Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem’in Mescidinde okuttuğu Türkçe Şiir
Hz. Peygamber Sallallahü
Aleyhi Vesellem’in Mescidinde okuttuğu Türkçe Şiir
Edebiyatımızın büyük
şairlerinden Süleyman Nâbî, Sultan 4. Mehmet döneminde önemli devlet
adamlarıyla birlikte hacca gider. Her Müslüman şair için hac ibadeti, olağan
üstü bir olaydır; çünkü metafizik gerilime düşen şair, en yüksek estetik
tecrübeyi edinmektedir.
Hiç şüphesiz Nabi için Medine’ye
gidip Hz. Peygamber’in kabr-i şeriflerini ziyaret, Mekke’de Kâbe-i Muzzama’da
tavaf etmek çok heyecan verici bir olaydır. Dolayısıyla hac kafilesinin
Medine’ye yaklaştığı sırada şair Nabi’nin söz konusu heyecanı doruk noktasına
ulaşır.
Kafile şafak vakti Medine-i
Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı
okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.
“Sakın terk-i edebden
kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir
Makâm-ı Mustafa’dır bu”
Nâbi ve hac kafilesinde
bulunanlar, Mescid-i Nebi minarelerinden Türkçe şiir okunması karşısında
hayrette kalırlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. İşin ilginç yanı
bu naat, Nâbi’nin o gece, yani birkaç saat önce yazdığı şiirdir.
Namaz bitip Mescid-i Nebi’de
yavaş yavaş cemaat dağılırken, Nâbi birkaç arkadaşıyla birlikte heyecan içinde
müezzinlerin yanına varır. Müezzinlerden okudukları Türkçe naatın kimin
olduğunu ve nerden öğrendiklerini sorarlar. Müezzinler, konunun kendileri için
bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemezler.
Fakat Nâbi, ısrar eder, bu
Türkçe naatı o gece kendisinin yazdığını belirtir. Bu kez de müezzinler
heyecanlanır. “– Senin ismin Nâbi mi?” diye sorarlar şaire...” Evet”
cevabını alınca ellerine kapanırlar. Nabi de müezzinlerin boyunlarına sarılır
tek tek.
Müzzinler, Mescid-i Nebi
minarelerinden Türkçe şiir okunması olayının açıklamasını şöyle yapar:
“– Bu gece Allah Rasulü Sallallahü
Aleyhi Vesellem rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete
geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını
ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu natı, bu sabah minarelerden onun
buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.”
Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem Aşkı
Nabi, Mescid-i Nebi
müezzinlerinin okuduğu Türkçe şiiri gerçekten o gece yazmıştır... Şiirin
yazılış hikâyesi de çok ilginçtir Kafile, Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır.
Vakit gecedir.
Nabi, hac kafilesinde bulunan
önemli devlet adamlarından bir paşayla aynı çadırda kalmaktadır.
Resûlullah Sallallahü Aleyhi
Vesellem Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku
girmemiştir. Fakat paşa, hem de ayaklarını Medine tarafına, Kıble’ye doğru
uzatmış, uyumaktadır. Bu durum Nabi’yi son derece üzer. “İki cihan güneşinin
bulunduğu topraklara geldik. Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz. Böyle yatmak
hiç münasip olur mu” diye düşünür. Hz. Peygamber’in Sallallahü Aleyhi Vesellem
beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâline çok üzülmüştür. Dolayısıyla
Medine yakınlarında gece çadırda paşa döne döne uyurken, Nabi de oturup bu
şiiri yazmıştır.
Mescid-i Nebi müezzinlerinin
yaptığı söz konusu açıklama karşısında, Paşa’nın utancını, Nâbi’nin ise
sevincini anlatmak, bu iki ruh halini tasvir etmek elbette imkânsızdır.
Paşa, utancını hangi kelimelerle
dile getirmeye çalıştı bilinmez, ama Nâbi’nin dudaklarından şu kelimeler
dökülür “Demek ki sevgili peygamberimiz bana ‘Ümmetimden bir şair’ dedi. Demek
ki iki cihan güneşi beni ümmetliğine kabul etti.”
Nâbi’nin bu hac seyahatinde “Tuhfetü’l-Harameyn”
isimli bir gezi kitabı yazmıştır. Bu naat ile birlikte pek çok şiirin,
hatıralarının ve gözlemlerinin yer aldığı bu kitap, yazıldığı günden bu yana
inanmış gönülleri aşk ve heyecanla coşturmaktadır. Bu naatın, edebiyatımızdaki
peygamber sevgisini anlatan şiirler arasında çok özel bir yeri vardır.
Büyük Şairimiz Yusuf
Nabi
Asıl adı Yusuf olan şair, onun
“hiçlik-yokluk” anlamına gelen “Nâbi” mahlasını kullanarak ki “Na” ve “Bi”
kelimeleri Arapça ve Farsça’da “yok” anlamına gelmektedir, varlık kapısına
ulaşmak ve lütufla muamele görmek için insanın önce “yokluk” elbisesini
giymesi gerektiğini ifade etmiş olmaktadır.
Nabi, 1642 yılında Urfa’da
doğar. Urfa’nın tanınmış ailelerindendir. İyi bir eğitim görmüştür. Arapça’yı
ve Farsça’yı çok iyi bilir. Devrinde “Sultanü’ş-Şuara” diye anılmıştır.
Tasavvuf terbiyesi de görmüş
olan Peygamber âşığı Nâbî, altı Osmanlı padişahının hükümdarlığına tanıklık
etmiş ve tüm bu padişahlar tarafından sevilip desteklenmiştir.
Halep Valisi Baltacı Mehmet
Paşa, sadrazam olunca Nâbi'yi yanına alır. Şair 1666 yılında 24 yaşındayken İstanbul'a
gelir. Bu dönemlerde Nâbi Darphane Eminliği, Başmukabelecilik gibi görevlerde
bulunur.
Nâbi sadece iyi bir şair değil,
çok güzel bir sese de sahiptir ve 'Seyid Nuh' mahlasıyla besteler yapmıştır.
Eserlerinin büyük kısmını
Halep'de kaleme alan Nâbî, toplumsal ve sosyal hayatı eleştiren, didaktik
şiirler yazar. Eserlerinde Osmanlı'nın duraklama devrinde yönetim ve toplumun
içerisine düştüğü dejenerasyona vurgu yaparak sert eleştiriler getirir.
Nabi’nin Natı
Nabi’nin ziyareti şerefine Hz. Peygamber’in
Sallallahü Aleyhi Vesellem mescidinde okuttuğu Türkçe şiirin dizelerinden
gönülleri kanatlandırabiliyoruz artık
Sakın terk-i edebden kûy-ı
mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı
Mustafa’dır bu
(Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve
O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu
yerde edebe riayetsizlikten sakın.)
Felekte mâh-i nev
Bâbü’s-selâm’ın sîne-çâkidir
Bunun kandili Cevzâ matlâ-i
nûr-i ziyâdır bu
(Gökyüzünde hilâl, O’nun selâm
kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Semadaki Cevza (ikizler burcu)nın nur ve ışık
kaynağı O’dur )
Habîb-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır
fazilette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı
Kibriyâdır bu
(Burası, Allah (cc)’ın sevgilisinin ebedî
istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı
Hakk’ın arşının bile üstündedir.)
Bu hâkin pertevinden oldu
deycûr-ı adem zâil
Amâdan açtı muvcûdat çeşmin
tûtiyâdır bu
(Bu mübarek toprağın ziyasından
yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun
sürmesiyle açtı.)
Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî
bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûse-gâh-ı
enbiyâdır bu
(Ey Nâbi, bu dergâha edep
kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü,
peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)
Nabi, sözkonusu iltifata,
Peygamber Efendimiz’e duyduğu muhabbetten ve gösterdiği edepten dolayı nâil
olmuştur. Hz. Mevlânâ’ya göre “edep, insanın bedenindeki ruhtur, enbiyâ ve
evliyânın göz ve gönül nurudur, şeytanın katilidir, insanla hayvanı birbirinden
ayıran en önemli vasıftır.” Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Edep bir tâc imiş nûr-i
Hüdâdan Giy ol tâcı, emin ol her belâdan.” dizelerinde ne kadar haklıdır. Allah
ve Rasulü’ne yükselen merdivenin basamakları, ancak edeple çıkılır..
Nabi’nin Mezarı Artık Yok...
Edep timsali Nabi’nin biz
evlatları oldukça edepten uzaklaşmış olmalıyız ki Nabi'nin Karacaahmet'teki
mezarı artık yok; çünkü üzerine başkaları defnedilmiş ve mezar taşı bir kenara
konulmuş. Bunun düzeltilmesi gerekiyor. Büyük şaire büyük bir ayıp.
Yorumlar
Yorum Gönder