Mutarrif bin Abdullah Kuddise Sirrûh’tan Nasihatler

Mutarrif bin Abdullah Kuddise Sirrûh’tan Nasihatler

Tabiînden hadîs ve fıkıh âlimi, velî. İsmi Mutarrif bin Abdullah bin Eş-Şihhîr bin Avf bin Ka’b bin Vikdân bin Kureyş olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Zamânının âlimleri arasındaki lakabı ise İmâdüddîn (dînin direği)’dir. Babası ise Eshâb-ı kirâmdandır. Basra’da yaşamış, zühd, verâ ve takvâ sâhibi ve velî bir zâttır. İlim ve amel bakımından zamânın bir tânesi idi. Zamânındaki insanların hepsinden hürmet ve saygı görürdü. Sözleriyle onların hak yola kavuşmasına, nefislerinin insanı dünyâ ve âhirette felâkete götüren fenalıklarından kurtulmalarına sebeb olmuştur. Peygamber efendimizin sağlığında doğmuştur. Haccâc’ın Irak’ın idâresini ele aldığı zaman zuhur eden vebâ salgını sırasında 713 (H.95) yılında Basra’da vefât etmiştir. Mutarrif bin Abdullah babasından, hazret-i Osman, Ali, Ubey bin Ka’b, Ebû Zerr, İmrân bin Hüseyin, Ümmül müminin Âişe, Abdullah bin Mugaffel ve Muâviye (radıyallahü anhüm) ve Eshâb-ı kirâmdan birçok zâttan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Yezîd Ebü'l-Alâ’, Hamîd ibni Hilâl Sâbit bin Eslem el-Benânî, Said El-Cerîrî, Katâde, Geylân bin Cerîr, Muhammed bin Vâsî’, Hasan-ı Basrî, Saîd bin Ebî Hind, Abdülkerim bin Reşid ve daha birçok âlim de Mutarrif bin Abdullah’tan rivâyette bulunmuşlardır. İbn-i Sa’d; “Mutarrif, Ubey ibni Ka’b’dan rivâyette bulunmuş sika (güvenilir, sağlam), fazîletli, verâ, takvâ, akıl ve edeb sâhibi bir zâttır.” demiştir. İclî ise onu Tâbiînin büyüklerinden, sika ve sâlih bir zât olarak zikretmiştir. Geniş elbise giyer, ata binerdi. Sultanlara, devlet adamlarına nasihat eder, tesirli sözleriyle onların, uygunsuz işler yapmalarına mâni olur, Allahü teâlânın râzı olduğu hâle gelmelerine sebep olurdu. Hiç kimse hakkında kötü düşünmez herkes tarafından sevilirdi.

 

Mutarrif Bin Abdullah Kuddise Sirrûh Buyurdular ki:

001- Mutarrif bin Abdullah Kuddise Sirrûh, Allahü Teâlâ’nın korkusundan ve O’na hesap verme endişesinden toprak olmayı ister ve; “Rabbim tarafından biri gelip Cennet veya Cehennem’e girmek yâhut toprak olmak arasında bana tercih hakkı verseydi, toprak olmayı tercih ederdim!”

002- Mutarrif bin Abdullah, son derece sabırlı ve tevekkül sahibi bir zat idi. Bir oğlu vardı, öldü. Zâhirde hiç üzüntülü hâli görünmedi. Sakalını taradı, güzel elbiselerini giydi. Bâzıları buna hayret ettiler. Bu hareketlerinin sebebini sordular. Cevâbında buyurdu ki: “Ölüm karşısında, rızâ göstermeyip feryâd etmemi mi bekliyorsunuz? Rabbime yemin ederim ki; eğer dünya ve içindekilerin hepsi benim olsaydı sonra, ahiretin bir yudum suyu (Kevser) karşılığı bunları almak isteselerdi hiç düşünmeden hemen verirdim. O bir yudum suyu, bu dünya ve içindekilerin hepsine tercih ederdim...”

003- Mutarrif bin Abdullah, geceleri daha iyi ibâdet ve Allahü Teâlâ’nın kullarına hizmet edebilmek için uyur ve; “Gecemi uyuyarak geçiririm. Pişman olmuş olarak sabahlarım. Bu hâli, bütün geceyi ibadetle geçirip, sabaha kendini beğenmiş olarak çıkanın hâlinden daha fazla severim” derdi.

004- “Bir kulun içi dışı bir olunca; Cenâb-ı Hak; (İşte benim gerçek kulum budur!) buyurur”

005- "Yanımda gıybet yapan benim arkadaşım olamaz!” buyururdu.

006- Ehil olmadan, anlamadan veya dünya için yazı, kitap yazanların haline acır ve bunlara nasihat ederdi. Buyurdu ki: “Kıyamet günü bir takım insanlar olacak; dünyada yazdıkları uygunsuz şeyler için; ne olurdu kalemlerimiz ateş olsaydı da ellerimizi dokunduramaz ve yazamaz olsaydık, derler.”

007- Helak olan bir kimsenin nasıl helak olduğuna hayret etmem. Fakat sadete kavuşup, kurtulan bir kimsenin nasıl kurtulabildiğine hayret ederim, iyi biliniz ki; Allah bir kuluna, iman ile ruhunu teslim etmekten, iman ile ölmekten daha büyük bir nimet vermemiştir.

008- Kalbin doğruluğu amellerin doğruluğu iledir. Amellerin doğruluğu da niyetin doğruluğu iledir.

009- İnsana verilen şeyler içerisinde akıldan daha kıymetlisi yoktur.

010- Günahkârlara karşı nefsinde merhamet duymayan kimse, hiç olmazsa onlar için tevbe ve istiğfar ile dua etsin. Zira yeryüzündekilere Allah’tan mağrifet dilemek meleklerin ahlakındandır.

011- Şehvetlerini ve yeme, içmeyi terk eden kimse keramet sahibi olur.

012- İşlerin en hayırlısı orta yolda olmaktır.

013- İlim bana göre ibadetten daha faziletlidir. Dinimizde en hayırlı amel şüpheli şeylerden kaçınmaktır.

014- Fitne, insana hidayet etmek için gelmez. Fakat nefsiyle çarpışanın nefsin arzularını terk etmesi için gelir.

015- Beni metheden kimse ancak beni ve nefsimi küçültmüş olur.

016- Keramet sahibi bir zatı yalancılıkla itham eden; en büyük yalancıdır.

017- Allah’ü Teâlâ’nın korkusundan ve O’na hesap verme endişesinden toprak olmayı ister ve: “Rabbim tarafından biri gelip Cennet veya Cehenneme girmek yahut toprak olmak arasında bana tercih hakkı verseydi, toprak olmayı tercih ederim” buyurdu.

018- Mutarrif bin Abdillâh’ı çekemeyenler onu Ziyad bin Ebîh’e şikâyet ettiler. Çirkin iftiralarda bulundular. Ziyad da askerlerine Mutarrif hazretlerini getirmelerini emretti. (Bu sırada kendisi Basra’da idi.) Hz. Mutarrifi Ziyad’a getirdiler. Ziyad adamlarına sordu: “Siz onu çağırırken şeklinde, hâlinde bir değişiklik oldu mu?” “Hayır” dediler. Bunun üzerine: “O halde bu hal ancak salih kimselerde bulunur. Onu derhal serbest bırakın (ve özür dileyin!)” diye emretti.

019- Müslümanlara hizmet etmeyi, onların din ve dünya işlerini yapmayı vazife bilirdi. Buyurdu ki: “Kimin bende bitecek, benim yapacağım bir işi olursa, bir kâğıda yazsın ve bana göndersin. Çünkü ben müslümanın yüzünde dilencilik zilletini görmek istemiyorum. Zira lütuf ne kadar büyük olursa olsun, istemek ondan daha ağırdır.”

020- İnsanlar beğensin diye Kur’ân-ı kerîm okuyan hâfızlardan hoşlanmazdı. “Zamanımızda Kurrâ “hâfız” kalmadı. Hepsi “okuyuşlarıyla” dünya ni’meti toplamaya çalışıyorlar!” buyurdu.

021- Allahü Teâlâ’ya ve Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’e son derece ta’zîm edenlerden idi. Kötü şeyler içerisinde onların ism-i şerîflerinin zikredilmesini uygun görmezdi. Buyurdu ki: İçinizden bazıları hayvanına (köpek ve merkebine... vs.) kızdığı zaman: “Allah cezanı versin, seni şöyle yapsın böyle yapsın!” der. (Hâlbuki bu uygun değildir.) Allahü Teâlâ’nın ism-i şerîfine ta’zîm ediniz. Hayvanın (köpek, merkep... vs.) yanında O’nun mübârek ismini ağza almaktan korkunuz.”

022- Allahü Teâlâ’ya şöyle yalvarırdı: “Allah’ım, ihlâs ile yapmış olduğum her amelim için senden afv ve mağfiret dilerim. Çünkü ben yalnız senin rızânı istiyorum.” O daima Allahü Teâlâ’nın merhametine sığınır ve hakiki mü’minlerin hali olan “Beyn’el-Havfi ver-recâ” korku ile ümid arasında yaşar ve şöyle yalvarırdı: “Allah’ım bizden râzı olmasan da affet. Çünkü efendi, kölesinden râzı olmasa da affeder.”

023- Arafat’taki duasında “Allah’ım benim yüzümden buradakilerin duasını, reddetme, kabul eyle!” diye yalvarırdı. Hâlbuki halk onu vesile ederek duâ eder duâları kabul olurdu.

024- Basra’da duasının hemen kabul edilmesi ile tanınırdı.

025- Herkesin kendi aybını görmesini isterdi. Eğer insan kendi ayıblarıyla meşgul olursa; başkalarının ayıblarını görecek ve onlarla uğraşacak zaman bulamayacağını beyan eder ve “İnsanların pek çoğu hatâ içindedir. Bu halleriyle hatalarını unutup, başkalarının hatalarını anlatan ve onlarla uğraşan da yine kendileridir.” buyurdu.

026- Mutarrif bin Abdillah bir gün sünneti Resûlullah’tan Sallallahü Aleyhi Vesellem bahsederken, kendisine; “Bize yalnız Kur’ân-ı kerîm’den bahsediniz” denildi. Cevâbında “Vallahi biz Kur’ân-ı kerîm’in bir benzeri, bir mukabili olduğunu söylemiyoruz. Fakat Kur’ân-ı kerîm’i bizden iyi bilen kendisine vahiy gelen, murâd-ı ilâhiye tam vâkıf bir zâtın (Hz. Peygamberi Sallallahü Aleyhi Vesellem’in) bulunduğunu söylüyoruz!” buyurdu.

027- Buyurdu ki; “İnsana verilen şeyler içerisinde akıldan daha kıymetlisi yoktur” “Vera’ (şüpheli şeyleri terk etmek), yalnız kendini bu hâle ehil kılanlara (farzları yapıp, harâmlardan sakınan ve Allahü teâlâ’nın rızasını isteyenlere) gelir.” “Dâima şerefli olmalısın, insanlara ihtiyaç arz etmekdikçe şerefini ve iyiliğini muhafaza etmiş olursun.”

028- “Sıddıkların kalbine gaflet gelmeseydi kendilerine Allahü Teâlâ’dan gelen tecellilere dayanamaz, can verirlerdi.”; herkese acır, günah işleyenlere de ıslah olmaları için duâ eder, herkesin de duâ etmesini isterdi.

029- Kendisi çok az yer ve şehvetlerden kaçınırdı. Herkese de böyle yapmasını buyururdu. Hatta kendisi hiçbir şey yemiyor denecek kadar az yerdi. “Şehvetlerini ve yemek içmeyi terk eden kimse kerâmet sahibi olur.” buyurmuşlardır.

030- Her işinde orta yolda idi. “İşlerin en hayırlısı vasat (orta) yolda olmaktır” buyurmuştur.

031- İlme amelden çok ehemmiyet verir, âlimi abidden (çok ibadet eden) üstün tutar ve “İlim bana göre ibadetten daha faziletlidir. Dinimizde en hayırlı amel vera’dır. (Şüpheli şeylerden kaçınmak!).” buyurmuştur.

032- O fitne ve fesattan son derece kaçınır, fitneye bulaşmaktan korkardı. Hz. Hasen’in fitneden kaçmasını selden boğulmamak için kaçan bir insana benzetmiş: “Fitne insana hidâyet etmek için gelmez. Fakat nefsiyle çarpışanın nefsin arzularını terk etmesi için gelir!” demiştir.

033- Yezid bin Abdillah’a soruldu: “Müslümanlar arasında fitne harb çıktığı zaman Mutarrif ne yapardı?” Şöyle cevap verdi. “Evine kapanır ve hiç bir cemaata yaklaşmazdı. Ortalık açılıp fitne ortadan kalkmadıkça kimse ile görüşmezdi.”

034- Sıhhatte olup şükretmeyi, belâ gelip de sabretmekten daha çok severim” buyurmuştur.

035- “Beni medheden kimse ancak beni ve nefsimi küçültmüş olur.”

036- “Sâlih kalb; salih amel ile elde edilir. Sâlih amel de ancak niyyetin salih (doğru olmasıyla) ele geçer.”

037- Evine girdiği zaman yemek yediği ve su içtiği kablar onunla beraber tesbih ederdi. Bu tesbihi yanında bulunan kimseler de işitirdi.

038- Geceleyin yürür iken elindeki asası (bastonu) lamba gibi önünü aydınlatırdı. Yine bir gün sabah namazı için oğlu ile beraber camiye giderken bastonundan iki parça nûr yükseldi. Oğlu Abdullah’a “Yâ Abdullah! Bana bak sabahleyin bunu insanlara (Basralılara) anlatsaydım, herkes beni yalanlardı” buyurdu. Asasının ve kendisinin nûr saçması ile çok kerâmetleri görülmüştür.

039- İnsanlar Onun yanına gittiği zaman rahatlar, huzur bulurdu. Çünkü o hep ahiretten bahseden ve âhireti taleb eden (isteyen) bir zât idi.

040- İnsanlardan uzak şehir dışında yaşardı. Cuma günü olunca hayvanına biner şehre Cuma namazı için gelir, kabirleri ziyâret eder, o sırada hafifçe uyuklar, uykusunda kabristanda yatanların hepsinin hâlini görürdü.

041- Yine bir Cuma günü Cum’a namazı için gelmişti. “Cuma gününü tanıyor biliyor musunuz, bu gün kuşların söylediklerini anlıyor musunuz?” diye sordu. Basra ehâlisi “Ne söyler?” diye sordular. “Selâm olsun, selâm olsun sâlih (duaların kabul edildiği tevbelerin kabul olduğu mübârek bir güne…)” derler buyurdu.

042- Mutarrif hazretlerini bir kimse bir meseleden dolayı yalancılıkla suçladı. O da ellerini kaldırdı: “Yâ Rabbi, eğer bu kimse sözünde yalancı ise onu helâk et.” diye duâ etti. Bu kimse orada cemâatin içinde can verdi.

043- Askerler Mutarrif hazretlerini kadıya götürdüler. Kadı “Sen adam öldürmüşsün!” dedi. Mutarrif hazretleri “Hayır ben sadece duâ ettim ve duam o kimse hakkında kabul olundu” diye cevap verdi. Bunun üzerine durum anlaşıldı ve müslümanların Mutarrif hazretlerine sevgi ve muhabbetleri bir kat daha arttı.

044- Haccâc Mevrûkel-İcli’yi habs etmişti. Mutarrif hazretleri Gaylân bin Cerir’e dedi ki: “Gel Allahü teâlâ’ya Mevrûk’ü zindandan kurtarması için duâ edelim.” Muttanf hazretleri Mevrûk’un kurtulması için duâ etti, yalvardı. Biraz sonra Mevrûk kurtuldu. Haccâc yatsı vakti dışarı çıktı ve insanların içerisine karıştı. Bir de ne görsün Mevrûk’a çok benzeyen bir kimse, bu zâtı Mevrûk’un babası zan etti. Hâlbuki gördüğü Mevrûk’un kendisi idi. Hemen muhâfızını çağırdı: “Hemen zindana git ve şu ihtiyarın oğlunu serbest bırak babasına gönder!” diye emir verdi. Halbuki Mevrûk daha önce kurtulmuş idi.

045- Hasen bin Amr el-Fezârî’den: Sâbit el Yemânî ve bir arkadaşı aniden Mutarrif’in yanına girdiler. Mutarrif’ten üç türlü nûr yayılıyor, etrafı aydınlatıyordu. Bir nûr başından, bir nûr göğsünden bir nûr da ayak kısmından yayılıyor, parlıyordu. Şaşkınlıkları geçince, Mutarrif’e sordular: “Sendeki bu hal nedir”, “O da neden bahsediyorsunuz?” diye sordu. “Senden nûr yayılıyor.” dedik “Siz bunu gördünüz mü?” dedi. “Evet!” dedik, “İşte bu gördüğünüz nurlar, benim yaptığım secdelerin karşılığıdır.”

 

Kaynaklar

1) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-198

2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-10, sh-173

3) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-64

4) El-A’lâm cild-7, sh-250

5) Vefeyât-ül-a’yân cild-5, sh-211

6) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-7, sh-141

7) Câmi-ul-kerâmat-il evliyâ cild-2, sh-265

8) Tabakât-ül-kübra cild-1, sh-34


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis