlesi inci ve yakuttan idi. O çadırlarda huriler gördüm. Yüzleri güneş gibi parlar idi. Derlerdi ki:

 

            “– Biz sevinçli ve neş'eliyiz. Bize hiç üzüntü gelmez. Biz gençleriz, hiç yaşlanmayız. Biz iyi huyluyuz, hiç kızmayız. Biz hep böyleyiz, hiç ölmeyiz."

 

            Saadet köşklerine ve ağaçlarına erişip, onların nağme ve sedaları her yeri kaplar. Öyle hoş sesleri vardı ki, o nağmeler dünyaya gelseydi, ölüm ve mihnet dünyada olmazdı.

 

            Cebrail Aleyhisselâm "Bunların yüzlerini görmek ister misin?" dedi. "İsterim" dedim.

 

            Bir çadırın kapısını açtı. Baktım. Öyle güzel suretler gördüm ki, eğer bütün ömrümce onların güzelliğini anlatsam, bitiremem. Yüzleri sütten beyaz, yanakları yakuttan kırmızı ve güneşten parlaktı. Derileri ipekten yumuşak ve ay gibi ışıklı, kokuları miskten daha güzeldi.

 

            Saçları gayet siyah, kimi örülmüş, kimi toplanmış, kimi salıverilmiş, otursa, etrafında çadır gibi olur, kalksa, ayağına kadar uzanırdı. Her birinin önünde bir hizmetçi dururdu.

 

            Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdu ki:

 

            “– Sekiz Cennet'in bağ ve bostanını ve türlü nimetlerini gördüm. Cehennem'i ve derecelerini de görsem diye hatırıma geldi."

 

            Cebrail Aleyhisselâm elimi tutup, Cehennem'in en büyük meleği Malik Aleyhisselâm'a götürdü:

 

            “– Ey Malik! Muhammed aleyhisselam, asilerin Cehennem'deki yerlerini görmek ister O'na Cehennem'i göster" dedi.

 

            Malik Aleyhisselâm, Cehennem'in tabakalarını açtı. Yedi tabakanın hepsini gördüm.

 

            Efendimiz, Cehennemdekilerin halini görünce çok üzüldü. Merhametinden çok ağladı. Bütün melekler de ağlaştılar.

 

            “– O söyledi ise doğrudur!"

 

            Âlemlerin efendisi Cehennemdekilerin halini görünce ağlamaya başladı. AllahCelle Celâlühü’ü teâlâya yalvardı. Ümmetinin zayıflığını ve böyle azaba takat getiremeyeceklerini söyleyerek, o kadar çok ağladı ki, Cebrail aleyhisselam ve cümle melekler de beraber ağlaştılar.

 

            AllahCelle Celâlühü’ü teâlâdan hitap geldi ki:

 

            “– Ey Habibim! Senin hürmetin ve kıymetin benim katımda büyüktür, duan kabul olunmuştur. Hatırını hoş tut. Seni, muradına eriştiririm. Sana öyle bir makam veririm ki, pek çok sayıda asileri, senin şefaatin ile bağışlarım. Ta ki, sen yeter diyene kadar."

 

            Peygamber efendimiz gördüklerini anlatmaya devam ederek buyurdu ki:

 

            “– Daha sonra, Semavattan geçip, Musa'nın Aleyhisselam bulunduğu makama geldim.

 

            Bana; "Hak teâlâ, sana ve ümmetine ne farz eyledi" dedi. Ben de; "Her gün ve gece için elli vakit namaz kılınmasını bana farz kıldı" dedim. "Rabbine dön, biraz hafifletmesini dile. Çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz", dedi.

 

            Bunun üzerine, Rabbime döndüm ve dedim ki: "Ya Rabbi! Ümmetimden bu emri biraz hafif eyle." Bunun üzerine elli vakitten sadece beş vakit indirdi.

 

            Musa Aleyhisselam'a döndüm ve beş vakit indirdi dedim.

            Dedi ki: "Rabbine dön! Biraz daha hafifletmesini dile. Çünkü ümmetin bunun altından da kalkamaz." Böylece Musa Aleyhisselam ile Rabbimin arasında gidip geldim ve nihayet AllahCelle Celâlühü’ü teâlâ şöyle buyurdu:

 

            "Bu namazı beş vakte indirdim. Her namaz için on sevab vardır. Bu bakımdan sonunda yine elli namaz olur. Zira her kim bir sevabı kastedip de yapamazsa, onun için bir sevab yazılır. Fakat yaparsa, bire karşılık tam on sevab yazılır. Fakat bir günaha kasdedip de yapmazsa, hiç bir şey yazılmaz. Yaparsa, ancak o bir günah olarak kayda geçer."

 

            Allah Celle Celâlühü’ü teâlâ böylece, sevgili Peygamberimizin çektiği sıkıntılarla yaralanan mübarek kalbini, teselli eyledi. Hiç bir mahlukuna vermediği, kimsenin bilemiyeceği, anlayamıyacağı nimetleri, O'na ihsan eyledi.

 

            Âlemlerin efendisi, sonra bir anda Kudüs'e ve oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i Hani'nin evine geldiler. Yattığı yer henüz soğumamış, leğendeki abdest suyunun hareketi durmamış idi.

 

            Dışarda dolaşan Ümm-i Hani uyuklamış, bir şeyden haberi olmamıştı. Peygamber efendimiz, Kudüs'ten Mekke'ye gelirken, Kureyş'in kervanına rastladı. Kervandaki bir deve ürktü, yıkıldı. Sabah olunca, Kabe yanına gidip Miracını anlattı.

 

            Kafirler, alay ettiler. Müslüman olmaya niyetli olanlar da tereddüde düştüler. Müşriklerden bazıları sevinerek, Ebu Bekir'in evine geldiler. Çünkü onun akıllı, tecrübeli, hesaplı bir tüccar olduğunu gayet iyi biliyorlardı.

 

            Kapıya çıkınca;

 

            “– Ey Ebu Bekir! İyi bilirsin. Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer? diye sordular. Hazret-i Ebu Bekir;

 

            “– İyi biliyorum. Bir aydan fazla sürer, dedi.

 

            Bu söze sevinen kafir güruhu;

 

            “– Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur, dediler. Gülüp, alay ederek ve hazret- i Ebu Bekir'in de kendileri gibi düşüneceğini umarak;

 

            “– Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor, artık iyice sapıttı, dediler. Hazret-i Ebu Bekir'e sevgi, saygı gösterip bel bağladılar.

 

            Hazret-i Ebu Bekir Radiyallahü Anh, Resulullah efendimizin mübarek adını işitince;

 

            “– Eğer O söyledi ise doğrudur. Bir anda gidip geldiğine ben de inandım, deyip içeri girdi.

 

            “– Canım feda olsun!"

 

            Resulullahın Miraca çıktığını öğrenen, hazret-i Ebu Bekir, hemen Resulullah efendimizin yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle;

 

 

            “– Ya Resulallah! Miracınız mübarek olsun! Bizleri, senin gibi büyük Peygambere hizmetçi yapmakla şereflendirdiği ve mübarek yüzünü görmekle, kalbleri alan, ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdiği için AllahCelle Celâlühü’ü teâlâya sonsuz şükürler ederim. Ya Resulallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana feda olsun!" dedi.

 

            Hazret-i Ebu Bekir Radiyallahü Anh'ın sözleri kafirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şüpheye düşen, imanı zayıf birkaç kişinin de kalbine kuvvet geldi. Resulullah efendimiz o gün, Ebu Bekir'e "Sıddik" dedi. Bu adı almakla, derecesi bir kat daha yükseldi.

 

            Bu hale çok kızan kafirler, mü'minlerin kuvvetli imanına, Peygamberimizin her sözüne hemen inanmalarına, O'nun çevresinde pervane gibi dönmelerinle dayanamadılar. Resulullah efendimizi mahcup ve mağlub etmek için, imtihan etmeğe Mescid-i Aksa hakkında sorular sormaya başladılar.

 

            Resulullah efendimiz hepsine birer birer cevap verdiler. Efendimiz cevap verirken, hazret-i Ebu Bekir; "Öyledir ya Resulallah" derdi. Halbuki, Resulullah efendimiz edebinden, hayasından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı. Buyurdu ki:

 

            “– Mescid-i Aksa'da etrafıma bakmamıştım. Sorduklarını görmemiştim. O anda, hazret-i Cebrail Mescid-i Aksa'yı gözümün önüne getirdi. Pencerelerini görüp sayıyor ve sorularına, hemen cevap veriyordum."

 

            Resulullah efendimiz, yolda develi yolcular gördüğünü söyledi.

 

            “– İnşaallah Çarşamba günü gelirler" buyurdu. Çarşamba günü güneş batarken, kervan Mekke'ye ulaştı. Kervandakilere sorduklarında fırtına eser gibi olduğunu ve bir devenin yıkıldığını söylediler. Bu hal, mü'minlerin imanını kuvvetlendirdi. Kafirlerin düşmanlığı da gittikçe arttı.

 

            Hicretten bir yıl önce, Receb ayının 27'sinde Cuma gecesi vuku bulan bu mucizeye Mirac denir. Resulullah, miraca, ruh ve bedeni ile uyanık bir halde çıktı. Mirac gecesinde O'na nice ilahi hakikatler gösterildi ve beş vakit namaz bu gecede farz kılındı. Ayrıca Bekara suresinin son iki ayet-i kerimesi ihsan edildi. Mirac; Kur'an-i kerimde, İsra ve Necm suresi ile bazı hadis-i şeriflerde bildirilmektedir.

 

            Sevgili Peygamberimiz Miracdan sonra dört büyük halifesine Cennet'i anlatırken buyurdular ki:

 

            “– Ya Eba Bekir! Senin köşkünü gördüm. Kızıl altından idi. Senin için hazırlanan nimetleri müşahede ettim.”

 

            “– Ya Ömer! Senin köşkünü gördüm. Yakuttan idi. Fakat içeri girmedim. Senin gayretini düşündüm.”

 

            “– Ya Osman! Seni her gökte gördüm. Cennet'te köşkünü görüp seni düşündüm.”

 

            “– Ya Ali! Senin suretini dördüncü semada gördüm. Cebrail'e sual ettim. Dedi ki: "Ya Resulallah! Melekler hazret-i Ali'yi görmeden duramazlar. Hak teâlâ, onun suretinde bir melek yarattı. Dördüncü gökte durur, melekler onu ziyaret eder, bereketlenirler."

 

            Mirac gecesinin sabahında Cebrail aleyhisselam gelerek Resulullah efendimize beş vakit namazı, vakitlerinde imam olarak kıldırdı.

 

            Mirac hadisesinin Kudüs'e kadar olan kısmı ayet-i kerime ile sabit olduğundan buna inanmayan dinden çıkar. Hadis-i şeriflerle bildirilen göklere yükselmesi kısma inanmayan bid'at ehli yani sapık,bozuk itikatlı olur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis