İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Rahmetullahi Aleyh'in Vasiyyeti
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Rahmetullahi Aleyh'in
Vasiyyeti
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
İman; lisan ile ikrar, kalb ile tasdiktir. Sadece ikrar iman
olmaz. Çünkü sadece ikrar iman olsaydı, bütün münafıkların mü'min olmaları
gerekirdi. Keza sadece tasdik de iman olmaz. Eğer sadece tasdik îman olsaydı,
bütün kitap ehlinin mü'min olması gerekirdi. Hâlbuki Allah; "Allah
şahitlik eder ki, münafıklar yalancıdırlar." (elMünafikun, 1) ve
"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler Peygamberi oğullarını tanır gibi
tanırlar."(el-Bakara,146) buyurmaktadır.
İman artmaz ve eksilmez. Çünkü, imanın artması ancak küfrün
azalmasıyla; eksilmesi de küfrün artmasıyla tasavvur olunabilir. Bir şahsın
aynı durumda mü'min ve kâfir olması nasıl mümkün olur? Mü'min gerçekten iman
eden, kâfir de gerçekten inkâr eden kimsedir. İmanda şüphe olmaz. Zira Yüce
Allah "Onlar gerçekten mü'minlerdir."(el-Enfal,4) ve "Onlar
gerçekten kâfirlerdir."(en-Nisa,151)buyurmaktadır. Hz. Muhammed'in
ümmetinden âsi olan kimselerin hepsi gerçekten mü'min olup, kâfir değillerdir.
Amel imandan ayrı, iman da amelden ayrı şeylerdir. Mü'minin birçok
zaman bazı amellerden muaf tutulması bunun delilidir. Bu muaflık halinde
mü'minden imanın gittiği söylenemez. Âdet gören bir kadın, namazdan muaftır.
Fakat, ondan imanın kaldırıldığını, yahut imanın terkedilmesinin emredildiğini
söylemek caiz değildir. Şâri' o kimseye "Orucu terket, sonra da kaza
et," demiştir. Fakat "İmam bırak, sonra kaza et," denilmesi caiz
değildir. Fakirin zekât vermesi gerekmez, demek caizdir. Fakat fakirin iman
etmesi gerekmez demek caiz değildir.
Hayrın ve şerrin takdiri Allah'tandır. Eğer bir kimse hayır ve
şerrin takdirinin Allah'tan başkasından olduğunu söylerse, o kimse Allah'ı
inkâr ve tevhid inancını iptal etmiş olur.
Ameller; fariza, fazilet ve masiyet olmak üzere üç kısma
ayrılır. Farizalar, Allah'ın emri, dilemesi, muhabbeti, rızası, kazası,
kudreti, ilmi, muvaffak kılması, yaratması ve Levh-i Mahfûz'da yazması iledir.
Fazilet (farz olmayan ameller) Allah'ın emri neticesi olan amel değildir. Eğer öyle
olsaydı, fariza olurdu. Fakat fazilet olan ameller Allah'ın dilemesi,
muhabbeti, rızası, kaderi, kazası, hükmü, ilmi, muvaffak kılması, yaratması ve
Levh-i Mahfûz'da yazması neticesidir. Ma'siyet olan amel Allah'ın emri neticesi
değildir, fakat Allah'ın muhabbeti, rızası ve muvaffak kılması olmaksızın;
dilemesi, kazası, takdiri, hızlanı (yardıma ihtiyaç duyulduğu anda yardımı
kesmek), ilmi ve Levh-i Mahfûz'da yazması iledir.
Allah'ın ihtiyacı olmaksızın Arş üzerine istiva ve istikrarı
vardır. Muhtaç olmaksızın arşı ve başkalarını muhafaza eder. Eğer Allah'ın
ihtiyacı olsaydı, mahlûklar gibi âlemi icad ve tedbîre kadir olamazdı. Oturmak
ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ın yaratılmasından önce Allah'ın nerede
olduğu sorusu ortaya çıkardı. Yüce Allah bundan münezzehtir.
Kur'ân, Allah-u Taâla'nın mahlûk olmayan kelâmı, vahyi, tenzili,
ilâhî zâtının aynı olmayan, zatından da ayrı düşünülemeyen kelâm sıfatıdır. O,
mushaflarda yazılı dille okunur, kalplerde yer tutmaksızın muhafaza edilir.
Mürekkep, kâğıt ve yazıların hepsi mahlûktur. Zira bunlar kulların fiilleri
sonucudur. Fakat Allah'ın kelâmı mahlûk değildir. Yazılar, harfler, kelimeler,
işaretler kulların anlama ihtiyacından dolayı manaya delalet eden şeylerdir.
Allah'ın kelâmı zatıyla kaim olup, mâniası bu delalet edici şeylerle anlaşılır.
Allah'ın kelâmının mahlûk olduğunu söyleyen kimse kâfir olur. Allah-u' Teâlâ
daima kendisine ibadet edilendir. Kelâmı ise kendisinden ayrılmaksızın okunan,
yazılan ve hıfz olunandır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'den sonra bu ümmetin en faziletlisi
Ebû Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer, sonra Osman, sonra da Ali'dir (Allah hepsinden
razı olsun). "İlk önce iman edenler, herkesi geçenlerdir. Allah'a yakın
olanlar onlardır. Onlar Naîm cennetlerindedir." (elVakıa,10) âyeti bu
hususu ifade eder. Önceliği olan herkes daha faziletlidir. Onları her mü'min ve
muttaki sever, buğzedenler münafık ve kötü kimselerdir. Kullar amelleri,
ikrarları ve marifetleri ile mahlûkturlar. Fail mahlûk olunca onun fiillerinin
evleviyetle mahlûk olması gerekir.
Allah-u Taâla mahlûkatı âciz ve zayıf oldukları halde güçleri
olmaksızın yaratmıştır. Onların yaratıcı ve rızıklandırıcısı "Sizi
yaratan, sonra besleyen, sonra sizi öldüren, sonra dirilten
Allah'tır. "(er-Rum,40) âyetine göre Allah-u Taâla'dır. Helâl kazanç ve
helâlinden mal biriktirmek helâldir. Haramdan mal biriktirmek ise haramdır.
İnsanlar üç kısma ayrılır: İmanında samimi olan mü'min, küfründe direnen
inkarcı kâfir ve nifakında sebat eden iki yüzlü münafık. Allah-u Taâla mü'mine
ameli, kâfire imanı, münafığa da ihlası farz kılmıştır. "Ey insanlar;
Rabbinizden korkun"(el-Hac,1) âyetinde:
"Ey mü'minler, Allah'a itaat edin",
"Ey kâfirler; Allah'a iman edin",
"Ey münafıklar; ihlaslı ve samimi olun," mânâsı
vardır.
İstitaat (kulun fiili için gerekli güç) fiilden önce de sonra da
değil, ancak fiille beraberdir. Eğer istitaat fiilden önce olsaydı, kul
ihtiyacı anında Allah'tan müstağni olurdu. Bu ise "Müstağni olan
Allah'tır. Sizler ise muhtaçsınız." (Muhammed,38) âyetine muhalif olurdu.
İstitaatin fiilden sonra olması, fiilin takat ve istitaatsız meydana gelmesini
gerektireceği için muhaldir.
Mestler üzerine meshetmek vârid olan
hadîse göre caiz olup; mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç
gecedir. Hadîs, mütevatire yakın olduğu için inkâr edenin küfründen korkulur.
Seferde namazları kısaltmak ve oruç tutmamak ruhsattır. "Sefere çıktığınız
zaman namazı kısaltmanızda beis yoktur."(en-Nisa,101) ve "İçinizden
kim hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
oruç tutar."(el-Bakara, 184) âyetleri bu hususu ifade etmektedir.
Allahu Taâla "Kalem"e yazmasını emretmiş, Kalem de
"Ne yazayım ya Rabbi" demiştir. Allah-u Taâla da ona:
"Kıyamete kadar olacak şeyleri yaz," buyurmuştur. (Ebû
Davud, es-Sünne, 16; etTirmizî, el-Kader, 17; İbnu Hanbel. el-Müsned, V/217,
218, 219)"
"Onların işledikleri her şey defterlerde kayıtlıdır. Küçük,
büyük her şey yazılıdır." (el-Kamer, 52, 53) âyeti bunu belirtmektedir.
Şüphesiz
kabir azabı vardır. Münker ve Nekir suali haktır. Bu konuda hadîsler varid
olmuştur. Cennet ve Cehennem haktır. Ve ehli için yaratılmıştır.
Allah mü'minler için Cenneti "Müttakiler için
hazırlanmıştır."(A’li-İmran 116)
Kâfirler için de Cehennemi "Kâfirler için
hazırlanmıştır."(el-Bakara,24) âyetlerinde yarattığını belirtmiştir.
Allah Cennet ve Cehennem'i sevap ve ceza için yaratmıştır. Mizan
haktır. "Kıyamet günü adalet terazilerini kuracağız. Hiç bir kimse, hiç
bir şeyde haksızlığa uğramayacaktır."(el-Enbiya,47) âyeti bunu ifade eder.
İnsanın kitabını (amel defterini) okuması haktır. "Kitabını oku! Bu gün
senin nefsin kendi hesabını görmek için kâfidir."(İsra,14) âyeti bunun
delilidir.
Allah bu nefisleri ölümden sonra da ellibin sene miktarınca tutan
günde; ceza, sevap ve hakların edası için diriltir.
"Şüphesiz, Allah kabirlerde bulunanları
diriltecektir." (et-Tirmizi, el-Kader,
17)âyeti bu hususu' belirtir. Cennet ehlinin Allah-u Taâla'ya keyfiyet,
teşbih ve cihet olmadan mülaki olmaları haktır.
Peygamberimiz'in (Allah salât ve selâm eylesin) şefaati büyük
günah işlese de Cennet ehli olan her mü'min için haktır. Hz. Aişe, Hz.
Hatice'den sonra kadınların en faziletlisi, mü'minlerin annesi, zinadan uzak,
râfizîlerin iftira ve iddialarından beridir. Kim ona zina isnadında bulunursa,
kendisi zina mahsûlüdür.
Cennet ehli Cennet'te, Cehennem ehli de Cehennem'de ebedî
kalacaklardır.
Allah-u Taâla mü'minler için "Onlar Cennetliklerdir, orada
ebedî kalacaklardır." (İbn Hanbel, el-Müsned, V, 217,218,219)
Kâfirler için de "Onlar Cehennemliklerdir, orada ebedî
kalacaklardır." (Ali-İmran, 116) buyurmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder