Mal ve Mülk Sevdası
Mal ve Mülk Sevdası
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Onlardan kimi de, Eğer
Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz
sâlihlerden olacağız! diye Allah'a and içti. Fakat Allah lütfundan onlara
(zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden
döndüler.” (Tevbe, 75-76)
Rasûlullah Sallallahü
Aleyhi Vesellem buyurdular:
“Şükrünü edâ edebileceğin
az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır…” (Taberî,
Câmiu’l-Beyân, XIV, 370-372.)
Medîne müslümanlarından
olan Sâlebe'nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak
istiyordu. Bunun için Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem'den duâ istedi.
Onun bu talebine Allâh
Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle cevap verdi:
"-Şükrünü edâ
edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır..."
Bu ifâde üzerine isteğinden
vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar
Rasûlullâh Sallallahü Aleyhi Vesellem'e gelip:
"-Yâ Rasûlallâh! Duâ
et de zengin olayım!" dedi.
Bu defâ Hazret-i
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"-Ben senin için
kâfî bir örnek değil miyim? Allâh'a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın
ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağnî kaldım."
Sâlebe, yine isteğinden
vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine;
"Zengin olursam, fakîr fukarâya yardım eder, daha çok ecre nâil
olurum!" şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine
yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem'in
yanına gitti ve:
"-Seni hak peygamber
olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakîr fukarâyı koruyacak,
her hak sâhibine hakkını vereceğim!.." dedi.
Nihâyet bu kadar ısrar
karşısında Allâh Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem:
"-Yâ Rabbî!
Sâlebe'ye istediği dünyâlığı ver!" diye duâ eyledi.
Çok geçmeden bu duâ
vesîlesiyle Allâh Teâlâ, Sâlebe'ye büyük bir zenginlik ihsân etti. Sürüleri
dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna kadar "mescid kuşu" ifâdesi ile
vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati
aksatmaya başladı. Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir
müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.
Bir gün onun durumunu
sorup öğrenen Allâh Rasûlü Sallallahü Aleyhi Vesellem:
"-Sâlebe'ye yazık
oldu!.." buyurdular.
Sâlebe'nin gaflet ve
cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen
memûrlara:
"-Bu sizin
yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!" deyip, daha evvel vereceğini
va'dettikleri şöyle dursun, fakîr fukarânın âyetle sâbit olan asgarî hakkını
dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi
Ekim-2000)
Her Güne Bir Esma-ül
Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Mecîd: Fiilleri güzel, lütuf, keremi çok, şanı
büyük, yüce, kadri çok büyük, medh ve övülmesinde ortağı bulunmayan demektir.
Kısa Günün Kârı
Cenâb-ı Hakk'dan bir şey
isterken onun hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olduğu hususunda aklımıza
gereğinden fazla güvenerek ısrarcı olmak yerine talebimizin ind-i ilâhîde
makbûl ise kabûlünü istemeliyiz. Aksi halde lutuf içine saklanmış kahırları
görememekten dolayı başımıza çâresiz dertler açarız.
Lügatçe
edâ: Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek.
Vazifesini yapmak.
zannî: Zanna ait, zanna dâir ve müteallik.
ihsân: Lütuf, bağışlamak.
asgarî: En küçüklü, en az olan.
Yorumlar
Yorum Gönder