İçimizdeki Düşman...


İçimizdeki Düşman...

 “İyi olamıyorum. Çünkü dünya çok kötü...”
Her insan özünde bir yerlerde iyidir ve her insan iyi olması ile orantılı bir şekilde kusurludur... Aslında böyle bir tanım, henüz çözümlenememiş bir dengenin en kestirme tarifidir. Nikola Tesla’ya göre, insanlarda bulunan kusurla erdem, madde ve enerjiye benziyor. Birbirinden tamamen ayrışmaları halinde, insan olmanın anlamının yiteceğini savunuyor. Ön görülü bulduğum bu yaklaşımı gelin hep beraber irdeleyelim;
Dünya geneline baktığımızda, tüm kusurlarına ve olumsuzluklarına rağmen, beğensek de, beğenmesek de, bir uyum söz konusudur. Her bireyin hayat yoluna koyulduğunda, kendince hedefleri ve hayalleri vardır.
Mesela diyelim ki, dünyayı değiştirmeyi istedik. Ne derler? Evdeki hesap çarşıya uymaz bazen... Biz doğruyduk. Diyelim ki, tüm dünya yapa yanlıştı. Böylece, akıntıya ters yüzen bir yalnızlık içerisinde öylece kala kaldık. Ümitlerimiz, kendini karamsarlığa bıraktı. Tıpkı gün batımı gibi, kaçınılmaz bir sona… Ardından gecenin gizemine teslim olduk.
Peki, nasıl sıyrılırız bu durumdan? Şöyle soralım, ‘Sıyrılmak gerekli mi, neye ve kime göre?
Öncelikle başkalarının fikirlerinin, hayatımızın gerçeği olmasına izin vermemeliyiz!
Hayatımızın geneline baktığımızda; ümit, ışığı- aydınlığı, karamsarlık karanlığı- bir nevi geceyi temsil ediyor. Gecelerimiz ışıklarla aydınlansa da, geceler, dinlenmek içindir. Çünkü ışığın olduğu zamanlarda uzun meşgalemiz olacaktır. Güç toplamak için bazen dinlenmek gerekir. Karamsar olmak, aslında kötü bir dönem değildir. Dinlendirici bir gecedir.
Şöyle düşünelim; diyelim ki, tüm gün boyunca güneş hep aynı yöne vuruyor veya tamamen tersi oluyor. İkisi de aşırı iki ucu temsil ediyor. Örneğin; bizim evimizde yaz gününde güneş bir odamızı yakarken, diğer odalar gölgede kalıp serin olmasaydı, ev bize göre yaşanmaz olurdu… Benliğimizdeki, kusurlu kısımın, bakış açımızdaki iyimserliğe galip gelmesine veya başka kusurlu X bakışların bizi beynimizden vurmasına, iyimserlikle zırhlanmalıyız. Çünkü her şey değişir, fizik kanunları asla değişmez. Fizik kanunlarına göre, gözlerimizler görüp aklımızla kavradığımız her şey belli bir ölçüye dayanır.
Ölçüyü tutturma çabası veya tek tarafı seçmek...
Büyük bir amaçla sıvadık kollarımızı. İyimserlik yapılan araştırmalara göre başarılı olmaya daha yatkındır. Çünkü iyimser bakış, başarısız olduğunda kendini sorgular, pes etmek başkalarını suçlamak veya saldırmak yerine, tecrübeyi kazanç sayar. Böylelikle özüne güveni artar. Başarısız olduğunda vazgeçmez! İyimserlik, olumsuz fikirlerden etkilenmez, fakat gerekli dersi çıkaracak akıl süzgeci daima devrededir. İyimser, kalbi ile düşünüp aklıyla hisseder. Karamsarlık tam tersidir.
Dünyayı değiştireceğiz...
İçinde yaşadığımız her alan, bizim dünyamızdır. Çiftçinin dünyası tarlasıdır. İşçinin dünyası çalışma alanıdır. Çöpçünün dünyası temizlemekle sorumlu olduğu güzergâhtır. Bu örnekler böylece çoğaltılabilir... Önce en yakınından başla diyor ayet yani; KENDİMİZDEN…
Karamsarlık, bazen uykularımızı kaçırıp bizleri, hiç bilmediğimiz yerlere sürükleyebiliyor. Böyle olmasına yine biz istemediğimiz halde, izin veriyoruz. Fakat sonrasında, başkalarını suçlamak kendimizi kısa süreli temize çekip avutsa da, kendimize karşı gittikçe izole olup yabancılaşıyoruz...
Her şeyden önce, dünya şikâyet edenlerin değil, daima çalışıp emek verenlerin sayesinde değişmeye devam ediyor. Bizim bu dengeyi sağlayabilmemiz, özümüzdeki gerçeğin önüne benliğimizi engel koymadan, özgürce dünyaya salıvermemize bağlıdır. Burada, benlik kusurlu kısmı temsil ediyor. Çünkü iyimserliğin fiile dönüşmesi asla başkalarının hakkına sataşan bir savaş çıkarmamıştır. Özümüz ise, ötelenen benliğimizde tutsak edilen esas bizi…
Kötü veya iyi her şey insana dairdir. Kendimizi bildik bileli böyledir. Hiç birini tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Sadece onlarla beraber dengede yaşamayı öğreniriz, ya da öğrenemeyiz. Kusurlarımız ile erdemlerimiz, bir kuşun uçması gibi, bizlerin hayatta dengede kalmamız için gereken iki kanadı gibidirler.
Bu gün düşman, ne zamanında kendi kolonisine ihanet ederek bağımsızlığını ilan eden ülke! Ne başka ülkeleri kontrol altında tutmak için, besleyip büyüttüğü örgütler veya koyun gibi itaat eden mensupları değildir… Belki de evet, dünyayı ve insan hayatını, oyun alanı gibi görüp de istediği gibi atını oynatan zihniyetlerin, akıl almaz planları karşısında, iyimserliğimizin orantısız olmasından sebep, cahil kalabiliyoruz. Bu tecrübe başarısızlık olarak düşünülse de aslında, neden ölçülü olmamız konusunda olgunluk kazandırıyor. Özümüz bize bir türlü, “bilmiyorum" dedirtemiyor. Bir türlü kabul ettirmiyor. Bazı şeyleri değiştirmemiz gerektiğini veya değiştiremediklerimizin ne olduğunu… Hep itiraza, şikâyete, mağduriyete, savunmaya yönelik bir mekanizma ile karşılık veriyoruz. Evet, bunlar da olmalı, fakat bazen kabul de etmeli… Denge demiştik! Dengeyi bıraktığımız anda akıntıya kapılıveririz. Bir süre sonra görüş bulanıklaşır. Ardından tamamen körelir... Sonrasında ise, başka azalarımızın anlattıklarıyla, anlayıp, üstelik karar vermeye başlarız. Bize kendimizi, yola çıkış sebebimizi her şeyden evvel özümüzü unutturan esas düşman, dengesizliğin (ölçüsüzlüğün) zahmetsizliğine teslim olur.
"En büyük düşmanımız" 'Kabullenmeyi, 'pes etmek' ve İyimserliği, 'pasiflik' gibi standart kalıplara konduran içten dışa tüm dünyaya dalgalar halinde yayılan, ÖLÇÜSÜZLÜKTÜR. Artık suçlu bir tek kişidir. İç dünyalarımızda dengeyi, mizan ve teraziyi ortadan kaldıran, tek kanatla uçacağımızın rüyalarına yatan benliklerimiz… Kendimiz...
 "Dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştirirsin. Hepsi bu."
Stefan Zweig
MERYEM KADIOĞLU (Milliyet Blog)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis