Allah Teâlâ’nın Sevdiği Kullar
Allah Teâlâ’nın
Sevdiği Kullar
Allah-u Zülcelâl, Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede bazı
kullarını sevdiğini bildirmiştir. Bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur:
“… Allah Teâlâ onları sever, onlar Allah’ı severler…” (Maide;
54)
Allah-u Zülcelâl başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah
Teâlâ çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara; 222)
Bu ayet-i kerimedeki temizlik maddi temizlik olduğu gibi, manevi
temizliği de yani kalp temizliğini de içine alır.
Allah-u Zülcelâl’in kulunu sevmesi ona iyilik irade etmesidir.
O, bu sevgi ve irade ile kalplerin üzerindeki perdeyi kaldırır, basiret
gözlerini açar, hakikatleri gösterir ve bunları anlayıp kabul etmeyi
kolaylaştırır.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Allah
Teâlâ bir kimseyi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (kalbini) İslam’a
açar. Bir kimseyi hidayetten mahrum bırakmak isterse de, onun göğsünü göğe
doğru çıkıyormuş gibi daraltıp sıkıştırır.” (En’am; 125)
Hiç şüphesiz sevgide yakınlık manası da vardır. Sevgi yakınlığın
en önemli sebebidir. Çünkü seven, sevdiğine yakın olmak veya onu kendisine
yaklaştırmak ister. Allah-u Zülcelâl’in kulunu kendisine yaklaştırması ise ona
kendi ahlak ve sıfatlarına benzer üstün ahlak ve vasıflar vermesidir. Kul, bu
ahlak ve vasıflarla O’na yaklaşmış olur.
Bir ayet-i kerimede bu ahlak ve sıfatlar “takva” sözüyle
özetlenmiş ve şöyle buyrulmuştur: “Allah’a en yakın olanınız, takvası en çok
olanınızdır.” (Hucurat; 13)
Allah Teâlâ Teâlâ Sevdiklerini İmtihan Eder
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şerifte
şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala bir kulunu severse ona belâ verir.”
(Taberani)
Bu hadis-i şerifin manası açıktır. Allah-u Zülcelâl bir kulunu
sevmek isteyince onu dener. Yani onun sevgiye layık olup olmadığını ortaya
çıkarmak için onu çeşitli bela ve musibetlerle imtihan eder. Allah-u Zülcelâl
kulunun samimiyetini ortaya çıkarmak için onu imtihan ettiği şey bela
olabildiği gibi nimet de olabilir. Bela imtihanı sabırla, nimet imtihanı ise
şükürle kazanılır.
Bu zamanda insanların büyük bir çoğunluğu bela ve musibete
sabretmeye karşı zayıftırlar. Olabilir ki insan bir musibete belaya sabredemez.
Onun için belasız ve musibetsiz bir sevgiyi Allah-u Zülcelâl’in fazlından
isteyelim. O’nun hazineleri çoktur. Kalben ve ruhen isteyen kuluna mutlaka
verir.
Âlimlerden bir zat şöyle demiştir: “Sen Allah-u Zülcelâl’i
sevdiğin zaman, O’nun seni imtihan ettiğini görürsen bil ki, O da seni sevmek
ister.”
Denilmiştir ki: “Allah Teâlâ Teâlâ bir kulu severse, ona rahmet
nazarıyla nazar eder. Eğer Allah Teâlâ bir kula rahmet nazarıyla nazar ederse,
ona azap etmez.”
Şu bir gerçektir ki, Allah-u Zülcelâl’in kulunu sevdiğinin en
açık ve şaşmaz alameti, onu hayır ve taatlara muvaffak etmesi, şer ve
günahlardan korumasıdır.
Böyle kimselerin hali, hadis-i kudside şöyle anlatılmıştır: “Ben
kulumu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, anladığı
kalbi olurum. Benden bir şey isterse, istediğini veririm. Bana sığınırsa
kendisini korurum.” (Buhari, İbn Mace, Beyhaki)
Onun için Allah-u Zülcelâl’in kulunu sevmesi demek; sevdiği
kuluna azap etmemesi, kendisini günahlara karşı koruması, ona iyiliği
sevdirmesi, onu hayır ve taata muvaffak kılması, nadiren işlediği günahlara
karşı da ona tövbe ve istiğfar ilham etmesi ve kefaret yerine geçecek hayır ve
hasenat yaptırmasıdır (nasip etmesidir).
Allah-u Zülcelâl’in sevgisinin bu anlamda olduğunu bildiren çok
ayetler ve hadis-i şerifler vardır.
Allah-u Zülcelâl’i Tanımak ve Sevmek
Şüphesiz Allah-u Zülcelâl’in sevgisi, kulluğun en son makam ve
en üstteki derecesidir. Tövbe ve sabır gibi diğer makamlar, bu son makama
ulaşmak için basamaklardır.
Allah-u Zülcelâl’i sevmek, kulun kalben maddi ve manevi manada
O’na yakın olmak için istek ve iştiyak duymasıdır. Allah-u Zülcelâl’e itaat ve
ibadet etmek de bu sevginin ürünleridir.
Allah Teâlâ sevgisinin aslı ve çekirdeği, bütün müminlerde
vardır. Çünkü bunların sahip oldukları iman; marifet ve sevgiden oluşan bir
cevherdir.
Ma’rifet, Allah-u Zülcelâl’i tanımak, muhabbet ise O’nu
sevmektir. Bunları kemal (en üst olgunluk) derecesine ulaştırmak için çalışmak
gerekir.
Allah-u Zülcelâl’i tanımak ve bilmek lazımdır. Çünkü O’nu
sevmenin kuvveti, O’nu tanımanın ve bilmenin derecesiyle orantılıdır. İnsan
başka şeyleri tanıdıkça sevgisi azalır, Allah-u Zülcelâl’i tanıdıkça da sevgisi
artar. Bundan dolayıdır ki, Allah-u Zülcelâl’i en çok seven, O’nu en çok
tanıyan ve bilen Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) olmuştur. Allah-u
Zülcelâl’i daha çok tanımanın ve bilmenin yolu ise daha çok tefekkür, zikir ve
ibadet etmektir.
‘Tabiptim! Tabibim Oldun’
Anlatıldığına göre, Hasan-ı Basri (ks) zamanında bir zatın kızı
vardı. Çok ağlardı. Bu ağlamak onun gözünü görmez hale getirmişti. O zat
Hasan-ı Basri’ye geldi ve:
– Kızımın yanına gel, ona bir şeyler söyle de ağlamasın, bana
acısın, dedi. Hasan-ı Basri o kızın yanına gitti ve:
– Ağlama, babana acı! Deyince o kız şöyle dedi:
– Ey Üstad! Gözlerim iki halin dışında değil. Birincisi O’nu
görmemek, O’nu görmedikten sonra, bana başkasını görmek ne gerek? Görmesin,
daha iyi… Bir de O’nu görmek var. Eğer O’nu görmek bana bu halimle nasipse bir
değil, binlerce göz O’na feda olsun. Onun için ağlarım.
Hasan-ı Basri kızı dinledikten sonra şöyle dedi:
– Seni tedaviye geldim, ben tedavi edildim, sana tabip olarak
getirildim, ama sen tabibim oldun.
İmanın Zevki Allah Teâlâ İçin Sevmekte
Allah Teâlâ için birbirini sevmek ve O’nun yolunda dostlar olmak
ve (razı olmadığı bir şeye) Allah Teâlâ için buğz etmek en üstün
ahlaklardandır. Allah Teâlâ için sevmek, Allah-u Zülcelâl’i sevmenin
meyvesidir.
Enes (radıyallahu anh)’den rivayetle Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Üç huy var ki, bunlar kimde olursa imanın
zevkini ve tadını alır:
1- Allah Teâlâ ve Rasûlünü herkesten ve her şeyden daha çok
sevmek.
2- İyiliği ve iyi kimseleri Allah Teâlâ için sevmek ve kötülüğe Allah
Teâlâ için buğz etmek.
3- Allah’a şirk koşmayı büyük bir ateşe atılmaktan daha kötü
görmek.” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai)
Abdullah b. Mesud Radiyallahü Anh’dan rivayetle Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “İmanı kâmil olan, sevdiği
kimseyi, ondan menfaat gördüğü için değil, sırf Allah Teâlâ rızası için sever.
Gerçek iman da budur.” (Taberani)
Allah-u Zülcelâl’i seven bir kimse, O’nun sevdiklerini de sever.
Bu yüzden bu kimse, insanlar içinde Allah-u Zülcelâl’i seven ve O’nun
tarafından sevilen kimseleri sever.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre, Hz.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın bazı
kulları vardır ki, onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve
şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler.”
Bu arada, sahabe-i kiramlar: “Onlar kimlerdir?” diye sordular.
Hz. Peygamber (sav) şöyle devam etti: “Onlar (aralarında) neseb ve akrabalık
olmadığı, mal alışverişi olmadığı halde birbirlerini Allah Teâlâ için
sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları
günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlendikleri günde onlar mahzun da
olmazlar.” (Ebu Davud)
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) daha sonra şu ayet-i
kerimeyi okudu: “Dikkat edin! Allah’ın veli kulları için korku yoktur. Onlar
mahzun da olmazlar.” (Yunus; 62)
Görüldüğü gibi, müminlerin birbirlerini sevmeleri Allah-u
Zülcelâl’in katında çok makbuldür. Müminlerin birbirlerini sevmeleri ve
birbirlerine kenetlenmelerini Allah-u Zülcelâl çok sevmektedir. Dolayısıyla
Allah-u Zülcelâl’in rızası için birbirimizi sevmemiz gerekir.
Enes oğlu Muaz (radıyallahu anh) der ki: “Hz. Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’e: ‘En üstün iman nedir?’ diye sordum: ‘Allah
Teâlâ için sevmen, Allah Teâlâ için buğz etmen, dilinden Allah’ın zikrini
kesmemendir.’ dedi. ‘Daha nedir? Ya Rasûlallah!’ deyince de: ‘Kendin için
sevdiğin şeyi insanlar için de sevmen, kendin için hoş görmediğin şeyi
başkaları için de hoş görmemendir.’ buyurdu.” (Ahmed b. Hanbel)
Bu ayet ve hadislerden anlaşıldı ki kişi Allah Teâlâ için
sevmeli ve Allah Teâlâ için buğz etmelidir. Bu çok kıymetli bir ameldir. Bu da
kalpte olur. Allah Teâlâ için olan sevgi kıyamete kadar devam eder. Hatta Allah
Teâlâ için birbirlerini sevenler, birlikte cennete girmeyince razı
olmayacaklardır.
Yine, üstüne basarak söylüyoruz ki insan Allah Teâlâ yolundaki
bu sevgi için ruhunu, canını, malını ne kadar feda etse, yine de bu yaptığı
azdır.
Müminleri Birbirine Düşüren Şeytandır
Üzülerek duymaktayız ki, bazı mümin kardeşlerimiz birbirine buğz
etmekte ve birbirlerine küsmektedir. İslami hizmetlerde en büyük zarar,
müminlerin birbirlerine karşı, kin ve düşmanlık beslemeleridir.
Bu hal, İslami hizmetlere çok zararlıdır. Şeytan bu gibi
durumların, ne kadar büyük zarar verdiğini iyi bildiği için çeşitli hilelerle
müminleri aldatmaktadır. Çünkü müminler birbirlerinin aleyhinde konuşup
birbirlerine buğz ettiklerinde, manen çok büyük zarara uğruyorlar.
Şeytan, bunun dindeki en büyük zararlardan olduğunu bildiğinden,
müminler arasında sürekli kin ve düşmanlık tohumları ekmeye çalışmaktadır.
İnsanlar da kendi nefislerini tatmin etmek için şeytanın bu hilesine, bile bile
uyuyorlar. Böyle yapmış olmakla, şeytana tabi olmuş oluyorlar. Bu hileye
uyduktan sonra da kendilerini haklı zannediyorlar.
Müminlere Hatırlatma
Şeytanın bu hilelerine uyan kimselere şu ayet-i kerimeyi
hatırlatıyorum: “Ya kötü ameli süslenip de onu güzel gören kimse de mi?
(Allah’ın hidayet verdiği kimse gibi olacak?) Şüphesiz ki, Allah Teâlâ dilediğini
şaşırtır, dilediğine de hidayet verir. O halde (Rasûlüm) canın onlara karşı
hasretle (tükenip) gitmesin. Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilicidir.”
(Fatır; 8)
Görüldüğü gibi bu davranışların İslami hizmetlere ve müminlere
büyük zarar verdiği, Allah-u Zülcelâl tarafından ayet-i kerimeyle bizlere
açıkça beyan edilmiştir.
Bütün bunlardan sonra bize düşen görev; mümin kardeşlerimize
şefkat ve merhametle davranmak, her türlü işimizi ve hizmetlerimizi sünnet-i
seniyeye uygun olarak, istişareyle yapmaktır.
(Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder