Edeb


Edeb

Edeb, İslâm nazarında o kadar ehemmiyetlidir ki, onu kısaca târif etmek için “İslâm, edepten ibârettir.” denilebilir. Çünkü Allah ve Rasûlü’ne itaat edilerek yapılan işlerin tamamı, aynı zamanda edeb îcâbıdır. Yasaklar ise edebe muhâlif olan şeylerdir.
Akıl ve hikmet nazarı ile bakıldığında Kur’ân-ı Kerîm’de en fazla üzerinden durulan mevzuun, edeb ve ahlâk olduğu görülür. Ondaki târihî kıssalar dahî edeb ve ahlâkı, yâni davranış mükemmelliğini telkin maksadıyla zikredilmiştir. Mevlânâ Hazretleri bunu ne güzel ifâde eder:
“Gözünü aç da Allâh’ın kelâmına baştanbaşa bir bak! Âyet âyet bütün Kur’ân edeb tâliminden ibârettir!”
Kullarına edeb ve inceliği tavsiye eden Cenâb-ı Hak, bunun zıddı olan çirkinliklerden de nehyeder. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Muhakkak ki Allah, adâleti, ihsânı, akrabâya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri (yâni edepsizlik ve hayâsızlığı), fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” (en-Nahl, 90)
Diğer bir âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak, edepli kullarını affedeceğini müjdeleyerek şöyle buyurur:
“Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince; bil ki Rabbin, affı bol olandır…” (en-Necm, 32)
Peygamber Efendimiz, ashâb-ı kirâma her türlü güzel edebi tâlim buyurmuştur. Dolayısıyla dînimizin, insan hayâtının her alanıyla alâkalı usûlleri ve edeb kâideleri mevcuttur. Bunların bâzısı farz, bâzısı sünnet, bâzısı da mübahtır. Hepsi de insanlık haysiyetini korumak, böylece dünyâ ve âhiret saâdetini temin etmek için tâyin ve tespit edilmiştir.
Bir sultânın veya yüksek mevkî sâhibi birinin huzûrunda olanlar, dışarıdaki gibi davranamaz, bulundukları yer ve makâma uygun edepli tavırlar sergilemeye gayret ederler. Ehlullah da her an Allâh’ın huzûrunda bulundukları idrâkiyle yaşadıklarından, edebe çok îtinâ ederler. Böylece edeb hâli, onların bütün hayatlarına yansır. Zîrâ onlar, her zaman ve mekânda Hakk’ın huzûrunda bulunduklarını perdesiz olarak gören ve delilsiz olarak hisseden ârif gönüllerdir. Yâni onlar:
“…Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4) sırrının âşinâları olarak her anlarını Allâh ile beraberlik şuuruyla yaşarlar.
Cenâb-ı Hak:
“Onlar namazlarını muhâfaza ederler.” (el-Meâric, 34)
“Onlar namazlarında devamlıdırlar.” (el-Meâric, 23)
buyurur.
Hazret-i Mevlânâ, bu âyetlere işârî bir mânâ vererek şöyle der:
“Kul, namazdaki hâlini namazdan sonra da muhâfaza eder. Böylece bütün bir ömrünü, edeb ve huşû ile; dilini ve gönlünü muhâfaza ederek geçirir. Bu, gerçek âşıkların, Hak dostlarının hâlidir…”
Edebin esâsı, îmânın olgunluğundan başka bir şey değildir.
Edeb, hayvânî vasıflardan kurtulup insânî meziyetlerle ziynetlenmektir. Gerçekte müslüman olmak da, İslâm edebine sâhip olmaktır; ulvî güzellikleri, hâl ve davranışlara yansıtabilmek ve bunları sürekli hâle getirebilmektir. Bu da ancak insanın, ihsân duygusuyla, yâni devamlı bir sûrette ilâhî kameralar altında bulunduğu şuuruyla yaşamasına bağlıdır.
Edeb, aynı zamanda her edepsizin edepsizliğine de sabır ve tahammül gösterebilmektir.
Edeb, rûhun ve gönlün süsüdür.
Edeb, her işin usûlüdür. Usûlsüz vusûl (vuslat, maksada ulaşmak) mümkün olmadığından, edeb noksanlığı ile de gerçek insanlık seviyesine ulaşmak, mümkün değildir. Zîrâ insan, bedeniyle değil, asıl yüksek rûhî temâyülleriyle insandır.
Edeb, aklın ve fazîletin dışa akseden görünüşüdür. Zîrâ dîn, edeb ve mürüvvet, hep akıl ve fazîletin netîceleridir.
Mü’minin edeb ve ahlâkının güzel olması, îmânının da son derece kuvvetli olduğunun bir göstergesidir. Yâni edeb, aynı zamanda kâmil îmânın bir aynasıdır.
Edeb, maddî ve mânevî belâlardan muhâfaza eden bir sığınaktır. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle buyurur:
“Irzlarınızı muhâfaza eden kale, edeptir.”
Edeb, kâmil insanların muhabbet harcıdır. Edeb, insana hayâtı ve içinde yaşadığı toplumu sevdiren, nezih bir keyfiyettir. Buna binâen büyükler, “Kişinin edepli olması, bütün dünya servetinden daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır.
Edeb, şeytanın düşman olduğu bir husustur. Bu sebeple evlâdına edeb öğretmeyen ana-baba, şeytanı ve düşmanlarını sevindirmiş olur.
Edebin en fazîletlisi, kişinin haddini bilerek sınırı aşmaktan sakınmasıdır. Bu sebeple; “Ulemânın yanında diline, evliyânın yanında kalbine, sofrada eline, misâfirlikte gözüne sâhip ol!” denilmiştir.
Edeb, insanı maddî ve mânevî her türlü belâdan muhâfaza eder. Şâir ne güzel söyler:

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan,
Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan…

Bu itibarladır ki, evvelce tekke ve dergâhların duvarlarını süsleyen îkaz levhalarından biri de “Edeb yâ Hû!...” idi.
Edeb, her hususta baş tâcıdır. Diğer bir ârif şâir de bu hakîkati şöyle dile getirir:
Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb,
Her hüner makbûl imiş; illâ edeb, illâ edeb!

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-; “Amelde edeb, onun kabûlüne işarettir.” demiştir. Yine Allah dostları; “İbâdet, insanı cennete götürür, ibâdette edeb ve tâzîm ise Allâh’a götürür, Hakk’a yaklaştırır.” demişlerdir.
Dolayısıyla ahlâkın en mükemmeli ve edebin en üstünü, dînde edeb, yâni Allah Teâlâ’ya karşı gösterilen edeptir ki, tasavvufun en mühim gayesi de budur. Bu gâye, ham insanı ihsan duygusu ile kâmil bir insan hâline yükselterek Allâh’a karşı edeb sâhibi kılmaktır.
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle buyurur:
“Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek ve yasaklarından da kaçınmaktır.”
Hazret-i Mevlânâ da şöyle buyurur:
“«–Îman nedir?» diye aklıma sordum. Aklım da kalbimin kulağına eğilip; «–Îmân edepten ibârettir…» diye fısıldadı. O hâlde edebi olmayan kimse, Allâh’ın lutfundan mahrum kalır.”
Allâh’a karşı edepten sonra, O’nun Rasûlü’ne gösterilecek edeb gelir. Cenâb-ı Hak, bilhassa Hucurât Sûresi’nde ve birçok âyet-i ke rî melerde mü’minlere, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı edebi muhâfaza etmelerini emreder.
Bu edepleniş, üstâda, ana-babaya, mü’minlere ve böyle silsile hâlinde bütün mahlûkâta uzanır.
Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:
“Güzel edeb, Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür.”
Yine şöyle buyrulmuştur:
“Üç haslet vardır ki, bunlara sâhip olan mahrum kalmaz:
- Güzel edeb sâhibi olmak,
- Edeb ehliyle oturmak,
- Başkalarını incitmekten sakınmak.”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bildirdiğine göre:
“Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)
Nitekim âyet-i kerîmede:
“Mü’minler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenler var ya, işte onlara, dünya ve âhirette can yakıcı bir azap vardır…” (en-Nûr, 19) buyrulmuştur.
Hayâ ve edeb noksanlığı, akıl, îman ve dîn noksanlığından neş’et eder. Bu sebeple edebe riâyet etmeyenler, Allah’tan ve Rasûlü’nden uzak kimselerdir. Onlar, büyük bir mahrûmiyet içindedirler. Şâir şöyle der:

Hiç yetîm olmaz yetîm-i ümm ü eb,
Bil yetîm oldur ki düştü bî-edeb…

“Yetim, anne-babadan mahrum kalan kimse değildir. Asıl yetim, edepten mahrum olan kimsedir.”
Edeb, güzel ahlâkın zirve noktasıdır. Allâh’ın bir kimseye verdiği en hayırlı ve en kıymetli varlık, güzel ahlâktır. 
Kıyâmet günü mîzanda en ağır gelecek sevap, yine güzel ahlâktır.
Allah ve Rasûlü’nün en çok sevdiği ve âhirette Peygamber Efendimiz’e en yakın olacak kimseler de yine âhlâkı güzel olan edepli kimselerdir.
O hâlde güzel ahlâk, cennete girmeleri için insanlara en fazla yardımcı olan bir nevî cennet vizesidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Uzun Ömür İçin Dua

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)