Dört Maddelik Bir Bir Nasihat
Dört Maddelik Bir Bir Nasihat
Cengiz Hocaoglu
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Hazreti
Ebu Zerr'e Radiyallahü Anh’a dört maddelik bir bir nasihati
Gemini bir kere daha elden geçirerek yenile, çünkü deniz çok
derin. Azığını tastamam al, şüphesiz yolculuk pek uzun. Sırtındaki yükünü hafif
tut, çünkü tırmanacağın yokuş sarp mı sarp. Amelinde ihlaslı ol, zira her şeyi
görüp gözeten ve hakkıyla değerlendiren Rabb'in senin yapıp ettiklerinden de
haberdârdır.
1- Ummana Göre Gemi
Ceddidi's-sefînete feinne'l-bahra amîkun Gemini restorasyona
tâbi tut, sağını solunu gözden geçir; tamir isteyen yanlarını onar ve bakımını
tamamla. Çünkü, ruhlar âleminden Cennet'e uzanan uçsuz bucaksız ummanda dağvârî
dalgalarla karşılaşman kaçınılmazdır. Gemin sağlam olmalıdır ki, uzun sefere,
hırçın dalgalara ve korkunç fırtınalara dayanabilsin. Küçük bir gölde tenezzüh
için kullanılan kayık ile okyanus geçilemez; tekne ile açık denizde uzun süre
yol alınamaz. Gemini öyle yenile, o kadar geliştir ve o denli bakımlı tut ki,
bir transatlantiğin üzerinde ilerliyormuş gibi aşabilesin en zorlu engelleri!..
Gemiyi yenilemekten maksat, daima Kelime-i Tevhid ile meşgul
olmak ve tahkikî imana ulaşmaya çalışmaktır. Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) Ceddidû îmâneküm bi lâ ilâhe illallah – İmanınızı
‘Lâ ilâhe illâllah' ile yenileyiniz buyurmaktadır. Şu kadar var ki, Allah
Rasûlü'nün bu nasihati, sadece dil ile Kelime-i Tevhidi söylemeye
hamledilmemelidir. Bu mübarek beyan dil ile telaffuz edilirken, aynı zamanda
vicdanda da duyulmalıdır ki, iman tecdid edilmiş olsun. Bu itibarla da, Lâ
ilâhe illallah deyin sözü, Bu kelimeleri vicdanınızda duyun; din ve iman adına
her an daha bir derinleşme peşinde olun; devamlı kendinizi yenileyin ve
yaratılış gayesine ulaşma uğrunda sürekli mesafe katedin!... Demektir.
İmanı yenileme meselesi devamlılık isteyen bir husustur. Bu
yenilenme, mü'minin tabiatının bir yanı, fıtratının bir parçası haline
gelmelidir ki, o devamlı surette imanını derinleştirsin ve nihayet tahkikî
imana erişsin. Evet, imanı tecdid etme ve böylece ruhen yenilenme, kavlî olarak
Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah demekle başlayıp, onun mahz-ı mârifet
haline getirilmesiyle devam eder; sonra da mârifetin muhabbeti, muhabbetin aşk
u şevki ve aşk u şevkin de cezb u incizâbı netice vermesiyle en ileri seviyeye
ulaşır.
Mektubat'ta da vurgulandığı üzere, nefis, hevâ, vehim ve şeytan
az-çok her insana hükmetmekte; onun gafletinden istifade ederek, pek çok hile,
şüphe ve vesveseyle iman nurunu karartmaktadır. Onun için, her gün, her saat,
hatta her vakit, imanı cilalamaya ihtiyaç vardır. Her fırsatta cilalanmış,
sürekli parlak tutulmuş ve tahkik ufkuna ulaştırılmış bir iman gemisiyle, değil
dünyevî okyanuslar, Cehennem gayyaları bile rahatlıkla geçilebilecektir.
2- Ahiret Azığı
Ve huzi'z-zâde kâmilen feinne's-sefere baîdun Azığını eksiksiz
al, yol boyunca ihtiyaç duyabileceğin her şeyi tedarik et. Sahilden ayrıldıktan
sonra artık erzak bulmakta oldukça zorlanırsın, hatta hiç bulamazsın; öyleyse
henüz vakit varken ve gemin demir almamışken önündeki uzun seferde muhtaç
olacağın levâzımâtı iyi düşün, güzelce hesapla ve tastamam hazırla!
Hadis-i şerifteki, zâd kelimesi, yiyecek, içecek, giyecek,
binecek ve sair ihtiyaçlar demektir; dilimizdeki azık sözcüğünün karşılığıdır.
İnsan için iki yolculuk mukadderdir; ilki dünyada yolculuktur; ikincisi ise,
dünyadan yolculuktur. Dünyada yolculuk için yiyecek, içecek, giyecek ve
gerektiğinde harcayacak mal lazım olduğu gibi, dünyadan yolculuk için de azık
lazımdır. İşte, ilkinden daha hayırlı olan bu zahîre, takva azığıdır.
Evet, Hak yolcusu için her seviyede takvâ bir zâd-ı ahirettir.
Uzun ve meşakkatli seferlerde mutlaka azık edinin ve bilin ki azığın en
hayırlısı haramlardan korunma, marufları yerine getirme manasına takvâdır
(Bakara, 2197) fehvasınca, rıza ve rıdvana yürümeye niyet eden her irade eri,
her zaman takvâ serasına sığınmalıdır. İnsana takvâ azığı kazandıracak olan
vesile ise, sâlih amellerdir. Dolayısıyla, başta namaz olmak üzere, Allah'a
ibadet ve kullara şefkat yörüngesinde yapılan hayırlı işlerin hepsi mü'min için
ahiret zâd ü zahîresidir.
İnsan bir köyden diğerine, bir şehirden bir başkasına ve hele
bir ülkeden farklı bir memlekete giderken ne kadar düşünür, taşınır, hazırlık
yapar ve yol için tedbirler alır. Azizim, bir karyeden diğerine, bir ülkeden
bir başkasına, bir gezegenden diğer bir gezegene, hatta bir sistemden daha
başka bir sisteme değil, maddeden, fizik aleminden, elektronlar ve nötronlar
dünyasından hiç bilmediğin bir diyara göç etmektesin. Ne kadar uzun olduğunu
dahi takdir edemeyeceğin bambaşka bir seferle karşı karşıyasın. Bu yolculukta
ihtiyaç duyacağın eşyayı da kendi akl u izanınla belirleyemezsin! Dünyada sefer
için neler lazım olduğunu düşünüp tedarik edebilirsin; fakat, dünyadan sefer
söz konusu olduğunda, ötelerin zâd ü zahîresini ancak seni o yola sürükleyen ve
sana seyahat gücü veren Kudreti Sonsuz'un mesajlarından öğrenebilirsin.
Vahyin rehberliğine başvurmadan, teheccüd ile kabir aydınlığı
arasındaki münasebeti bilemezsin... Allah'a hâlisâne kulluk ile mizanda
terazinin ağır basması arasındaki irtibatı sezemezsin... burada sırat-ı
müstakim üzere yaşamakla ötede Sıratı geçmek arasındaki alâka ve uygunluğu
takdir edemezsin... iman ile Cennet'e girme ve küfür ile Cehennem'e düşme
arasındaki kuvvetli bağı göremezsin. Ne var ki, seni Yaratan, rotanı belirleyen
ve üzerinde yürüyeceğin yolu hazırlayan Zât, sana güzergâhı bildirdiği gibi,
seferde ihtiyaç duyacağın zâd ü zahîreyi de haber vermiştir. İlahî mesaja göre
yaşadığın, ötelere hazırlandığın ve kabir kapısına tedarikli adım attığın
takdirde, ahiretin yol haritası elinde demektir ve ebedî saadete açılan caddede
yürümen oldukça kolaylaşacaktır. Unutmamalısın ki, Cennet azığı taat; Cehennem
kumanyası ise mâsiyettir; heybende hangisi varsa, sana onun kapısı açılacaktır.
3- Dünyada Aşılan Ukbâ Tepeleri
Ve haffifi'l-hımle feinne'l-akabete keûdun Azığını eksiksiz al
ama yol boyunca sana lazım olmayacak yükleri boş yere yanında taşıma.
Cehennem'e yakıt olacak bütün dünyevîlikler yüktür insanın sırtında. Küfür,
fısk, isyan yüktür; herbir günah ve hata yüktür. Bu itibarla, yükün hafifletilmesinden
maksat, mâsiyetten sıyrılmak ve günahlardan arınmaktır.
Önündeki zorlu engelleri, aşılması güç geçitleri ve sarp
yokuşları düşün; belini bükecek ağırlıklarla katedemezsin o uzun mesafeyi.
Elli, yüz, yüz elli kiloluk bir ağırlığı belki birkaç adım taşıyabilirsin;
fakat, onunla kilometrelerce yürüyemezsin, onca yükle hedefe varmaya güç
yetiremezsin. Öyleyse, öteye adım atarken dünyevî ağırlıklarından kurtulmalı,
ahirette işine yaramayacak hiçbir şeyin hamallığını yapmamalı ve yükünü hafif tutarak
yürüyüşünü kolaylaştırmalısın.
Öncelikle, dünya hayatında insanın karşısına çıkan her musibet
bir sarp yokuştur. Şeytanın tuzakları ve nefsin arzuları, aşılması gereken
birer tepedir. Mâsiyete karşı sabırdan sâlihât peşinde koşmaya kadar her
hayırlı amelin önünde de zorlu geçitler vardır. Nefs-i emmâre iradenin kolunu
kanadını kırmak için her an insanın gâfil ve zayıf bir anını kollamaktadır.
Bilhassa, insanlığın kin, nefret ve gayzla yatıp kalktığı, dünyanın bir savaş
alanı ve kan gölü haline geldiği âhir zamanda sevginin tercümanı olmak ve
herkese şefkatle yaklaşmak dahi zorlardan zor bir iş keyfiyetini almıştır.
Nitekim, Cenâb-ı Hak, insanların önlerindeki sarp yokuşları, göğüs gerilmesi
büyük bir kahramanlık isteyen zor işleri sayarken, bu hususa da dikkat
çekmiştir. Sarp yokuş, bilir misin nedir dedikten sonra, Sarp yokuş, bir
köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır; kıtlık zamanında yemek
yedirmektir; yakınlığı olan bir yetimi, ya da yeri yatak (göğü yorgan yapan,
barınacak hiçbir mekânı olmayan) fakiri doyurmaktır. Bir de sarp yokuş Gönülden
iman edip, birbirine sabır ve şefkat dersi vermek, sabır ve şefkat örneği
olmaktır. (Beled, 9012-18) buyurmuştur.
Ölüm de, öbür âleme varıp uzanan müthiş bir geçittir. Aslında,
âhiret geçitlerinden hepsi çok dehşet vericidir; kabir, suâl, mahşer, mizan ve
Sırat gibi âhiret duraklarının herbiri insanın canını dudağına getirecek
mahiyettedir. Fakat, ölümün keyfiyeti bu durakları belli ölçüde mûnisleştirmeye
ya da daha ürpertici hale getirmeye vesile ve sebep olabilmektedir. Mü'mince
ölen bir insanın mahşeri idrak edişi ile imandan nasipsiz bir talihsizin haşri
yaşayışı birbirinden çok farklı cereyan edecektir.
Tabii ki, korteksini mâsivâ ile doldurmuş, şuuraltı
müktesebâtını mal-mülk düşünceleriyle oluşturmuş ve bütünüyle dünyevî
mülahazalara gömülmüş bir insanın ölüm ötesindeki hali de aynı çizgide
şekillenecektir. Böyle bir zavallı, Men Rabbuke sorusuna muhatap olunca,
kat'iyen doğru cevabı veremeyecektir; zira, şuuraltı müktesebâtında bu suâle
dair bir malumât bulamayacaktır. Duygu ve düşünce harmanında, elini attığı her
yerde nefis, mal, mülk, şan ve şöhret kırıntılarına rastlayacak ama marifet-i
Sâni hesabına hiçbir semereye tevafuk edemeyecektir. Evet, kabirde Men Rabbuke
ve men Nebiyyuke ve ma dînuke sorularıyla başlayan ahiret menzillerinin herbiri
bir akabedir; ne var ki, bunların aşılması daha dünyadayken azık hazırlamaya ve
faydasız yüklerden kurtulmaya bağlıdır.
Söz gelmişken, nazara verilen hususların, hâdisenin
kahramanlarına yakışması ve ibret verici olması yönüyle, zikredilmesinde fayda
mülahaza ettiğim bir menkıbeyi anlatmak istiyorum. Denilir ki Rehber-i Ekmel
(aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, bir gün mescidde kabir azabına, Münker ve
Nekir'in ilk sorgulama esnasındaki heybetli hallerine ve berzah hayatına dair
beyanda bulunurken, Hazreti Ömer (radıyallahu anh), Ya Rasûlallah, suâl anında
şimdiki aklımız bize verilir mi diye sorar. Hikmetin Lisan-ı Fasîhi (aleyhi
ekmelüttehaya) Efendimiz, Şimdiki aklınızla nasılsanız kabirde de öyle olursunuz.
buyurur. Bu cevap üzerine Hazreti Ömer, Böyle olduktan sonra, kabir suâliyle
alâkalı korku ve elem çekmeye lüzum yoktur. Der.
Hazreti Ömer'in dâr-ı bekaya irtihalinin akabinde, bu hâdise
Hazreti Ali'nin aklına gelir; Bakalım Münker ve Nekir'e nasıl cevap verecek
der. Cenâb-ı Hakk'ın aradaki perdeyi kaldırması neticesinde, Haydar-ı Kerrar,
dostunun suâl anına muttali olur Melekler heybetli halleriyle Hazreti Ömer'in
yanına gelirler ve ona Rabbin kim Peygamber'in kim Dinin ne diye sorarlar. Ömer
Efendimiz, meleklerin suâline yine bir soruyla mukabele eder; Siz nereden
geliyorsunuz der. Yedinci kat semadan.... Cevabı üzerine, bu defa Yedinci kat
sema ile burası arasındaki mesafe ne kadardır diye sorar. Melekler, Yedi bin
sene... Derler. İşte o zaman, Hazreti Ömer, kendi ufkunu seslendirir ve Siz
yedi bin senelik yoldan geldiğiniz halde Rabbinizi unutmadınız da, ben evimden
çıkıp kabre gelinceye kadar Rabbimi, Peygamberimi ve Dinimi niçin unutayım der.
Bu sırlı hâdiseyi müşahede eden Hazreti Ali, Allah'ın rahmet ve bereketi senin
üzerine olsun ey Ömer, sahiden davanın eriymişsin! Buyurur.
Evet, aslında ölüm, kabir, suâl, berzah, mahşer, hesap, mizan ve
Sırat gibi akabeler, bir manada hep burada geçilmektedir. Ömür sermayesini ve
sayısız nimetleri değerlendirebilenler, daha dünyadayken o sarp yokuşları
dümdüz birer yola çevirmektedirler. Tevbe kurnalarında arınarak mâsiyet
yüklerinden kurtulmakta ve sırtlarında fazla ağırlıklar taşıma zahmetine dûçar
olmadan rahatça Cennet'e uçmaktadırlar.
O halde, sen de uhdendeki yükleri hafifletmeli ve dünyevî
ağırlıklardan sıyrılmalısın. Bir gün senden ayrılacak ve ahirette fayda
sağlamayacak şeylerle manasız uğraşmamalı, geçici işlere bağlanıp onlarda
boğulmamalısın. Fâni âlemde bırakmak zorunda kalacağın makam, mansıp, pâye,
şan, şöhret, mal ü menâl gibi sebeplere takılmamalı, âhirette senin için
kurtuluş fermanı olabilecek vesileleri kollamalısın. Herkesin hakkını gözeterek
yaşamalı ve görülmemiş hesapları ötelere taşıma sıkıntısından kurtulmalısın.
Hem ibadet hayatına ait borçlardan hem de üzerindeki kul haklarından halâs
olmalısın. Günahlarından dolayı istiğfara sarılmalı ve mahşerde seni
terletebilecek her türlü sıkleti kabrin bu yanında bırakmalısın. Yoksa ötede
sana yardım edecek, yüküne omuz verecek kimseyi bulamaz ve tahammülfersâ
ağırlıkların altında kalırsın.
4- Amellerin Canı
Ve ahlısı'l-amele feinne'n-nâkıde basîrun. Yaptığın her işte
doğru, samimî, katışıksız, dupduru, riyâdan âzâde ve öz yürekli ol; amellerini
sadece Allah'a tahsis et. Gönül safvetini ve fikir istikametini her zaman koru;
Allah ile münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kal. Vazife ve
sorumluluklarını, sırf O emrettiği için yerine getir; bunu yaparken de yalnızca
O'nun hoşnutluğunu hedefle ve O'nun uhrevî teveccühlerine yönel.
Şüphesiz, her şeyi görüp gözeten, sadece cisimlere, suretlere
değil kalblere ve niyetlere de nazar eden ve her ameli zâhir-bâtın yanlarıyla
küllî olarak değerlendiren Rabb-i Rahîm senin yapıp ettiklerine de muttalidir.
Allah Teâlâ ne yapıp ettiğini gördüğü gibi, onu nasıl bir niyetle ortaya
koyduğunu da bilmektedir.
Şüphesiz, her şeyi görüp gözeten, sadece cisimlere, suretlere
değil kalblere ve niyetlere de nazar eden ve her ameli zâhir-bâtın yanlarıyla
küllî olarak değerlendiren Rabb-i Rahîm senin yapıp ettiklerine de muttalidir.
Allah Teâlâ ne yapıp ettiğini gördüğü gibi, onu nasıl bir niyetle ortaya
koyduğunu da bilmektedir.
Mevlâ-yı Müteâl, çok iş ve çok semereden daha ziyade, her işte
rızasının gözetilmesine önem vermektedir. Evet, O'nun nezdinde bir dirhem
ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana tercih edilir.
İhlasın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Rasûlü (sallallahu
aleyhi ve sellem) “Dinî hayatında ihlaslı olursan az amel de yeter.”
buyurmuş ve “Her zaman amellerinizde ihlası gözetin; zira Allah, sadece işin
hâlis olanını kabul eder.” tembihinde bulunmuştur. Demek ki, amel bir ceset ise
ihlas onda candır; ihlâssız iş sadece bir kadavradır.
Bu itibarla, her mü'minin kendi iman gemisini yenilemesi, ahiret
azığını tedarik etmesi ve sırtındaki yükünü hafifletmesi lazımdır; ne var ki,
ötelere yolculuk için hazırlık mahiyetindeki bu ameller de ancak Allah'ın
rızası gözetilerek yapılırsa gerçek kıymetine ulaşacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder