Tasavvuf Kur'an-ı Kerim Ve Sünnete Dayanır
Tasavvuf Kur'an-ı Kerim Ve Sünnete Dayanır
Tasavvuf çok sevimli bir konudur. Çok
saygıdeğer bir konudur, çok önemli bir konudur. Hem tarihi yönden önemlidir;
hem insan olmak dolayısıyla, gönlümüz olduğu için, iç âlemimiz olduğu için
önemlidir. Dünya var oldukça, insanoğluyla beraber tasavvuf var olmuştur;
mistisizm diyoruz buna...
Tabii, İslâm'ın tasavvufu da İslâm'cadır, başka
tasavvuflara benzemez. Hint tasavvufuna, Yunan tasavvufuna, Yahudi tasavvufuna,
İran tasavvufuna, İslâm'dan önceki kültürlerin tasavvufuna benzemez. Çok büyük
farklar var...
Çünkü, İslâm tasavvufunun kaynağını Kur'an-ı
Kerim ve Peygamber SAS Efendimizdin hayatı, sireni, sünneti teşkil etmiştir. O
damgayı vurmuştur. Nasıl başka dinlerde İslâm'ın hakikatleri yoksa,
kaybolmuşsa; İslâm kaybolan hakîkatleri dile getiriyorsa, tevhide akîdesinin
bayrağını dikmişse fikir kalesinin burcuna; İslâm tasavvufu da tabii, öteki
mistisizm cereyanlarından, mistik felsefelerden çok farklıdır. Kökü, Kur'an-ı
Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.
Tabii, - boya yapan, resim yapan kardeşlerimiz
bilirler- beyazı hangi rengin yanına
getirirseniz, karıştırırsanız, o rengin açığı olur. Kırmızıyla karıştırırsanız,
pembe olur. Beyazı çok olursa, çok açık pembe olur. Kırmızısı çok olursa,
koyuya doğru gider. Yeşile karıştırırsınız, maviye karıştırırsınız, çeşitli
başka renklere karıştırırsınız. Beyaz beyazlıktan çıkar ama, yine açık bir
renktir, güzel bir renktir.
Ben buna benzetiyorum. İslâm tasavvufu, koca
İslâm âlemine yayıldığı için, Atlas Okyanusu'ndan Hint Okyanusu'na, Sibirya
Bozkırlarından Afrika'nın güneyine kadar, dünyanın çok büyük bir yerine
yayılmış olduğu için, gittiği yerlerdeki boyalar, biraz onun beyazına renk
katmıştır. O halde bölge bölge tasavvuflarda fark vardır. Meselâ;
Hindistan'daki tasavvufla, Afrika'daki, İspanya'daki tasavvuf aynı değildir.
Anadolu'daki tasavvuf ile Yemen'deki tasavvuf aynı değildir. Horasan'daki
tasavvufla Mısır'daki tasavvuf arasında nüans farkları vardır. Zevk ve görünüm
farkları vardır.
Bu genişlik içinde, yayıldığı yerlerden renk
aldığı için, aldığı renkler, alıntılar fazla ise, biraz da çizginin dışına
kaçmış taraflar da olabilir. O zaman, İslâmî ölçüler içinde tasvib edilemeyecek
bir takım görünümler; İslâm'da, Kur'an'da, Peygamber Efendimizdin sünnetinde
olmayan bir takım görünümler olabiliyor.
- Nerden oluyor?
- Mahalli kültürlerden giren unsurlardan...
Müslüman olan unsurların, eski kültürlerini unutamamalarından ve o kültür
unsurlarını yeni İslâmî hayatlarında az çok yaşamalarından kaynaklanıyor.
Yakın misalini söyleyeyim: Tasavvufî bir konu
için davet edildiğim için, iki ay önce Sudan'a gitmiştim. Koca salonda bize
Türk heyeti diye büyük pâye verdiler. Ayrı masa verdiler, imkânlar verdiler...
Salona baktığım zaman, ordaki tasavvuf ehli insanlar arasında o kadar çeşitli
insanlar gördüm ki, bir tanesi çok dikkatimi çekti. Bir başlığı var başında;
miğfer gibi ama, madenî değil... İki ucundan dal gibi, aşağı yukarı bir metre
uzunluğunda bir şeyler çıkmış; o da dallanmış geyik boynuzu gibi...
Tabii, ben çok garipsedim. Avrupalıların
filimlerinde hani Avrupalı kâşifler Afrika'ya gittiği zaman, yerlilerin
kendilerine hücumu sahnelerinde göreceğimiz başlık gibi bir şey... Merak ettim,
bizim arkadaşa "Git anla bakalım, bu kimmiş?" dedim. Kâdirî Tarikatı
mensubu imiş. Abdulkadir-i Geylânî Efendimizdin tarikatının mensupları...
- E, bu kıyafet nedir?
- İşte mahalli bir kıyafet...
Buradaki Kadirîler'de öyle bir başlık
göremezsiniz. Bunlar biraz farklı şeyler, bölgesel farklar oluyor. Ama ana
çizgiyi göz önünden geriye bırakmamak lâzım! Her müessesede böyle şeyler
olmuştur. Her müessesenin fertlerinde nüans farkları olmuştur. Meselâ;
öğretmenlik mesleği, doktorluk mesleği...
Doktorluk mesleği nasıl bir meslektir? Asil bir
meslektir. İnsanoğlunun sıhhatine hizmet ediyor. Hattâ Hipokrat yemini
ediyorlar ki; "Hastamın renk, dil, ırk, mezheb, inanç farkına bakmadan
tedâvi yapacağım!" diye doktor yemin ediyor, taassuba düşmeyeceğini
söylüyor. Ama buna rağmen, doktorların birkaç tanesi kürtaj yapabilir,
yakalanabilir, ceza yiyebilir... Birkaç tanesi mesleğini kötüye kullanabilir.
Bunlar o mesleği boyamaz.
Öğretmenlik asil bir meslektir. Birkaç tanesi
talebesinden rüşvet almış, notu değiştirmiş diye gazetede duyarsak, bu
öğretmenlik mesleğine gölge düşürmez.
Onun için tasavvuf, genel ölçüleri itibariyle
Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamber Efendimizdin sünnetine dayanan bir yol... Dinin
özü, dinin yaşanan şekli... Söz şekli, edebiyatı, kitaplara yazılan yazısı
değil de, hayattaki uygulanışı...
Diyorlar ki: "Fıkıh ilmi, insanın
lehine ve aleyhine olan, yapması gereken ve yapmaması gereken şeylerin
bilgisidir." İslâm hukukudur yâni... Hayatın herhangi bir faaliyetinin
İslâm'a uygun olup olmadığını; sevap veya günah, mekruh veya mubah olduğunu
anlatan ilimdir. Buna fıkh-ı zâhir diyorlar. "Nasıl abdest alacağız,
nasıl namaz kılacağız? Nasıl zekât vereceğiz?" Fıkh-ı zâhir bunları
anlatıyor.
Tasavvufa da fıkh-ı bâtın diyorlar. Yâni,
insanın iç âleminin Allah'ın rızasına uygun olması için, sevap olması için,
güzel olması için, riayet edilmesi gereken kaideler, esaslar nelerdir; bunu
anlatan ilim...
Bir kısmı, "Takvâ yoludur." demişler.
Biliyorsunuz, bazı insanları hayret ve takdirle karşılarsınız. Birisi ondan
bahsederken derler ki, "Haa, o takvâ ehli bir insandır. Haram yemez,
harama bakmaz... Sözünde durur, kale gibi sağlamdır, çok dürüsttür, takvâ
ehlidir." İşte tasavvufa, takvâ yolu diyorlar.
Başka bir isim: "Tasavvuf ihsân
yoludur." "Yâni, Allah'ı görüyormuşçasına, Allah'ın kendisini
gördüğünü bilerek o şuur içinde çok müeddeb ve çok mükemmel bir kul olarak
yaşama yolu... İhsan..."
الإِحْسانِ:
أَنْ تَعْبُدَ اللَّه كَأَنَّكَ تَراهُ فإِنْ لَمْ تَكُنْ تَراهُ فإِنَّهُ يَراكَ.
(El'ihsânü en ta'büdallahe keenneke terâhu fein
lem tekün terâhu fe innehû yerâke) hadis-i şerifini bilir erbabı... Kulluğun en
yüksek derecesi, Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek, insanın her hareketine
çeki-düzen vermesi, güzel yapması... İşte tasavvuf, bu yoldur diyorlar.
Kur'an-ı Kerim'den gelme bir başka tabir daha
var, onu da hatırlayacaksınız: "İlm-i ledün" deniliyor. Tasavvuf
ilm-i ledündür. Mûsâ Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm'ın, Kehf Sûresi'nde
anlatılan kıssasında, Hızır Aleyhisselâm'dan bahsedilirken deniliyor ki:
(Ve allemnâhu min ledünnâ ilmâ)
"Biz o şahsa -Hızır Aleyhisselâm'a- kendi indimizden, katımızdan, dergâhımızdan
ilimler öğretmiştik." Yâni Mûsâ Aleyhisselâm'ın
bilmediği birtakım bilgilerle mücehhez Hızır Aleyhisselâm...
Musâ Aleyhisselâm da, diyor ki:
(Hel ettebiuke alâ en tüallimeni mimmâ ullimte
rüşdâ) "Ben sana tabi olsam ey Hızır, sen bana Allah'ın sana öğrettiği
bilgileri bu esnada öğretir misin? Taleben olayım, yanında bulunayım, çömezin,
danişmendin olayım; bana öğretir misin?" diyor, bir müddet yanında geziyor
ya! İşte bu bilgiye ilm-i ledün bilgisi deniyor. Görüyorsunuz, hepsi Kur'an-ı
Kerim'de olan kavramlar, sözler ve fikirler...
Niçin bu konuda döne döne aynı şeyi söylüyorum?
Çünkü bazıları diyor ki: "Tasavvuf başka bir dindir." Bunu diyen
yazarlar var, Türkiye'de yaşayan... Tasavvuf İslâm değilmiş... Neymiş? Başka
bir dinmiş... İslâm'dan gayri bir şeyi hiç kimse istemez, biz de istemeyiz. Biz
kendimizi öyle görmüyoruz ama o diyor ki: "Tasavvuf ayrı bir din..."
Yâni reddediyor, İslâm dışı demek istiyor. Ben onun için bu konu üzerinde
duruyorum.
Bakıyorsunuz Suudi Arabistan'da, tasavvuf
erbabına karşı bir karşı tavır var... Devletin resmî ideolojisi tasavvufa
karşı... Vehhâbî cereyanı tasavvufun karşısında... Üniversitelerinde tasavvufun
aleyhinde tedrisat yapılıyor. Düşmanları var, hasımları var...
Onun için diyoruz ki, tasavvuf Kur'an'dandır,
Peygamber Efendimizdin sünnetindendir. Bunu kısaca da olsa bastırarak açıklamam
lâzım. Çünkü bu benim hem vicdan borcum, hem de ilim adamı olarak söylemem
gereken bir nokta... Bir yanılmayı, yanlışlığı düzeltmem gerekiyor.
Yazar: Mahmud
Es'ad Coşan Kuddise Sirrûh
Yorumlar
Yorum Gönder