Bişr-i Hafi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri
Bişr-i Hafi Rahmetullahi Aleyh Hazretleri
Nefeslerin buhar olup savrulduğu ilik donduran bir kış günü...
Gün doğalı çok olmuştur ama genç adam yeni yeni doğrulur. Gözlerinde bir
ağırlık vardır, şakakları zonklar. Hep öyle olur, eğlence ile geçen gecenin sabahı
mahmurluk basar ve kulakları uğuldar. Karnı tok, sırtı pektir ama huzursuzdur.
O sıra kapı çalınır. Hizmetçi koşup açar. Soğuk hava içeri girer köşeleri
dolanır. Kapıdaki adam kadife yumuşaklığında bir sesle sorar ama duvarlar yankı
yapar:
-Bu ev kimin?
-Merv reislerinden Haris Abdurrahman’ın.
-Kendileri yoklar mı?
-Yok ama oğlu var.
-Bişr mi?
-Evet.
-Peki o hür müdür, kul mudur?
-Elbette hürdür.
-Hür olduğu belli, çünkü kul gibi yaşamıyor.
-Anlayamadım?
-Sen bu kadarını söyle, o anlar.
Bişr fırlar ama meçhul ihtiyar yok olmuştur. Acaba adı
menkıbelerde geçen Hızır aleyhisselam o mudur?
Genç adam tutulur kalır. Bir an oyun ve eğlence ile geçen
gecelerinden iğrenir. Kendine yeni bir istikamet çizecektir ancaaak...
Ancak çevresi onu, ona bırakmaz. Öyle ya hem böylesine zengin
hem bu kadar cömert arkadaş kolay bulunmaz. “Yoldaşını bırakmak delikanlılığa
sığmaz” der, eteğine yapışırlar. Koluna girer, meyhanelere sürüklerler. Yine o
mâlum geceler, defler, kadehler, dümbelekler...
Ama Bişr eski Bişr değildir. Ayakları işrethaneleri
(meyhaneleri) dolaşsa da gönlü hakikatleri arar.
Bir gece ama şakır şakır yağmur yağan bir gece evine
dönmektedir. Çamur içindeki bir kâğıt dikkatini çeker. Üzerinde besmeleyi
görünce yerden alır. Çamurlarını siler, öper, koklar. Eve gelince gül yağları
ile siler duvara asar. O gece Merv âlimleri rüyalarında Bişr’i görürler ki
onların bile özlediği manevi ikramlar içindedir.
Rabbinden haber var
Ulema Bişri arar, sorar, mâlum yerlerde bulurlar. Onu dışarı
çıkarırlar. Rengi sapsarıdır. Korkuyla sorar.
-Siz burada... Hayrola?
-Sana Rabbimizden haber var.
-Biliyorum, bana çok kızıyor.
-Aksine seni çok seviyor.
-Ama nasıl olur?
-Sen dün gece çamurdan bir kâğıt buldun mu?
-Buldum.
-Yerden aldın mı?
-Aldım.
-Öpüp kokladın mı?
-Kokladım!
-Güzel kokular sürüp duvara astın mı?
-Astım.
-İşte Allah’ü Teâlâ da ismini temizlediğin gibi seni temizledi
ve o kâğıda hürmet ettiğin için adını aziz kıldı.
Bişr son kez meyhaneye girer, arkadaşlarıyla vedalaşır. O anı
hatırlamak için hayatı boyunca yalınayak dolanır çünkü tevbe ettiğinde ayakları
çıplaktır. İşte bu yüzden adı “Hafi” (yalın ayaklı) kalır.
Nereden nereye
O günden sonra ilim peşinde koşar. Önce dayısının medresesinde
okur. Sonra Mekke, Kûfe, Basra ve Şam’a gider.
Çok alim tanır, çok kitap okur, ilim meclislerine katılır, ezber
yapar, notlar tutar. Nitekim Bağdat’a gelir. Fudayl bin İyad, Muafa bin İmran
ve İmam-ı Malik ile birlikte bulunur. Maruf-i Kerhi Hazretleri ile dost ve
sırdaş olur. Nurlu dergâhına birçok genç gelir gider ki Sırriy-i Sekati
bunlardan biridir. Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafi Hazretlerine karşı çok
hürmetkârdır. Talebeleri sorarlar:
-Efendim hadiste eşiniz benzeriniz yok, fıkıhta müçtehitsiniz.
Bişr gibi bir dervişin kapısında ne arıyorsunuz?
-Evet hadis ve fıkhı ondan iyi bilirim ama o kalp ilimlerinde
hepimizden iyidir.
Bir gün askerler bir mahkûmu meydana çıkarırlar. Suçu ağır
olmalıdır. O kadar çok kırbaç vururlar ki derileri yarılır. Etlerinden sızım
sızım kan sızar. Lâkin genç bir kere bile sesini çıkarmaz. Muhafızlar kan ter
içinde kalır, nefeslenmek için dururlar. Bişr gence sokulup sorar:
-Biliyor musun tahammülüne hayran kaldım.
-Nasıl ağlayıp bağırabilirim ki. Kalabalığın içinde sevdiğim kız
var ve şu an beni görüyor.
-İyi ama Allah-ü Teâlâ seni her an görüyor. Onun edebini
gözetmeyi hiç düşünmedin mi?
Genç öyle bir “Allah” der ki kendinden geçer. Yüzlerce kırbaca
direnen vücut bu aşka tâkat getiremez. Muhafızlar yanına koştuğunda çoktan can
vermiştir.
Hoca hekim olunca
Bişr-i Hafi her hadiseden hikmet alır. Mesela Abadan
civarlarında bir saralı görür ki, toprağa düşmüş çırpınmaktadır. Yanına varınca
cüzzamlı ve kör olduğunu fark eder.
Yaralarına üşüşen karıncalar etlerini koparmaktadırlar. Başını
kucağına alıp su verir. Genç kendine gelince “Sen de kimsin?” diye sızlanır,
“Hem Rabbimle arama niye girdin?”
Aslında Bişr-i Hafi Rahmetullahi Aleyh mükemmel bir tabibdir.
Bitkileri ve baharatları çok iyi tanır ve onları ustalıkla kullanır. Otlardan
köklerden mi yoksa dualarının bereketiyle mi bilinmez Allah’ü Teâlâ onun
hastalarına şifa dağıtır.
Bir gün evine girerken tefekküre dalar. “Bağdat’ta bunca insan
var. Kimi Yahudi, kimi Hıristiyan. Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum? Onlar
neyi yapmadılar ki mahrum kaldılar?” Böyle düşünürken sabah ezanları okunmaya
başlar ki o hâlâ eşiktedir.
Bişr-i Hafi Rahmetullahi Aleyh ölümüne doğru birisinden ödünç
gömlek alır ve kendi gömleğini bir fakire bağışlar. Hâsılı ardından bir gömlek
bile bırakmaz. O Bağdat’a geldikten sonra hayvanlar yerleri kirletmezler çünkü
mübareğin yalınayak dolaştığını bilirler. Bağdatlılar hayvanların eskiye
döndüklerini fark edince;
“Eyvah” derler,
“Bişr-i Hafi ölmüş olmalı”
Yorumlar
Yorum Gönder