Bir Yetimin Ağlatan Hikâyesi
Bir Yetimin Ağlatan Hikâyesi
D. Ali
TAŞÇI
Birkaç
yıl önce, bir vilayetimizde, bir bakanlığın il müdürüydüm. Bağlı bulunduğumuz
genel müdürlük, başka üç ilin de il müdürüyle birlikte beni, diğer bir ilimizde
personel almak üzere görevlendirdi. Biz dört arkadaş birleşerek sözünü ettiğim
ile gittik. Önceden bizim için ayrılan misafirhaneye yerleştik, şehre
gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Zaten ben ve arkadaşlarım bu ile
ilk defa geliyorduk. Ne kimseyi tanıyorduk, ne de kimse bizi tanıyordu.
Arkadaşlar
olarak hepimizin kanaati aynıydı, siyasi ve diğer baskılardan hiçbirine boyun
eğmeden hak edeni kazandırmak. Biliyorduk ki, katılım yoğun olacak ve herkes,
maalesef bir referansla, bizi rahatsız edecekti. Bunun için çok dikkatli
olmalıydık.
İle
ikindi vakti vardık. Kimseye görünmeden şehrin biraz dışındaki kenar bir
mahallede, tarihi bir camiye gittik. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu
boştu. Osmanlı'dan kalma, mimarisi insanda manevi duygular uyandıran şirin bir
caminin avlusundayız. Dört arkadaş şadırvana oturarak abdest almaya başladık.
Mayıs ayının serin, sıcak havası da ayrı bir güzellik katıyor çevreye.
Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki ayaklarımın
önüne bir çift takunya kondu. Takunyaların geldiği tarafa doğru şaşkınlıkla
başımı çevirdim. Yüzüme tebessümle bakan, orta boylu, esmerimsi ve yakışıklı
diyebileceğimiz yirmi beş yaşlarında bir gençle göz göze geldim. Utangaçlığın
vermiş olduğu çekingenlikle;
"Ben
buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz, namaz kılana hizmet etmek,
Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!" dedi.
Gencin
tebessümü, davranışı, kibarlığı, her şeyden önce içten davranışı hepimizi çok
etkiledi. Sordum:
"Sen
kimsin? Adın nedir?"
"Adım
Bilal, bu mahallede oturuyorum."
Bir an
abdest almayı bırakarak gençle ilgilenmeye başladım.
"Ne
iş yapıyorsun Bilal?"
Biraz
durakladı; ama yüzündeki gülümsemeyi hiç eksik etmeden sorumu cevaplandırdı:
"Şimdi
işim yok; ama inşallah yakında işe gireceğim"
O kadar
inanarak söylüyordu ki bunu,
"Nasıl
olacak o, Bilal?" dedim.
Müthiş
mütevekkil ve huzurlu bir yüzle:
"Üç
gün sonra" dedi, " … Müdürlüğü’nde sınavla personel alınacak. Rabbim,
oraya girmeyi nasip edecek inşallah!" demez mi?..
Ben bir
an neye uğradığımı şaşırmıştım. İşe alacak olan bizdik. Arkadaşlarım da artık,
Bilal ile aramızda geçen konuşmalara dikkat kesilmişlerdi.
"Peki,
Bilal" dedim, "Bu zamanda işe girmek zor, hem de çok zor! Senin
torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?"
Bilal o
mütevekkil ve mütebessim halini kuşanarak (ki bu halini hiç unutamıyorum.),
hepimizin üzerinde bomba tesiri bırakacak sözü söyleyiverdi:
"Bir
yetimin referansı kim olur? Benim referansım Allah Celle Celaluhu'dur. Ne güzel
vekildir O. Dün gece O'na teheccüd namazından sonra dilekçemi sundum. Hiç
yetimin duasını geri çevirir mi O?"
Ya
Rabbi! Ne işe tutulmuştuk? Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum! Gözlerimin
buğulandığını ona göstermemeliydim. Musluktan avucuma su alıp yüzüme serptim.
"Bilal,
baban yok mu?"
"Yok,
ben üç yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni".
Temiz
bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu o kadar
meydanda idi ki kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
"Askerliğini
yaptın mı Bilal?"
"Yaptım
ya, hem de çavuş olarak".
Artık
Bilal'ı daha yakından tanımalıydım; çünkü o tanınmayı çoktan hak etmişti.
"Evli
misin Bilal?"
Bir anda
gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hali üzerindeydi. Utanarak sözünü
sürdürdü; "He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez
düğünümü yapacağım".
Yine o
kadar kesin konuşuyordu ki!
"Ama
Bilal, üç gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki sınavı
kazanmış gibisin!"
Sustu.
Başını kaldırdı ve gözlerini ufka dikti hemen cevap vermedi, daldı. Yüzünün
rengi bir beyazlaşıyor, bir sararıyordu. Biraz sonra gözleri ufka dikili olarak
ve sesine bir gizemlilik katarak şunları söyledi:
"Ben
Rabbimi çok seviyorum, inanıyorum ki o da beni seviyor. Seven seveni korumaz,
ona yardım etmez mi? Seven seveni hiç yüz üstü bıraktığı görülmüş müdür?”
Ona
söyleyecek laf bulamıyordum. Bilal öylesine bir kalp taşıyordu ki, Allah bizi
kocaman kocaman müdürleri, Bilal kuluna hizmet ettirmek için ayağına
göndermişti.
Kim
müdürdü, kim işçi olacaktı? Bilal dilekçesini en büyük makama sununca melekler
harekete geçtiler; daireler, müdürler harekete geçtiler ve hep birlikte Bilal
kulun ayağına koşmaya başladılar. Çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik
olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi? Sormaya devam ettim, içim
titreyerek:
"Bilal,
sözlünü nasıl buldun? Bu zamanda hem yetim, hem işsize kim kız verir ki?"
Başını
salladı ve "doğru" diyerek ekledi;
"Zor
nişanlandım ya, Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, ‘sözde
Müslüman’ değil, hakiki mümin. ‘Bu zamanda namazında niyazında damat nerde
bulunur, hem rızkı veren Allah'tır’ dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı
verir inşallah."
“Bilal,
senin bu tarz yetişmene neden olan, seni bu mütevekkil hale getiren bir sır
olsa gerek.”
“ Eğer
ona sır denilirse, var. Sevgili anneciğim bana hiç haram lokma yedirmediğini
söyler.”
Bilal
lise mezunuydu, üç yüz kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçerek ilk
yetmiş kişinin arasına girdi. Şimdi mülakata girecekti.
Ve
bizler, önümüze sunulan, Bakanlık dâhil, bütün referansları bir kenara koyarak
Bilal'ın referansını en öne aldık!
Mülakat
gününe kadar bizi göremedi, kim olduğumuzu da zaten bilmiyordu. Mülakat günü
geldi çattı. Tüm arkadaşlar merak ediyorduk, bizi karşısında görünce acaba
nasıl tepki verecekti?
Adı
okundu, içeri girdi. Heyecandan olacak, bizi birden fark edemedi, zaten
kıyafetlerimiz de değişmişti. Biz susmuştuk, o da başını yavaş yavaş kaldırarak
bize baktı.
Birden
şaşırır gibi oldu, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü, sessizliği bozdum;
"Bilal,
bizi tanımadın mı?"
"Evet".
"Peki,
ne diyeceksin şimdi?"
Ağlamaya
başladı, çocuk gibi hıçkırıyordu. Artık biz de dayanamamıştık, ona uyduk. Sabah
makamında hıçkırıklar boğazımıza düğümlenmişti. Oda öylesine bir havaya
bürünmüştü ki bazı manevi şeylere elle dokunmak mümkündü, adeta. Bilal ellerini
Rabbine kaldırdı ve:
"Ey
Rabbim! Ben halimi sana sunmuştum, içimi sana açmıştım, şimdi burada
müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den, başkasından istememeyi
istedim. Beni yalnız Sana muhtaç eyle Allah'ım” dedi.
Bir an
bir sessizlik oldu. Arkasından hüzün dolu bir sesle;
"Ne
olur, izin verin çıkayım" dedi.
"Peki,
Bilal" dedik, "Güle güle git. Allah işini, aşını, eşini mübarek
kılsın!"
Allah'tan
isteyenler muratlarına erdiler de, O’ndan başkasından isteyenler helak oldular.
Allah dilerse bütün dünyayı Bilal'lere hizmetçi yapar (Bizi yapmadı mı?)
Fakat
Bilal yüreğine ve saflığına ulaşmak gerek.
Yorumlar
Yorum Gönder