Un Haline Dönen Kum Taneleri
Un Haline Dönen Kum Taneleri
Allah erenlerinden Dinar
oğlu Malik devrinde iki kardeş yaşamaktadır. Bu iki kardeşten biri yetmiş, diğeri
de tam otuzbeş yıl ateşe taparak hiçbir muratlarına kavuşamadığını anlayan
küçük kardeş bir gün ağabeyine dert yanar, der ki: “Ağabeyciğim! … Bu kadar
yıldır ateşi ilah bilerek ona tapındık. Fakat bakıyorum ki hiçbir dileğimize
erişemedik. O yüzden bende ateşin ilah olmadığına dair bir şüphe uyandı. Bu
şüphemde haklı olup olmadığımı araştırmak için seninle bir denemeye girişelim. Eğer
ateş başkalarını yaktığı gibi bizi de yakarsa, kendisine bir daha asla
tapınmayalım. Yok eğer yakmazsa ölünceye kadar ilahlığına iman ederek ibadetten
geri durmayalım. “
Bu karardan sonra iki
kardeş bir ateş yakarlar. Küçüğün büyüğüne “Ateşe ilk önce elimizi hangimiz
uzatacağız. Sen mi yoksa ben mi? “ diye sorar. Ağabeyi, “Sen uzatacaksın”
deyince küçük kardeş elini hemen ateşe yaklaştırır. Bakar ki ateş elini yakıyor,
hemen çeker. Ardından da “Ey ateş! …” der “yazıklar olsun sana! Bunca yıldır
seni ilah bildim ve o yüzden de sana taptım. Ağabeyine der ki: gel buna
tapınmaktan vazgeçelim” diye yalvarıp yakarır. Fakat ağabeyi bir türlü
vazgeçmez ve ateşe tapmaya devam eder.
Ağabeyi devam ededursun. Küçük
kardeş bu denemeden sonra ateşe tapmaktan vazgeçer Müslüman olmaya azmeder ve
doğruca devrin büyük ermişlerinden Dinar oğlu Malik’e başvurur. O anda Malik de
oturmuş halka vaaz vermektedir. Vaazını bitirdikten sonra başından geçenleri
bir bir kendisine anlatır ve ben Müslüman olacağım der.
Bunun üzerine Malik
ateşperest adamı karşına oturtarak Kelime-i Şehadet getirttikten sonra
kendisine İslam’ın şartlarını ve bütün umumi prensiplerini bir bir izah eder. Yanında
bulunan ailesi de İslam’a girince orada bulunan halk, bu her iki ateşperestin
imana gelişini sevinç gözyaşları arasında kutlarlar. Ardından da biraz aramızda
kalın da, aramızda size biraz öteberi toplıyalım dediler. Fakat yeni imana
gelen adam ben dinimi dünyalık hiçbir şeye satmam diyerek asla bir şey kabul
etmeyeceğini belirtiyordu.
Daha sonra ailesini alarak
şehrin kıyı mahallelerinden virane bir eve yerleştiler. Ne yiyecek, ne de
içecek bir şeyleri yoktu. O gece Allah’a ibadet ve taat ederek sabahladılar.
Güneş doğup yeryüzüne
ışıklarını yaymaya başlayınca günlük ekmek parasını kazanmak için bir iş bulup
çalışmak gerekiyordu. Çünkü yaşamak için yemek, yemek için de çalışmak şarttı. Bu
düşünceye daha ziyade kendini kaptıran kadındı. Yeni imana gelmiş bulunan
adamın ise yemek içmek gibi bir dert umrunda bile değildi. Onun tek düşüncesi
kainatın ortaksız yaratıcısı olan Allah’a biraz daha fazla ibadet edebilmekti. Bu
yüzden de kendisini ibadetten alıkoyan her şeye düşman kesilmişti. Bu ekmek
parası için çalışmak mecburiyeti olsa bile.
Fakat yine de muhakkak ki
ekmek parasını kazanmak için çalışmak gerekiyordu. Nitekim hanımı durumu açarak
taşı gediğine koydu. “Bey efendi! “ dedi. “Bugün şehre inin de belki bir iş
bulup çalışırsınız. İnşaallah akşama kadar günlük nafakamızı kazanmış olarak
dönersiniz. “ Bu ikaz karşısında kendisini toplayan adam şehre inip münasip bir
iş aramaya koyuldu. Birçok kapı çalıp iş aradı, fakat ekmek parasını kazanacak
bir iş bulamadı. Ama her nedense buna pek üzülmüyordu. Zaten bütün dileği
Allah’a amelelik etmekti. Onun için Camilerden birine kapanarak akşama kadar
bol bol Allah’a ibadete daldı.
Akşam olunca kendi namına
Allah’a bol bol ibadet etme fırsatını bulduğundan dolayı sevinç, karısının
karşısına da eli boş çıkacağı için de üzüntü içinde karışık duygularla döndü. Kapıyı
açıp içeri girdikten sonra selam verip bir köşeye oturdu. Karısına da bütün gün
çalıştığını fakat ücretlerini yarın alacağını ifade etti. Karı-koca geceyi aç
açına ibadet ederek geçirdiler.
Sabah olunca tekrar iş
bulmak için şehre inen adam ne yaptıysa yine bir türlü ekmek parasını kazanacak
bir iş bulamadı. Bulamadı diye üzülecek değildi ya. Camiye girerek akşama dek
bol bol Allah’a ibadet etti. O, sadece Allah’ına çalışıyordu. Tek üzüntüsü
karısıydı. Zavallı kadıncağız artık açlığının son haddine gelmişti.
Akşam olunca yine eli boş
olarak eve döndü ve karısına aynı mazereti uydurdu. Böylece o geceyi de aç
olarak geçirdiler. Ertesi gün, günlerden Cuma idi. Cuma günü de hafta tatili
dolayısıyla bütün iş yerleri kapalıydı. Onun için herhangi bir iş bulup da
çalışmaya imkan yoktu. En iyisi camiye gidip Cuma namazı kılmaktı.
Eski ateşperest, yeni
mü’min de aynı şeyi yaptı. Cuma vakti gelince doğruca camiye gidip iki rekat
Cuma namazını gönül huzuruyla kıldı. Ardından da ellerini göğe doğru açarak
Allah’a yalvarıp yakarmaya başladı. “Ey Rabbim! . . “ diyordu. “İslam dinin ve
bu Cuma gününün yüzü suyu hürmetine gönlümden ailemin geçim sıkıntısını at. Çünkü
bir iş bulup çalışamadığım için aileme karşı mahcubum. Korkarım ki açlıkları
daha fazla sürerse ağabeyimin dinine dönerler. “
Adam Cuma vakti camide dua
ededursun. O sırada şehrin kenarında bulunan virane evinin kapısına biri
gelerek kapıyı çalar. Karısı kapıyı açtığında bakar ki karşısında yakışıklı bir
genç durmaktadır. Elinde mendille örtülü bir tabak bulunan genç tabağı kadına
uzatırken “Bunu alınız ve kocanıza da bunun bu Cuma Allah (c. c. ) için yaptığı
ameleliğin ücreti olduğunu söyleyin. Çünkü böyle bir günde azıcık çalışmanın
Allah (c. c. ) katında ücreti çok büyüktür” der.
Kadın hemen tabağı alıp
üzerindeki mendili açınca ne görsün ki! Tabağın içinde çil çil bin tane altın. Altınlardan
birini alarak hemen çarşıya çıkıp bir sarrafa götürür. Sarraf altını daha eline
alır almaz şaşırıp kalır. Hele tartıya koyunca hayreti büsbütün artar. Altın
bildiğimiz altınlardan değildir. Hem çok ağır basmakta, hem de üzerindeki
nakışlarından başka bir dünyaya ait olduğu anlaşılmaktadır.
Hayretini yenmek için
kadına altını nereden bulduğunu soran sarraf hikayeyi olduğu gibi dinleyince
durumu hemen kavrar ve kadına “Ben de Müslüman olacağım. Bana İslamiyeti
öğretir misiniz? “ der. Ardından da Müslümanlığı kabul ederek kadına bin tane
dünyalık altın hediye eder.
Öbür yandan genç Cuma
namazını kılmış eve dönmektedir. Yine her zamanki gibi eli boş olduğu için, bu
defa mendilini kumla doldurarak yiyecek bir şeyler getiriyormuş gibi yapar içinden
de “Eğer karım ne iş yaptın dese, size un getirdim, diye cevap veririm”
düşüncesini geçirir. Bu düşünceler içinde boynu bükük ve mahzun mahzun kapıya
gelir. Tam bu sırada içeriden etrafa yemek kokularının yayıldığını farkederek
elindeki kumla dolu mendili kapının dibine bırakıp sevinçli içeri girer.
Hoş beşten sonra
karısından durumu sorup öğrenir. Ardından da sevinç gözyaşları içinde yüce
Allah’a şükür secdesine kapanır. Bu arada kapıya çıkan karısı kum dolu mendili
görüp de eline alınca bakar ki içi unla dolup taşmaktadır. Kocasının unu neden
içeri getirmediğini sorunca o da durumu öğrenerek şükür secdesine kapanır.
Yüce Allah (c. c. )
cümlemizi Cuma namazının faziletinden mahrum bırakmasın, amin… – Zübdetül
Vaizin -
KAYNAK: Ermişlerden Osman
Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 190-197
Yorumlar
Yorum Gönder