Beddua Veya Allah'a Havale Etmek Doğru Mudur?
Beddua Veya Allah'a Havale Etmek Doğru Mudur?
Beddua eden mesuliyet
altında kalır mı? Allah'a havale etmek beddua mıdır?
İnsanları Allah'a havale
etmek, mesuliyet gerektiren bir husus değildir. Ancak uygunsuz ifadelerle,
Hakk'a havale edilen şahısların müstahak olmadıkları hususları ifadede
mesuliyet olabileceğini söylemek mümkündür. Bir bakıma fenâ insanları Allah'a
havale etmek, onlar adına çok masum bir şeydir. Gerçi Efendimiz, Ebû Cehil'i,
Utbe'yi, Şeybe'yi, İbn Ebî Muayt'ı Allah'a havale etmiş; bir mânâda etmeden men
edilmiştir. Ama Nebiler Serveri'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) bundan men
edilmesi, O'nun hususî konumu ile telif edilemediğinden dolayıdır. Âdeta
Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) yapılan ikaz: "Sen kendine bak;
onların dalâleti seni çok meşgul etmemeli. Onun sana zararı da olmaz"
mânâsına bir men etmedir. Zira Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sabah
akşam -bazı rivayetlerde de günde beş vakit- namazda ellerini kaldırıyor, kunut
okuyor ve İslâm'a kötülük yapanları Allah'a havale ediyordu. Bu açıdan kişinin
istihkâkı varsa, "Allah'ım, onu Sana havale ediyorum, kötülüğünü onun
başına dola." demede bir sakınca yoktur. Bir insanın böyle bir havaleye
müstahak olması ve sizin onu havale etmeniz, Anadolu halkının dediği gibi
"Artık Sen bilirsin yâ Rabbi!" demektir.
Ama bedduaya gelince onu
yapmamız veya ona "âmin" dememiz mümkün değildir. Meselâ; "Allah'ım!
Falanların altını üstüne getir. Allah'ım! Onu yerin dibine batır. Allah'ım!
İflah etme. Allah'ım! Onun canı Cehennem'e. Allah'ım! Onu paramparça et.
Allah'ım! Evlerine feryâd u figân sal..." gibi ifadeler birer bedduadır ki
bütün bunlarda murad-ı ilâhî başka türlü olabilir. Belki karşı tarafın o
bedduaya istihkâkı olmayabilir veyahut onun Allah'a (celle celâluhu) yönelmesi
söz konusudur. Meselâ Efendimiz, Hz. Ömer'in, Üseyd'e -başka bir rivayette
Esîd'e- beddua etmesini men etmiş ve ona, "Bir gün, öyle bir makamda öyle
şeyler söyleyecek ki sen ondan memnun olacaksın." demiştir. Bu konuda
hayır zannedilen şeyler şer, şer zannedilen bazı hususlar da hayır olabilir.
Bununla alâkalı olarak Cenâb-ı Hak "Allah bilir, siz bilmezsiniz."[1]
demektedir. Gerçekten bizim bilmediğimiz pek çok hayırlar olduğunu sizler de
her zaman görmüşsünüzdür ve görmektesinizdir. Meselâ, bir dönemde, birine
bedduada bulunmuş veya onu Allah'a havale etmişsiniz, bir süre sonra
bakıyorsunuz o, sizin fahrî müdafiiniz ve avukatınız oluvermiş... Evet, işte
bütün bunlar, öfkeyle köpürmenin ötesinde daha farklı şeyler söylemenin esas
olduğunu göstermektedir.
Bazen, düzelmeleri hiç
kabil olmayacak gibi görülen ve din aleyhtarlığını kendine vazife edinmiş
kimseler hakkında, "Allah'ım, Sen bunların hakkından gel, onların
düzenlerini dağıt ve kuvvetlerini parçala ki bize tecavüz
etmesinler/edemesinler. Bu yılanların belini kır da yürüyemesinler
Rabbim!" şeklinde dua etmekte bir beis görmeyenler de vardır. Aslına
bakılırsa onların yaptığı cinayetler karşısında bu ifadeler onlar için çok
fazla beddua da sayılmaz.
Bütün Müslümanlar, her
hususta olduğu gibi Allah'a havale etmek hususunda da aşırıya gitmemeli ve her
zaman sınırlarını korumalıdırlar. Zira Müslüman'ın tel'ine ve bedduaya
"âmin" demesi asla doğru değildir.
Allah'a havale edilecek
kişileri çok iyi ayıklamak ve elemek gerekir. Ayrıca ölenlerin arkasından da
aleyhte bir şey söylemek doğru değildir. Çünkü insanların nasıl gittiğini
bizden daha iyi Allah bilir. Ama şu kadarı da var ki, hayatı boyunca kötülük
planlamış ve "Şu Müslümanlığı bir vursak, iflahını kessek ve işini
bitirsek" diyenleri O'na havale etmekte de bir mahzur yoktur. Onlar için,
"Allah'ım! Kuyruğunu dikmiş sokmak için gelen akrebin kuyruğunu kır, onun
zehirini kendi ağzına sok yâ Rabbi!" demek bir müdafaadır.
Ben bunları söylemenin bir
sakıncası olacağını zannetmiyorum. Bazen de hem benim hem de değişik
dairelerdeki arkadaşların canı çok yanıyor. Onların yanan canları ile benim
canım da ayrıca yanıyor. Hani filmlerde nasıl tek yumurta ikizlerinden birine
kırbaç vurulunca öbürü de acısını duyuyor, benimki de öyle. Önemli bir
fonksiyon eda eden arkadaşların acısını her zaman ruhumda hissediyor ve sanki
sırtımdan kırbaç yemiş gibi ızdırap duyuyorum. Öyle ki, böyle bir mesele gece
kafama takılsa, deli gibi fırlıyorum yatağımdan; birkaç derin soluk alıyor,
sonra gezip dua ediyorum. Bazen, "Allah'ım! Islah et, ıslah et, ıslah
et." diye müspet dua ediyorum. Bazen de, "Kabil-i ıslah değilse Sana
havale ediyorum Allah'ım!" şeklinde O'na havale ediyorum.
Kur'ân'da Hz. İsa'nın bir
duası vardır ki o duada gizli bir havale etme olduğu söylenebilir. O, Cenâb-ı
Hakk'a şöyle bir niyazda bulunur: "... Eğer onları cezalandırırsan, şüphe
yok ki onlar Sen'in kullarındır. Onları affedersen, Aziz u Hakîm (üstün kudret,
tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen'sin!"[2] Âyet-i kerimelerin
fezlekelerinde gizli olan müthiş terbiyeyi, asıl konumuz olmadığı için geçiyor
ve ifade etmek istediğimiz hususa dönüyoruz. Âyetin sonundaki Hakîm ifadesi ile
alâkalı olarak Hz. Mesih sanki Cenâb-ı Hakk'a şunları söylüyor:
"Ben her ne kadar
böyle görüyorsam da bu, eşyanın dış yüzü itibarıyladır. Hikmet ise eşyanın
perde arkası sırları demektir. Eşyanın perde arkasını da ancak Sen görür ve Sen
bilirsin. Çünkü Hakîm Sensin. Eğer ben bu istek ve talebimde Sen'in hikmetine
muhalif bir şey söylemişsem, Sen Hakîm'sin, bildiğini yaparsın." Evet,
işte bu son ifadede zımnî olarak bir havale olduğu söylenebilir.
Netice olarak, Allah'a
havale etmede bir mahzur olmadığını, yapılan beddualara da âmin demememiz
gerektiğini, ikisinin birbirinden ayrıldığını ve mü'mine yaraşan hususun dua
etmek olduğunu söyleyebiliriz. İşin içinden çıkamadığımız durumlarda, Allah'a
havale etmek de bir yol olarak kullanılabilir.
[1] Nur sûresi, 24/19
[2] Mâide sûresi, 5/118
Yorumlar
Yorum Gönder