Kalbindeki Putları Kır


Kalbindeki Putları Kır

     Mü’min dünyada gariptir, yalnızdır. Zahid de ahiretle ilgili hususlarda gariptir. Arif ise Allah’tan başka her şey yanında gariptir, yalnızdır. Mü’min dünyada âdeta zindandadır. Bol rızık içinde bulunsa ve geniş evlerde otursa bile... Aile efradı; malında, mevkiinde istedikleri gibi tasarruf ederler. Neşelenirler. Etrafında gülerler, oynarlar. O ise gizli bir zindan içindedir. Neşesi yüzündedir. Kederi kalbindedir.
    
     Dünya hayatının içyüzünü iyi bilir. Kalben onu terk eder, boşar. İlk boşayışı talaktır, bir boşayıştır. Çünkü bütün dünyevî imkânlarının tamamen elden gitmesinden korkar. O, bu hâlet içindeyken bir de görür ki, ahiret kapısını açmış, güzel yüzü bütün parlaklığı ile karşısında duruyor. Onu görünce, dünyayı bir kere daha boşar. Fakat dünya (dünyevi zevkler, hazlar) gelir, kendisinin boynuna sarılır. Bunun üzerine o da onu üç talâkta birden boşar. Ve varır, ahiretin yanında durur. O orada dururken, birden şiddetli bir nur lemeân eder, parlar. Bu Aziz ve Celâl olan Hakk’ın nurudur. Onu görünce bir kere daha boşar. Bu sırada dünya kendisine sorar
    
     - Beni niçin boşadın?
    
     O, cevaben der ki:
    
     - Senden daha güzelini gördüm.
    
     Başka bir zaman, dünya yine sorar:
    
     - Beni niçin boşadın?
    
     O da der:
    
     - Çünkü sen, gelip-geçicisin. Aldatıcı türlü şekillerle ve kıyafetlerle bürünmüş birisisin. Aslın hâlen şu göründüğünden başkadır. Bu durumda seni nasıl boşamayayım?
    
     İşte o anda, artık o müminin, Rabbini tanımış olması tahakkuk eder. Böylece, masivâdan (Allah’tan gayri her şeyin) karşısında hür duruma gelir. Dünya ile ahiret karsısında ise garip ve kimsesiz duruma düşer. Çünkü o dünyanın da ahiretin de uzaklarındadır. Onun nazarında, dünya da ahiret de namevcut (yok) mesabesindedir.
    
     İnsanlara güvenip bağlanma duygularının koptuğu, Allah’a olan sevgi bağlarının da sağlamlaştığı bir an, bil ki Allah seni kendisine dost olarak seçmiştir. O’nun bu seçisini garip bulma. Kim ki İzzet ve Celal sahibi Hakk’ın yolunda yürüme ve onunla birlikte bulunma hususunda sabır gösterirse, o, Allah’ın acâib ve hikmetli lütuflarını görür. Kim iki fakirliğe sabreder tahammül gösterirse pesinden zenginlik gelir.
    
     Zira şurası bir gerçektir ki, kendilerine peygamberlik verilenlerin çoğu çobanlardan, velilik verilenlerin ekserisin de kölelerle gariplerdendir.
    
     Kul, her zaman Allah için tevazuu gösterirse O, onu, aziz eyler, efendi mertebesine yükseltir. Her ne zaman alçak gönüllü davranırsa Allah onu yüceltir. Aziz kılan odur. Muvaffakiyet veren O’dur. Kolaylık veren O’dur. Eğer o olmasaydı, O’nun lütfu olmasaydı, biz O’nu tanıyamazdık.
    
     Ey, amelleri ile övünenler! Ey amellerine mağrur olanlar! Ey, amelleri ile böbürlenenler! Ne de cahilsiniz! Ne de bilgisizsiniz! Eğer Allah’ın tevfîki olmasaydı ne namaz kılmağa muktedir olabilirsiniz ne oruç tutmağa ne sabırlı olmağa.
     Sizler övünme mevkiinde değil, bilakis şükretme durumundasınız. Övünmeğe hakkiniz yok. Şükretme vazifeniz var...

Ey oğul!
    
     Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise onu ihya eder. Lokma vardır kalbini nurlandırır. Lokma vardır onu karartır. Lokma vardır seni dünya ile iştigal eder hale getirir. Lokma vardır, seni dünya ile ahiretin Yaradan’ına rağbet ettirir.
    
     Haram yemek, seni sırf dünya ile iştigale sürükler ve sana günahları hoş gösterir. Mubah yiyecekler seni ahiret ile iştigale sevk eder ve sana tâatleri sevdirir. Helâl yiyecekler ise senin kalbini Allah’a yakınlaştırır.
    
     Bu yiyecekler, ancak ma’rifetullah ile yâni Allah’ı tanımakla bilinir. Ma’rifetullah ise defterlerde ve kitaplarda değil kalplerde bulunur. Ma’rifetullah haktan gelir. O’nun mahlûkatından gelmez. Aziz ve Celal olan Allah’ı tanımak, yani ma’rifetullah, Allah’ın ahkâmı tasdik edip sıdk ile tatbik ettikten ve yaşadıktan sonra hâsıl olur.

     Allah’ı tevhitten ve yalnız O’na güvenip dayandıktan sonra hâsıl olur. Yaratılanların sevgisinden ve onlara dayanıp güvenmekten bütünüyle sıyrıldıktan sonra hâsıl olur.
    
     Sen Allah’ı nasıl tanıyor, nasıl biliyorsun ki? Sen ancak yemeyi, içmeyi giyinmeyi ve evlenmeyi biliyorsun. Üstelik bunlar nasıl olursa olsun, nereden gelirse gelsin, hiç aldırışta etmiyorsun. Sen, hiç, Nebî Sallâllahü Aleyhi Vesellem’in su sözünü işitmedin mi?
    
    “ - Bir kimse ki, yediğini içtiğini nasıl ve nereden kazandığına aldırış etmezse Allah da onu cehennemin kapılarının hangisinden sokacağına aldırmaz.”
    
     İzzet ve celâl sahibi Hakk’ın evi olan kalbini tahliye et, boşalt. Orada Allah sevgisinden başka hiç bir şeye yer verme. Melekler içinde suret bulunan bir eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putların bulunduğu senin kalbine nasıl girer? Mâsivadan gayri her şey bir puttur. Allah’tan gayri her şey bir puttur. Öyleyse sen putları kır.
     Evi temizle. İşte o zaman evin sahibinin orada hazire olduğunu göreceksin.
    
     Allah’ım, bizi, seni kendimizden razı edecek amelleri islemeğe muvaffak eyle.
    
     Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!

 Abdülkâdir Geylânî Kuddîse Sirrûh

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis