Bir Eğitim Müfettişinin Raporu
Bir Eğitim Müfettişinin Raporu
Dr. Can CEYLAN
İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı
Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürülüyor. Olayın
araştırılması için Millî Eğitim müfettişi Doğan Ceylan görevlendiriliyor.
Bir taraftan ortalık
"farkındalık" sempozyumlarından geçilmiyor. Diğer taraftan bu
duygunun Türkçesini beğenmeyip "mindfulness" gibi "adı çok
havalı bir kursa gidiyorum" türünden eğitimlerin verildiği bir zamanda
yaşıyoruz. Ama "eğitim paçalardan akarken", toplumsal hayatta
yaşadıklarımızın sorumluluğunu kime yükleyeceğimiz konusunda çâresiz kalıyoruz.
Eğitim konusundaki Cumhuriyet
târihimizin en ümitvâr olduğumuz döneminde olduğunu söylemek iddialı bir ifâde
olmaz. Belki de yaşadığımız anlamsızlıklar, bâzı şeylerin düzelmeye başlaması
sebebiyle daha göze batar hâle gelen şeyler olabilir. Ancak yine de üzeri
gitmemek gibi bir lüksümüz yok. “Neme lâzımcılık” kıvılcımdan yangın çıkaran
bir ihmâldir.
Özellikle genç neslin bir bölümü
olumlu anlamda gelişme gösterip duyarlılık sâhibi olurken, çok büyük bir bölümü
ve çoğunluğu, bir vurdumduymazlık ve bitiklik içindedir. Aradaki makas gittikçe
açılmakta ve bir zamanlar iş dünyâsında eksikliği dillendirilen “ara eleman”,
artık sosyal yapı da “ortalama duyarlılık” şeklini almıştır.
Bugün size, sosyal medyada da
paylaştığım bir olayı aktarmak istiyorum.
İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı
Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürülüyor. Olayın
araştırılması için Millî Eğitim müfettişi Doğan Ceylan görevlendiriliyor.
Müfettiş, öyle bir rapor düzenliyor ki, tüm anne-babaların okuması ve
kendilerine ders çıkarması gereken bir rapor. Doğan Ceylan’ın kaleme aldığı bu
rapor, Türk gençliğinin içinde bulunduğu bir durumu analiz ediyor ve “duygusuz
nesil tehlikesi”ne işâret ediyor. İşte o rapor:
Duygusuz Nesil Tehlikesi
Hayâtın gerçekliklerinden habersiz,
duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana
babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.
Yanı başımızdaki savaşlar, acı
çeken çocuklar, ölen on binlerce insan, onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı
gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
Hayatlarının odağındaki tek şey
eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak
görüyorlar.
Kendileri için yapılan
fedakârlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefâsızlar.
Herkesi kendilerine hizmet etmek
için yaratılmış görüyorlar.
İnsanlara verdikleri değer, onların
isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
Hayatlarında eğlenmekten başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence
kaynağına dönmüş olan telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyânın
sonunun geldiğini zannediyorlar.
Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor,
atalarımıza karşı vefâsızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği
vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar.
Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
Milletimizin geleceği açısından
endişeleniyorum. 20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak? Kendine hayrı
olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek? Evlerini nasıl idâre edebilecek?
Ülkeyi nasıl yönetecek? Vatanı nasıl savunup can verecek?
Bütün bunlar neden oluyor izah
edeyim.
Altın kafeslerde çocuklar
yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber.
Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri
önlerinde yemedikleri arkalarında. Acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle
ki, yemek yemeyi bile işkence görür hâle geliyorlar. Susuzluk nedir hiç
bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye
yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.
Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk
havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz
dışarı, hiç titremiyorlar.
Çocuklar hiç ıslanmıyorlar. Evden
arabaya kadar bile üç metrelik mesâfede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına
bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir
bilmiyorlar.
Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar.
İki adımlık mesâfelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye.
Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri
tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.
Yokluk nedir bilmiyorlar, daha
istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini
bilmiyorlar.
Onlar bir yanığın veya bıçak
kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri
yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak
yaktırıyoruz.
Çocuklar hissetmiyor yaşamı. Açlığı
bilmediği için açlara acımıyorlar. Üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki
evsizleri umursamıyor.
Yokluk nedir bilmedikleri için
ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak
görüyor, gülüp geçiyorlar.
Sıcak odalarında yaşadıkları için
evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan ölen insanları
umursamıyorlar.
Acımıyorlar. Kıymetini bilmiyorlar
ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzûrun, ana-babanın…
Müdahâle edilmezse gelecek iyi
şeyler getirmeyecek güzel ülkemize. Bu sorunu devlet derinden hissetmelidir. Bu
sorunun çözümü için ciddî çalıştaylar düzenlenmelidir. Öğretim programları ve
ders materyalleri revize edilmelidir. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri
artırılmalıdır. Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmelidir.
Doğan Ceylan, bir eğitim müfettişi
refleksiyle sorumluluğu devletin resmî organlarına yüklüyor. Elbette devletin
göstereceği irâde çok önemlidir. O kadar ki, bütün müfredat bu soruna göre
yeniden düzenlenmeli hatta baştan yazılmalıdır. Ancak toplumun vermesi gereken
destek olmadan, devletin atacağı adımlarla fazla yol almak mümkün değildir.
Çalıştaylarda konuşulanlar ve alınan kararlar, çalıştayların yapıldığı
binâların dışına çıkamadığı sürece zaman ve kaynak kaybından başka bir şey
değildir.
Devlet, bu krizi bir fırsata
dönüştürüp, eğitim sisteminde yapılması düşünülen kapsamlı sistem
değişikliğinde öncelik, “eğitim kültürü”nün düzeltilmesi ve eğitimden ne
anlaşılması gerektiği konusuna verilmelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder