Mevlâna'nın Ölüm Günü Gerdek Gecesiydi
Mevlâna'nın Ölüm Günü Gerdek Gecesiydi
Halk kafile kafile,
Mevlâna Kuddise Sirrûh'un henüz bir mezar taşı dahi bulunmayan mezarını ziyaret ediyordu.
O:
"Ölümümüzden
sonra, mezarımızı yerde arama. Bizim mezarımız arif kişilerin
gönülleridir" demesine rağmen, onu sevenler mübarek toprağını gözyaşları
ile ıslatmaktan kendilerini alamıyorlardı.
Oysa Mevlâna için
ölüm, yeniden doğuştu. "Bu yanda ölümdür ama o yanda doğumdur"
diyordu. Derin bir aşkla Hak'ka vuslatın doğumuydu. O halde ölüm günü, vuslat
günü sevgilinin sevgiliye kavuşma günü, yani düğünü; gecesi de gerdek
gecesiydi. Kur'an-ı Kerim'de "Allah'a dönüş" olarak vasıflandırılan
ölüm, Mevlâna için yâre kavuşma, visal ve "Şeb-i Ârus - Gerdek
Gecesi"dir.
Mevlâna, son
zamanlarda söylediği bir gazelinde. "Öldüğüm gün, tabutumu omuzlar
üzerinde gördüğün zaman, bende bu cihanın derdi var sanma... Bana ağlama, "yazık
yazık, vah vah" deme. Şeytanın tuzağına düşersen, vah vah'ın sırası o
zamandır, "yazık yazık" o zaman denir... Cenazemi gördüğün
zaman "ayrılık ayrılık" deme, benim, buluşmam, görüşmem o
zamandır. Beni mezara koydukları zaman "elveda elveda" deme...
Mezar cennet kapısının perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret.
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir. Sana batma görünür ama o aslında doğmaya
hazırlıktır, yeniden doğmadır. Mezar ise hapishane gibi görünür ama aslında
can'ın hapisten kurtuluşudur. Yere hangi tohum atıldı da bitmedi. Neden insan
tohumuna gelince bitmeyecek zannına düşüyorsun. Hangi kova kuyuya salındı da
dolu olarak çıkmadı. Can Yusuf’u kuyuya düşünce, niye ağlasın. Bu tarafta ağzım
yumdun mu, o tarafta aç... Çünkü artık, hayhuydan uzak, mekânsızlık âlemindesin"
diyordu.
Bu
"vuslat" zevki içinde Mevlâna, ölüm gününü bir gam. Bir üzüntü günü
olarak değil, bir zevk ve nes'e günü olarak kabul ediyordu. Diyor ki,
"Eğer mezarımı ziyarete gelirsen, üstümeki toprak yığınını raks eder
görürsün... Ey kardeşim, meclisime defsiz gelme… Çünkü, Hudâ Meclisi'nde gamlı
olmak, yaraşmaz. Çenem bağlanmış mezarda yatmadayım amma, ağzım sevgilinin
ebedi sarhoşluğunu durmadan emmededir..."
O öyle söylüyordu
ama Mevlâna'nın ardından gözyaşı dökmemek. O'na üzülmemek elde miydi? Yanıp
yakınılmasını istemiyordu ama bunu yapabilmek mümkün müydü?
Hak ve peygamber
sevgilisi, insanlık âşığı, gönüller saltanı, mânâ eri Mevlâna Celâleddin, bir
sevgi pınarı gibi gürül gürül kaynarken, birdenbire kaybolur da ardından
ağlanılmaz mıydı?
Yorumlar
Yorum Gönder