Yaşlı Bir Baba!...

Yaşlı Bir Baba!

 

Yaşlı Bir Baba, kuzu etinden imal edilmiş yaprak döneri çok severmiş...

Bir gün canı yaprak döneri çok çekmiş. Babasının isteğini fark eden oğlu, almış babasını ve güzel bir lokantaya götürmüş...

Baba, yemeği önce kendisi yemek istemiş... Ancak yaşlılığın verdiği zayıflık sonucu elleri titrediği için lokmayı ağzına götürmek istediği her seferinde üzerine dökmüş, yağı sakalına damlamış...

Lokantadaki insanların bakışları da pürdikkat onların üzerindeymiş... Aşağılayıcı bakışlar, alaycı tavırlar, surat ekşitmelerle arada bir yaşlı babaya bakıyorlarmış. Bir süre sonra oğlu sabır ve itina ile lokmaları babasının ağzına koymaya başlamış...

Nihayet yemek bitmiş ve oğlu babasını alıp lavaboya götürmüş, elini-yüzünü iyice yıkamış, üstünü-başını silip temizlemiş, saçını-sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış, ardından da koluna girip dışarı çıkarmış...

Lokantada bulunanların hakaretamiz bakışları hâlâ onların üzerinde... Hiçbir bakışı umursamayan çocuğun ise yüzünde hep tebessüm varmış, babası çok sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için...

Yemek parasını ödeyip çıkıyorken, arkalardan yaşlı bir amca seslenmiş:

“- Hey evlât, burada bir şey unutmadın mı?”

Az düşündükten sonra çocuk cevap vermiş:

“- Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum!”

Yaşlı amca:

“- Hayır, evlât, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun!”

Şaşkınlık içinde:

“- Ne bırakmışım ki amca?”

“- Sen burada, her evlât için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp da gidiyorsun!”

Salonda tam bir sessizlik hâkim olmuştu... Herkes yaptığından, düşündüğünden utanç duyuyordu...

Unutmuşlardı bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını:

“- Baba! Şunu istiyorum!”

“- Baba! Bana şunu al!”

“- Baba! Şu okulda, şu üniversitede okumak istiyorum, şu kadar harç gerekiyor!”

“- Baba! Okul masrafları için şu kadar para lazım!”

“- Baba! Falan şehre gezmeye gitmek istiyorum, para ver!”

“- Baba! Doğum günümde bana ne aldın?”

“- Baba!”

“- Baba!”

Ama bir defa olsun dememişlerdi sanki:

“- Yanımdasın ya baba, benim için her şeye değer ve yeter…”

“- Babam! Senin yanında olmak benim için bir dünyadır...”

Hep sahip olmak istediklerimizden söylenip durduk, yokluklarımızdan sitem edip şikâyetçi olduk... Ama belki de hiç sormadık ona:

“- Baba! Senin benden bir isteğin var mı?”

Çoğumuza çocukluğumuzda, kesin sormuşlardır:

“- Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?" diye.

İlk başta:

“- Her ikisini de!" desek de az ısrar sonucu utanarak, sıkılarak kısık sesle:

“- Annemi…" diyorduk.

Buna rağmen baba içindeki acıyı bize hissettirmeden tebessüm ediyordu. Kim bilir, belki de herkesin yanında utanıyordu...

Ama bir gün gelir de kayıp giderse elinden, aile fertlerinin güzel yaşaması için ne tür zahmetlere katlandığını işte o zaman anlarsın... Zaten kayıp gidecek…

Düşünüyorum da baba hakkında “bir Sûre” inmiş olsaydı, kesin babaya da yemin edilirdi:

“Andolsun; ekmek kokan nasırlı ellerine...”

“Andolsun; hep kaygı taşıyan gözlerine...”

“Andolsun; içine akan kutsal gözyaşlarına...”

“Andolsun; keder dağına dönüşen yüce kalbine...”

“Andolsun; gururuna, garipliğine, kadri bilinmeyen kadrine...”

“Cennet’e; ancak senin rızanla gidilir…”

Bu yazıyı okuduktan sonra şu duayı yapmak geldi içimden…

            “- Allah’ım Ben evlatlarımdan razıyım! Allah’ü Teâlâ da onlardan razı olsun… “Rab’bim, herkese; anne-babaya, kardeşe, akrabaya, komşusuna kimsesize bakan, vatana, millete, herkese hayırlı evlat nasip etsin!

(Alıntı)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis