İlim, Amel, İhlâs


İlim, Amel, İhlâs

Çiftçi tarlasını eker ve bekler. Beklediği şey mahsuldür. Ne ekmiş, ne kadar ekmişse hasat zamanı o karşılığı alacaktır. Ahirette yüz ağartan bir hasat için de dünya tarlasında ilim, amel ve ihlâs bulunmalıdır.

Kul tıpkı çiftçiye benzer. Dünya onun tarlası, iyilik ve kötülükler ekini, ahiret ise hasatıdır. Dünya tarlasına ektiği her şey ahiret mevsiminde önüne mahsul olarak konacaktır. Ne bir eksik ne bir fazla...

“Kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Kim de zerre kadar şer (kötülük) işlemişse onu görecektir.” (Zilzal, 7-8)

Hasat mevsimi olan ahirette önüne konan mahsul, ebedi hayat için dönüm noktasıdır. Onunla ya çocuklar gibi sevinip mutlu olur yahut idamlıklar gibi perişan...

Peki, nedir bereketli, verimli hasadın sırrı” Yani dünyada neyi nasıl ekmeliyiz ki ahirette biçeceğimiz mahsul bizi mutlu mesut kılsın, bizi kurtarsın”

İmam Rabbanî Kuddise Sirrûh Hazretleri ebedi kurtuluş için dünyadayken üç şeyin elde edilmesi şart, diyor. Bunlar ilim, amel ve ihlâs.

Bilmediğini öğrenmek

İlimden kasıt, kişinin kendisine lazım olacak kadar dinini öğrenmesidir. Bu, her mükellef (büluğ çağına ermiş, aklı başında) Müslüman üzerine farzdır. Çünkü bilgisiz itaat olmaz.

Öncelikle müslüman, iman esaslarını (Akaid) Ehl-i Sünnet alimlerin bildirdiği gibi öğrenip, varsa inanç hususundaki şüphelerini gidermelidir. İmam Gazalî Kuddise Sirrûh Hazretleri, bir insanın kalbine doğacak şüpheleri giderecek kadar ilim öğrenmesinin de farz olduğunu söyler.

Öyledir. Çünkü inanç noktasında bozuk görüş ve şüphe taşıyan kişi tehlikede demektir. Böyle birinin ne ermişliği para eder ne dervişliği. O nedenle Ehl-i Sünnet âlimlerin inanç esaslarıyla ilgili eserlerini okuyup, ârif zatların sohbetlerinden istifade etmelidir. Ki böylece yanlış bilgilerden ve şüphelerden kurtulmak mümkün olsun.

Bu arada din gibi ciddi bir meseleyi, ehil olmayan kişilerden öğrenmeye çalışmak asla doğru değildir. Zira yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder, bu herkesçe bilinir. Kur’an-ı Kerim’de: “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun.” (Nahl, 43) buyurulur.

İman esasları meselesini hallettikten sonra dini nasıl yaşayacağımız meselesi, yani Fıkıh gelir. Bu ilim, İslâm dininin ibadet, insanlar arası her türlü iş ve işlemler (muamelât) ve ceza hukukuna ait hükümlerini kapsar. Neyin helal neyin haram olduğunu fıkıh sayesinde öğrenir, alışveriş ve ticarette, evlenmede boşanmada İslâmî ölçüleri onun sayesinde biliriz. Her Müslümanın bu ilimden kendisine lazım olacak kadarını öğrenmesi farzdır.

Öte yandan tasavvuf erbabı kişilerin de feyz aldığı meşrebin gereklerini araştırıp öğrenmesi şarttır. Tasavvuf neyi hedefler, mürşit kime denir, bir mürşidin terbiyesine giren kişinin dikkat etmesi gereken şeyler nelerdir, öğrenilmesi gerekir.

İlim, gereği gibi elde edilmediği takdirde uhrevi kurtuluşun teminatı olan sacayaklarından biri eksik demektir. Bu yüzden Allah Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem, ilimden bir mesele öğrenmeyi, bütün varlığı ile dünyadan hayırlı görmüştür.

Bildiğiyle amel etmek

Diyelim ilmi elde ettik. Yani akaidimizi düzelttik, lüzumu kadar fıkıh bilgisi öğrendik. Tasavvufî bilgi de edindik. Yeterli mi” Elbette değil! Çünkü sırada “amel” var. Yani öğrendiklerimizi hayata geçirmek, uygulamak.

İlmin lazım olacağı yer işte tam burasıdır. Çünkü ahirette tek geçerli akçe iyi işlerdir (salih amel). Kul öbür âlemde onunla üstünlük bulur. Nitekim Hz. Ömer Radiyallahü Anh demiştir ki: “Dünyanın izzeti mal ile ahiretin izzeti de salih ameller iledir.

Ayrıca Kur”an-ı Kerim, Rabbine kavuşmayı uman kimsenin salih amel işlemesini ve ibadetlerinde hiç kimseyi Rabbine ortak koşmamasını öğütlemekte (Kehf, 110); O”na, mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde ulaşanlara en yüksek dereceler ile içinde temelli kalacakları, Adn cennetlerini müjdelemektedir. (Tâhâ, 75-76)

Şu halde asıl olan bilmek değil, bildiğini uygulamaktır. Bu, işin en mühim kısmıdır. Öğrenilen bilgiyi taviz vermeksizin yapmaya, yapılanı da devam ettirmeye çalışmak önemli bir iştir. Kişi bildiğiyle amel ettiği sürece Allah Tealâ ona bilmediklerini öğretir. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki:

“Bildiği ile amel eden kimseye Yüce Allah bilmediğini öğretir ve amelinde onu muvaffak kılar da cenneti hak eder. Buna karşılık bildiği ile amel etmeyen kimse hem bildiğinde şaşar hem de amelinde muvaffak olmaz ve böylece cehennemi hak etmiş olur.”

Yalnız Allah rızası için yapmak

Ebedi kurtuluşumuzu temin edecek olan üç altın kuralın en önemli ayağı ise ihlâstır.

İhlâs, ibadet ve davranışları gösteriş (riya) ve her türlü ikiyüzlülükten (nifak) uzak olarak sadece Allah için yapmaktır.

Allah’a ortak koşmanın (şirk) büyük ve küçük diye iki kısma ayrıldığına dikkat çeken âlimlerimiz, riya ile nifakı küçük şirk alt başlığı altında zikreder.

Ameline riya ve nifak karıştıran kimse için bir hadis-i kudsîde şöyle buyruluyor:

“Ben, ortağı olmaktan uzak olanların en uzağıyım. Kim benim için amel eder ve başkasını da bu amele katarsa/ortak ederse hissemi o ortağıma devrederim.”

Ayrıca Rasul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz”in buyurduğu üzere, “Amelinde şirk edene, “Kim için amel ettinse mükâfatını ondan al!” denir.”

Bunlar gösteriyor ki ameli amel yapan ondaki ihlâstır. İhlâs niyette bulunur. Niyetin yeri ise kalptir. Kulun ameli niyetinin içtenlik ve samimiyeti nisbetinde değer kazanır. Aynı namazı yan yana kılmakta olan iki kişiden birini diğerine üstün kılan, niyetlerindeki samimiyettir. Sevgili Peygamberimizin “Ameller niyetlere göredir.” sözü buna işaret eder.

Niyetin kendisi de bir tür amel sayılır. O ancak Cenab-ı Hakk”ın hoşnutluğu gözetildiğinde ihlâsa kapı açar. İhlâsla yapılan az bir amel, ihlâsı tam olmayan amelden kat kat üstündür. İhlâs kıymetsiz görünen bir ameli dahi çok kıymetli hale getirir.

İhlâsı elde etmek, riyadan korunabilmek zor diyerek ibadet ve amelleri terk etmek doğru değildir. Bu şeytanın bir oyunudur. İmam Gazalî Rahmetullahi Aleyh böyle birini, efendisi tarafından temizlesin diye verilen buğdayı “Nasıl olsa tertemiz yapamayacağım, iyisi mi bu iş kalsın.” diye düşünen hizmetçinin haline benzetmiştir.
Oysa bir şeyin tamamı elde edilemiyor diye hepsi terk edilmez.

“İhlâs nasıl elde edilir”

İmam Rabbanî Kuddise Sirrûh Hazretleri buyuruyor ki: “İlim ve amele nisbetle ruh mesabesinde olan ihlâsın tedariki sufilerin yoluna girmeye bağlıdır.”

Evet, ikinci bin yılın müceddidine göre ihlâsı elde etmenin yolu, sufilerin yoluna, yani tasavvufa girmekten geçiyor. Çünkü bu yolun amacı nefsin kötü huylarını iyiye çevirmektir. Nitekim İmam Gazalî Kuddise Sirrûh Hazretleri de tasavvufu, nefse karşı mücadeleyi öne almak, kötü huyları atmak, diğer her şeyle kalbî ilişkiyi keserek olanca gayretle Allah’a yönelmek olarak tanımlar. Riya ve nifak da nefsin kötü sıfatlarından olup, onlardan kurtulmak ancak sıkı bir tasavvuf eğitimiyle mümkün...

Özetleyecek olursak, herkesin ortak arzusu olan ebedi kurtuluş ancak üç şeyi kazanmaya bağlıdır. Bunlar ilim, amel ve ihlâstır ve hiçbirini diğerinden ayırmak mümkün değildir. Bir Müslüman ahiret hasatı için dünya tarlasını ekerken bu üç önemli unsuru ihmal etmezse Allah’ın izniyle kurtuluşa erecektir

Kürşat Salih YAMAN

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis