Kabir Azabının Şekilleri
Kabirdeki azap şekilleri nelerdir?
Hamd,
yalnızca Allah'adır.
Kabirdeki
azabın şekilleri, ister kâfir olsun, isterse günahkâr olsun sahibinin dünyadaki
işlediği günaha göre farklıdır. Nitekim bu günah sahipleri için kabirdeki bu
azabın niteliğini açıklayan sahih hadisler gelmiştir.
Bu
hadislerden bazıları şunlardır:
1.
Başına demirden bir balyozla vurulur.
Nitekim
Enes b. Mâlik'ten Allah ondan râzı olsun rivâyet olunduğuna göre, Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
((الْعَبْدُ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتُوُلِّيَ وَذَهَبَ
أَصْحَابُهُ حَتَّى إِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ، أَتَاهُ مَلَكَانِ
فَأَقْعَدَاهُ فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ
مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم؟ فَيَقُولُ: أَشْهَدُ أَنَّهُ عَبْدُ اللَّهِ
وَرَسُولُهُ. فَيُقَالُ: انْظُرْ إِلَى مَقْعَدِكَ مِنْ النَّارِ! أَبْدَلَكَ
اللَّهُ بِهِ مَقْعَدًا مِنْ الْجَنَّةِ قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم:
فَيَرَاهُمَا جَمِيعًا، وَأَمَّا الْكَافِرُ أَوْ الْمُنَافِقُ فَيَقُولُ: لاَ
أَدْرِي كُنْتُ أَقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ. فَيُقَالُ: لاَ دَرَيْتَ وَلاَ
تَلَيْتَ. ثُمَّ يُضْرَبُ بِمِطْرَقَةٍ مِنْ حَدِيدٍ ضَرْبَةً بَيْنَ أُذُنَيْهِ
فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا مَنْ يَلِيهِ إِلاَّ الثَّقَلَيْنِ )) [ رواه البخاري
]
"Kul,
kabrine konduğu ve arkadaşları geri dönüp gittiklerinde onların ayakkabılarının
seslerini işitir. İki melek kendisine gelip onu oturtarak: Şu adam Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem hakkında ne derdin? Diye sorarlar. Mü'min: Onun,
Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim, diye cevap verir. Bunun
üzerine ona: Cehennemdeki yerine bak! Allah, onun yerine sana cennetten bir yer
verdi, denilir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: O (cennet ve
cehennemdeki) iki makamını birlikte görür. Kâfir veya münâfık ise şöyle cevap
verir: Bilmiyorum. Ben, insanların dedikleri gibi diyordum. Bunun üzerine ona
şöyle denilir: Ne hak ve doğru olanı bildin, ne de Kur'an'ı okudun. Sonra iki
kulağının arasına demir bir balyozla öyle vurulur ki haykırıp feryat koparır. Öyle
ki insanlar ve cinler dışında, onlara yakın olan hayvanlar ve melekler bu
feryadı işitir. " [1]
2.
Kabrinde ona ateşten yatak serilir.
3.
Ona ateşten gömlek giydirilir.
4.
Onun için cehenneme giden bir kapı açılır.
5.
Kabri ona daraltılır.
6.
Başına büyük bir balyozla vurulur. Şayet onunla bir dağa vurulmuş olsaydı, dağ
toprak olurdu.
7.
Âhiret günü azap ile müjdelenir. Bundan dolayı için kıyâmetin kopmamasını
temennî eder.
Berâ
b. Âzib'den Allah ondan râzı olsun rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
(( خَرَجْنَا مَعَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم فِي جِنَازَةِ
رَجُلٍ مِنْ الْأَنْصَارِ فَانْتَهَيْنَا إِلَى الْقَبْر وَلَمَّا يُلْحَدْ
فَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَجَلَسْنَا حَوْلَهُ، وَكَأَنَّ عَلَى
رُءُوسِنَا الطَّيْرَ، وَفِي يَدِهِ عُودٌ يَنْكُتُ فِي الْأَرْضِ، فَرَفَعَ
رَأْسَهُ فَقَالَ: اسْتَعِيذُوا بِاللَّهِ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، مَرَّتَيْنِ
أَوْ ثَلاَثًا ثُمَّ قَالَ: إِنَّ الْعَبْدَ الْمُؤْمِنَ إِذَا كَانَ فِي
انْقِطَاعٍ مِنْ الدُّنْيَا وَإِقْبَالٍ مِنْ الْآخِرَةِ نَزَلَ إِلَيْهِ
مَلاَئِكَةٌ مِنْ السَّمَاءِ بِيضُ الْوُجُوهِ،كَأَنَّ وُجُوهَهُمْ الشَّمْسُ،
مَعَهُمْ كَفَنٌ مِنْ أَكْفَانِ الْجَنَّةِ، وَحَنُوطٌ مِنْ حَنُوطِ
الْجَنَّةِ،حَتَّى يَجْلِسُوا مِنْهُ مَدَّ الْبَصَرِ،ثُمَّ يَجِيءُ مَلَكُ
الْمَوْتِ عليه السلام حَتَّى يَجْلِسَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَيَقُولُ: أَيَّتُهَا
النَّفْسُ الطَّيِّبَةُ! اخْرُجِي إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ اللَّهِ وَرِضْوَانٍ. قَالَ:
فَتَخْرُجُ تَسِيلُ،كَمَا تَسِيلُ الْقَطْرَةُ مِنْ فِي السِّقَاءِ فَيَأْخُذُهَا،
فَإِذَا أَخَذَهَا لَمْ يَدَعُوهَا فِي يَدِهِ طَرْفَةَ عَيْنٍ حَتَّى
يَأْخُذُوهَا، فَيَجْعَلُوهَا فِي ذَلِكَ الْكَفَنِ، وَفِي ذَلِكَ الْحَنُوطِ،
وَيَخْرُجُ مِنْهَا كَأَطْيَبِ نَفْحَةِ مِسْكٍ وُجِدَتْ عَلَى وَجْهِ الْأَرْضِ،
قَالَ: فَيَصْعَدُونَ بِهَا فَلاَ يَمُرُّونَ يَعْنِي بِهَا عَلَى مَلإٍَ مِنْ
الْمَلاَئِكَةِ إِلاَّ قَالُوا: مَا هَذَا الرُّوحُ الطَّيِّبُ؟ فَيَقُولُونَ:
فُلاَنُ بْنُ فُلاَنٍ بِأَحْسَنِ أَسْمَائِهِ الَّتِي كَانُوا يُسَمُّونَهُ بِهَا
فِي الدُّنْيَا حَتَّى يَنْتَهُوا بِهَا إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا، فَيَسْتَفْتِحُونَ
لَهُ فَيُفْتَحُ لَهُمْ فَيُشَيِّعُهُ مِنْ كُلِّ سَمَاءٍ مُقَرَّبُوهَا إِلَى
السَّمَاءِ الَّتِي تَلِيهَا حَتَّى يُنْتَهَى بِهِ إِلَى السَّمَاءِ
السَّابِعَةِ، فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: اكْتُبُوا كِتَابَ عَبْدِي فِي
عِلِّيِّينَ، وَأَعِيدُوهُ إِلَى الْأَرْضِ، فَإِنِّي مِنْهَا خَلَقْتُهُمْ،
وَفِيهَا أُعِيدُهُمْ، وَمِنْهَا أُخْرِجُهُمْ تَارَةً أُخْرَى،قَالَ: فَتُعَادُ
رُوحُهُ فِي جَسَدِهِ، فَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيُجْلِسَانِهِ فَيَقُولاَنِ لَهُ:
مَنْ رَبُّكَ؟ فَيَقُولُ: رَبِّيَ اللَّهُ، فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا دِينُكَ؟
فَيَقُولُ: دِينِيَ الْإِسْلاَمُ، فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا هَذَا الرَّجُلُ الَّذِي
بُعِثَ فِيكُمْ؟ فَيَقُولُ: هُوَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم،
فَيَقُولاَنِ لَهُ: وَمَا عِلْمُكَ؟ فَيَقُولُ: قَرَأْتُ كِتَابَ اللَّهِ،
فَآمَنْتُ بِهِ، وَصَدَّقْتُ، فَيُنَادِي مُنَادٍ فِي السَّمَاءِ أَنْ صَدَقَ
عَبْدِي،فَأَفْرِشُوهُ مِنْ الْجَنَّةِ، وَأَلْبِسُوهُ مِنْ الْجَنَّةِ،
وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى الْجَنَّةِ، قَالَ: فَيَأْتِيهِ مِنْ رَوْحِهَا،
وَطِيبِهَا، وَيُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ مَدَّ بَصَرِهِ، قَالَ: وَيَأْتِيهِ
رَجُلٌ حَسَنُ الْوَجْهِ،حَسَنُ الثِّيَابِ، طَيِّبُ الرِّيحِ، فَيَقُولُ:
أَبْشِرْ بِالَّذِي يَسُرُّكَ! هَذَا يَوْمُكَ الَّذِي كُنْتَ تُوعَدُ،فَيَقُولُ
لَهُ: مَنْ أَنْتَ؟ فَوَجْهُكَ الْوَجْهُ يَجِيءُ بِالْخَيْرِ، فَيَقُولُ: أَنَا
عَمَلُكَ الصَّالِحُ، فَيَقُولُ: رَبِّ أَقِمْ السَّاعَةَ حَتَّى أَرْجِعَ إِلَى
أَهْلِي، وَمَالِي، قَالَ: وَإِنَّ الْعَبْدَ الْكَافِرَ إِذَا كَانَ فِي
انْقِطَاعٍ مِنْ الدُّنْيَا، وَإِقْبَالٍ مِنْ الْآخِرَةِ، نَزَلَ إِلَيْهِ مِنْ
السَّمَاءِ مَلاَئِكَةٌ سُودُ الْوُجُوهِ مَعَهُمْ الْمُسُوحُ، فَيَجْلِسُونَ
مِنْهُ مَدَّ الْبَصَرِ، ثُمَّ يَجِيءُ مَلَكُ الْمَوْتِ حَتَّى يَجْلِسَ عِنْدَ
رَأْسِهِ فَيَقُولُ: أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْخَبِيثَةُ! اخْرُجِي إِلَى سَخَطٍ
مِنْ اللَّهِ، وَغَضَبٍ، قَالَ: فَتُفَرَّقُ فِي جَسَدِهِ،فَيَنْتَزِعُهَا كَمَا
يُنْتَزَعُ السَّفُّودُ مِنْ الصُّوفِ الْمَبْلُولِ، فَيَأْخُذُهَا فَإِذَا
أَخَذَهَا لَمْ يَدَعُوهَا فِي يَدِهِ طَرْفَةَ عَيْنٍ حَتَّى يَجْعَلُوهَا فِي
تِلْكَ الْمُسُوحِ، وَيَخْرُجُ مِنْهَا كَأَنْتَنِ رِيحِ جِيفَةٍ وُجِدَتْ عَلَى وَجْهِ
الْأَرْضِ، فَيَصْعَدُونَ بِهَا فَلاَ يَمُرُّونَ بِهَا عَلَى مَلإٍَ مِنْ
الْمَلاَئِكَةِ إِلاَّ قَالُوا: مَا هَذَا الرُّوحُ الْخَبِيثُ؟ فَيَقُولُونَ:
فُلاَنُ بْنُ فُلاَنٍ بِأَقْبَحِ أَسْمَائِهِ الَّتِي كَانَ يُسَمَّى بِهَا فِي
الدُّنْيَا حَتَّى يُنْتَهَى بِهِ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا، فَيُسْتَفْتَحُ
لَهُ فَلاَ يُفْتَحُ لَهُ، ثُمَّ قَرَأَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: ( لا
تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَلا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ
الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ) (سورة
الأعراف:40)
فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: اكْتُبُوا كِتَابَهُ فِي سِجِّينٍ فِي الْأَرْضِ
السُّفْلَى، فَتُطْرَحُ رُوحُهُ طَرْحًا،ثُمَّ قَرَأَ: (وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ
فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ
الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ)(سورة الحج: من الآية31)
فَتُعَادُ رُوحُهُ فِي جَسَدِهِ، وَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيُجْلِسَانِهِ
فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَنْ رَبُّكَ؟ فَيَقُولُ: هَاهْ! هَاهْ! لاَ أَدْرِي،
فَيَقُولاَنِ لَهُ:مَا دِينُكَ؟ فَيَقُولُ: هَاهْ! هَاهْ! لاَ أَدْرِي،
فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا هَذَا الرَّجُلُ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ؟ فَيَقُولُ:هَاهْ!
هَاهْ! لاَ أَدْرِي، فَيُنَادِي مُنَادٍ مِنْ السَّمَاءِ أَنْ كَذَبَ،فَافْرِشُوا
لَهُ مِنْ النَّارِ، وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى النَّارِ، فَيَأْتِيهِ مِنْ
حَرِّهَا، وَسَمُومِهَا، وَيُضَيَّقُ عَلَيْهِ قَبْرُهُ حَتَّى تَخْتَلِفَ فِيهِ
أَضْلاَعُهُ، وَيَأْتِيهِ رَجُلٌ قَبِيحُ الْوَجْهِ، قَبِيحُ الثِّيَابِ، مُنْتِنُ
الرِّيحِ، فَيَقُولُ: أَبْشِرْ بِالَّذِي يَسُوءُكَ! هَذَا يَوْمُكَ الَّذِي
كُنْتَ تُوعَدُ! فَيَقُولُ: مَنْ أَنْتَ؟ فَوَجْهُكَ الْوَجْهُ يَجِيءُ
بِالشَّرِّ، فَيَقُولُ: أَنَا عَمَلُكَ الْخَبِيثُ، فَيَقُولُ: رَبِّ لاَ تُقِمِ
السَّاعَةَ ))
[ رواه أحمد وصححه الألباني في أحكام الجنائز ]
"Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Ensar'dan bir adamın cenâzesini
defnetmek için çıktık, kabre geldiğimizde kabir henüz kazılmamıştı. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem oturunca, biz de onun meclisine saygıdan dolayı
sanki başımızda kuş duruyormuşçasına hepimiz hareketsiz bir şekilde onun
etrafında oturduk. Elinde bir çubuk vardı ve düşünceli bir şekilde çubuğun bir
ucuyla yeri eşeliyordu. Başını kaldırdı ve iki veya üç defa: 'Kabir azabından
Allah'a sığının, buyurdu. Sonra şöyle buyurdu: Mümin kul, dünyadan ayrılmak ve
âhirete yönelmek üzere olduğunda ona gökten yüzleri sanki güneş gibi olan beyaz
yüzlü melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun
görebileceği yere otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, baş tarafına oturur ve
şöyle der: Ey güzel ruh, çık ve Rabbinin mağfiretine ve rızâsına gel. Bunun
üzerine o ruh, tulumun ağzından damlayan bir damla gibi çıkar ve ölüm meleği
onu alır. Ölüm meleği, mü'min kulun ruhunu aldığında, melekler onu göz açıp
kapayacak kadar bir an olsun bile ölüm meleğinin elinde bırakmazlar. Onu ölüm
meleğinin elinden alırlar ve bu kefene koyarlar. O ruhtan, yeryüzünde bulunan
en güzel mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu melekler arasından geçirirken: Bu
güzel ruh nedir? Derler. Dünyadaki en güzel isimlerini söyleyerek: 'Falan oğlu
falandır' derler. Dünya semâsına ulaşıncaya kadar çıkarırlar. Melekler onun
için kapının açılmasını isterler. Onlara kapı açılır. Bunun üzerine yedinci
semâya ulaşıncaya kadar her semâda bulunan Allah'a yakın melekler o ruha eşlik
ederler. Nihâyet Allah azze ve celle şöyle buyurur: 'Kulumun amel defterini,
İlliyyîn'e yazın ve ruhunu yeryüzüne geri gönderin. Çünkü ben, onları ondan
(topraktan) yarattım ve yine ona döndüreceğim. Bir defa daha onları (hesaba
çekmek üzere) topraktan çıkaracağım. ' Bunun üzerine mü'min kulun ruhu bedenine
iâde edilir. Ardından iki melek yanına gelip onu oturturlar ve:
Rabbin
kimdir? Derler.
Mü'min
kul: Rabbim Allah'tır, der.
Onlar:
Dînin nedir? Derler.
Mümin
kul: Dînim İslâm'dır, der.
Onlar:
Size gönderilen adam hakkında ne dersin? Derler.
Mümin
kul: O Allah'ın elçisidir, der.
Onlar:
Sana bunları bildiren nedir? Derler.
Mümin
kul: Allah'ın kitabını okudum, ona inandım ve onu tasdik ettim, der.
Bunun
üzerine semâdan bir ses gelir:Kulum doğru söyledi. Cennet'ten bir yer döşeyin (makamını
hazırlayın), onu cennet elbiselerinden giydirin ve ona cennetten bir kapı açın,
der. Bunun üzerine ona cennetin esintisinden ve güzel kokusundan kokular gelir,
gözünün görebileceği yere kadar kabri genişletilir. Sonra ona, güzel yüzlü,
güzel elbiseli ve güzel kokular içerisinde olan birisi gelir ve seni mutlu
edecek şeyle sevin. Bu gün sana va'd olunan gündür, der. Bunun üzerine o: Sen
kimsin? Senin o hayırlı yüzün nedir, der. O: Ben, senin sâlih amelinim der. Bunu
işitince,Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk kopar ki, âileme ve malıma kavuşayım, der.
Kâfir
kul, dünyadan ayrılmak ve âhirete yönelmek üzere olduğu zaman, yanlarında kaba
ve sert elbise olan siyah yüzlü melekler gelir ve onun görebileceği bir yerde
otururlar. Sonra ölüm meleği onun yanına gelip başucunda oturur ve ona: Ey pis
ruh, haydi çık! Allah'ın öfkesine ve gazabına gel! Der. Bunun üzerine ruhu
bedenine dağılır ve ıslak yüne dolaşan pıtrağın[2] yünden çekilip çıkarıldığı
gibi, ölüm meleği onun ruhunu bedeninden çekip alır (ruhu bedeninden güçlükle
ayrılır). Ölüm meleği ruhunu alınca da, melekler onu göz açıp kapayacak kadar
bir an olsun bile ölüm meleğinin elinde bırakmazlar. Onu ölüm meleğinin elinden
alırlar ve kaba ve sert elbisenin içine koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan en
pis leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onu semâya yükseltirler. Her semâda bulunan
meleklerin yanından geçerken onlar: "Bu pis ruh kimindir? Derler. Melekler,
dünyadaki en kötü ismini söyleyerek: "Falan oğlu falandır, derler. Dünya
semâsına gelince, onun için semânın kapılarının açılmasını isterler, fakat ona
kapılar açılmaz. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti
okudu:"(Öldükleri zaman) onlar (ın ruhların)a gök kapıları açılmaz ve
deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremezler. Suçluları işte
böyle cezâlandırırız. "(A'râf Sûresi: 40)
Allah
azze ve celle şöyle buyurur: "Onun amel defterini Siccîn'e ( en aşağı
tabakaya) yazın". Sonra onun ruhu, gökten yere fırlatılıp atılır. Sonra
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu: "Kim Allah'a ortak
koşarsa, sanki o, gökten düşüp de parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya
rüzgâr onu uzak bir yere sürükleyip atmış kimse gibidir. " (Hac Sûresi:31).
Ardından
ruhu bedenine iâde olunur da (Münker ve Nekir adlı) iki melek ona gelip yanına
oturur ve:
Rabbin
kimdir? Derler.
Kâfir
kul: Hah… Hah… Bilmiyorum, der.
Onlar:
Dînin nedir? Derler.
Kâfir
kul: Hah… Hah… Bilmiyorum, der.
Onlar:
Size gönderilen adam hakkında ne dersin? Derler.
Kâfir
kul: Hah… Hah… Bilmiyorum, der.
Bunun
üzerine semâdan bir ses: 'Yalan söyledi, ona cehennem'deki yerini hazırlayın ve
ona cehennemden bir kapı açın' der. Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak
rüzgârından gelir ve kaburgaları birbirine geçecek şekilde kabri ona daraltılır.
Çirkin yüzlü, kötü elbiseli ve pis kokulu bir adam ona gelir ve şöyle der: Seni
üzecek şeye sevin! Bu gün, va'd olunduğun gündür. Kâfir ruh ona: Sen kimsin?
Çirkin yüz kötülük getirdi, der. O da: Ben senin çirkin amelinim, der. Bunun
üzerine: Rabbim! Kıyameti koparma, der. "[3]
8.
Yerin dibine geçirilir.
Abdullah
b. Ömer'den Allah ondan ve babasından râzı olsun rivâyet olunduğuna göre,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(( بَيْنَمَا رَجُلٌ يَجُرُّ إِزَارَهُ مِنَ الْخُيَلاَءِ خُسِفَ
بِهِ فَهُوَ يَتَجَلْجَلُ فِي الْأَرْضَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ )) [ رواه
البخاري ومسلم ]
“Vaktiyle
kendini beğenmiş bir adam elbisesini giymiş yerden sürükleyerek ve çalım
satarak yürüyordu. Yerin dibine geçiriliverdi. O, kıyâmete kadar debelenerek
(bu hal üzere) yerin dibini boylamaya devam edecektir. ” [4]
9.
Demir çengel avurdunun içinden ensesine kadar sokulur.
10.
Başı taşla parçalanır.
11.
Üstü dar, altı geniş bir tandırın içinde ateş verilerek yakılır.
12.
Kandan bir nehrin içinde yüzdürülür ve nehirden her çıkmak istediğinde ağzına
bir taş konularak tekrar nehrin ortasına gönderilir.
Nitekim
Semure b. Cündub'den Allah ondan râzı olsun rivâyet olunduğuna göre, o şöyle
anlatır:
((كَانَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم إِذَا صَلَّى صَلاَةً
أَقْبَلَ عَلَيْنَا بِوَجْهِهِ فَقَالَ: مَنْ رَأَى مِنْكُمُ اللَّيْلَةَ رُؤْيَا؟
قَالَ: فَإِنْ رَأَى أَحَدٌ قَصَّهَا، فَيَقُولُ: مَا شَاءَ اللَّهُ! فَسَأَلَنَا
يَوْمًا فَقَالَ: هَلْ رَأَى أَحَدٌ مِنْكُمْ رُؤْيَا؟ قُلْنَا: لاَ. قَالَ:
لَكِنِّي رَأَيْتُ اللَّيْلَةَ رَجُلَيْنِ أَتَيَانِي، فَأَخَذَا بِيَدِي
فَأَخْرَجَانِي إِلَى الْأَرْضِ الْمُقَدَّسَةِ، فَإِذَا رَجُلٌ جَالِسٌ، وَرَجُلٌ
قَائِمٌ بِيَدِهِ كَلُّوبٌ مِنْ حَدِيدٍ، إِنَّهُ يُدْخِلُ ذَلِكَ الْكَلُّوبَ فِي
شِدْقِهِ حَتَّى يَبْلُغَ قَفَاهُ، ثُمَّ يَفْعَلُ بِشِدْقِهِ الْآخَرِ مِثْلَ
ذَلِكَ وَيَلْتَئِمُ شِدْقُهُ هَذَا فَيَعُودُ فَيَصْنَعُ مِثْلَهُ، قُلْتُ: مَا
هَذَا؟ قَالاَ: اِنْطَلِقْ، فَانْطَلَقْنَا حَتَّى أَتَيْنَا عَلَى رَجُلٍ
مُضْطَجِعٍ عَلَى قَفَاهُ، وَرَجُلٌ قَائِمٌ عَلَى رَأْسِهِ بِفِهْرٍ أَوْ
صَخْرَةٍ فَيَشْدَخُ بِهِ رَأْسَهُ، فَإِذَا ضَرَبَهُ تَدَهْدَهَ الْحَجَرُ،
فَانْطَلَقَ إِلَيْهِ لِيَأْخُذَهُ فَلاَ يَرْجِعُ إِلَى هَذَا حَتَّى يَلْتَئِمَ
رَأْسُهُ، وَعَادَ رَأْسُهُ كَمَا هُوَ، فَعَادَ إِلَيْهِ فَضَرَبَهُ، قُلْتُ:
مَنْ هَذَا؟ قَالاَ: اِنْطَلِقْ، فَانْطَلَقْنَا إِلَى ثَقْبٍ مِثْلِ التَّنُّورِ
أَعْلاَهُ ضَيِّقٌ وَأَسْفَلُهُ وَاسِعٌ، يَتَوَقَّدُ تَحْتَهُ نَارًا، فَإِذَا
اقْتَرَبَ ارْتَفَعُوا حَتَّى كَادَ أَنْ يَخْرُجُوا، فَإِذَا خَمَدَتْ رَجَعُوا
فِيهَا، وَفِيهَا رِجَالٌ وَنِسَاءٌ عُرَاةٌ، فَقُلْتُ: مَنْ هَذَا؟ قَالاَ:
اِنْطَلِقْ، فَانْطَلَقْنَا حَتَّى أَتَيْنَا عَلَى نَهَرٍ مِنْ دَمٍ، فِيهِ
رَجُلٌ قَائِمٌ عَلَى وَسَطِ النَّهَرِ وَعَلَى شَطِّ النَّهَرِ رَجُلٌ بَيْنَ
يَدَيْهِ حِجَارَةٌ فَأَقْبَلَ الرَّجُلُ الَّذِي فِي النَّهَرِ، فَإِذَا أَرَادَ
أَنْ يَخْرُجَ رَمَى الرَّجُلُ بِحَجَرٍ فِي فِيهِ فَرَدَّهُ حَيْثُ كَانَ،
فَجَعَلَ كُلَّمَا جَاءَ لِيَخْرُجَ رَمَى فِي فِيهِ بِحَجَرٍ فَيَرْجِعُ كَمَا
كَانَ، فَقُلْتُ: مَا هَذَا؟ قَالاَ: اِنْطَلِقْ، فَانْطَلَقْنَا حَتَّى
انْتَهَيْنَا إِلَى رَوْضَةٍ خَضْرَاءَ، فِيهَا شَجَرَةٌ عَظِيمَةٌ، وَفِي
أَصْلِهَا شَيْخٌ وَصِبْيَانٌ، وَإِذَا رَجُلٌ قَرِيبٌ مِنْ الشَّجَرَةِ بَيْنَ
يَدَيْهِ نَارٌ يُوقِدُهَا فَصَعِدَا بِي فِي الشَّجَرَةِ، وَأَدْخَلاَنِي دَارًا
لَمْ أَرَ قَطُّ أَحْسَنَ مِنْهَا، فِيهَا رِجَالٌ شُيُوخٌ وَشَبَابٌ وَنِسَاءٌ
وَصِبْيَانٌ، ثُمَّ أَخْرَجَانِي مِنْهَا فَصَعِدَا بِي الشَّجَرَةَ
فَأَدْخَلاَنِي دَارًا هِيَ أَحْسَنُ وَأَفْضَلُ، فِيهَا شُيُوخٌ وَشَبَابٌ،
قُلْتُ: طَوَّفْتُمَانِي اللَّيْلَةَ فَأَخْبِرَانِي عَمَّا رَأَيْتُ؟ قَالاَ:
نَعَمْ، أَمَّا الَّذِي رَأَيْتَهُ يُشَقُّ شِدْقُهُ فَكَذَّابٌ، يُحَدِّثُ
بِالْكَذْبَةِ فَتُحْمَلُ عَنْهُ حَتَّى تَبْلُغَ الْآفَاقَ، فَيُصْنَعُ بِهِ
إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَالَّذِي رَأَيْتَهُ يُشْدَخُ رَأْسُهُ، فَرَجُلٌ
عَلَّمَهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ، فَنَامَ عَنْهُ بِاللَّيْلِ وَلَمْ يَعْمَلْ فِيهِ
بِالنَّهَارِ، يُفْعَلُ بِهِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَالَّذِي رَأَيْتَهُ فِي
الثَّقْبِ فَهُمْ الزُّنَاةُ، وَالَّذِي رَأَيْتَهُ فِي النَّهَرِ آكِلُوا
الرِّبَا، وَالشَّيْخُ فِي أَصْلِ الشَّجَرَةِ إِبْرَاهِيمُ عَلَيْهِ السَّلاَم،
وَالصِّبْيَانُ حَوْلَهُ فَأَوْلاَدُ النَّاسِ، وَالَّذِي يُوقِدُ النَّارَ
مَالِكٌ، خَازِنُ النَّارِ، وَالدَّارُ الْأُولَى الَّتِي دَخَلْتَ، دَارُ
عَامَّةِ الْمُؤْمِنِينَ، وَأَمَّا هَذِهِ الدَّارُ فَدَارُ الشُّهَدَاءِ، وَأَنَا
جِبْرِيلُ وَهَذَا مِيكَائِيلُ فَارْفَعْ رَأْسَكَ، فَرَفَعْتُ رَأْسِي فَإِذَا
فَوْقِي مِثْلُ السَّحَابِ، قَالاَ: ذَاكَ مَنْزِلُكَ، قُلْتُ: دَعَانِي أَدْخُلْ
مَنْزِلِي، قَالاَ: إِنَّهُ بَقِيَ لَكَ عُمُرٌ لَمْ تَسْتَكْمِلْهُ، فَلَوِ
اسْتَكْمَلْتَ أَتَيْتَ مَنْزِلَكَ )) [ رواه البخاري ]
"Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırdığı zaman yüzünü bize döner
ve ‘Bu gece sizden kim rüya gördü?’ diye sorardı. Eğer birisi rüya görmüş ise
onu anlatır, o da: ‘Mâşâallah’ derdi.
Yine
bir gün bize: 'Bu gece sizden kim rüya gördü?' diye sordu. Biz de: 'Gören yoktur'
dedik. Bunun üzerine O: 'Ama ben bu gece bana gelen iki adamı gördüm. Elimden
tutup beni Mukaddes Toprağa çıkardılar. Bir de baktım, orada, oturan bir adamla
elinde demir çengel olan ayakta bir adam var. Bu adam çengeli avurdunun içinden
ensesine kadar sokuyordu. Sonra da avurdunun diğer kenarına sokup aynısını
yapıyordu, bu arada diğer tarafı iyi olunca, o zaman bu tarafa dönüp tekrar
aynısını yapıyordu.
Ben:
Bu nedir? Dedim.
Yürü!
Dediler. Yürüdük, sonunda sırt üstü uzanmış bir adama vardık. Başucunda ise
ayakta elinde bir taş bulunan bir adam vardı, taşla başını eziyordu. Taşı
vurduğunda taş yuvarlanıp gidiyor, o da taşı almak için arkasından gidiyordu,
tekrar geri geldiğinde başı iyi olup eski halini alıyor, adam tekrar gelip
başına vuruyordu.
Ben:
Bu da kimdir? Dedim.
Yürü!
Dediler. Yürüdük, sonunda tandır gibi bir deliğe vardık, üstü dar, altı geniş
olup altında ateş yanıyordu. Ateş yaklaştırıldığında (alevler yükseldikçe)
içindekiler de yükseliyor, neredeyse dışarı çıkacak oluyorlar, ateş
sakinleşince tekrar içerisine dönüyorlardı. Buranın içerisinde çıplak kadınlar
ve erkekler vardı.
Ben:
Bunlar da kimdir? Dedim:
Yürü!
Dediler. Yürüdük, sonunda ortasında bir adam bulunan kandan bir nehre vardık. Nehrin
kıyısında önünde birtakım taşlar bulunan bir adam vardı. Nehirdeki adam gelip
dışarı çıkmak istediğinde nehrin kıyısındaki adam onun ağzına bir taş atarak
onu bulunduğu yere gönderiyordu. Adam çıkmak için geldiğinde her defasında
ağzına bir taş atıp yerine döndürüyordu.
Ben:
Bu da nedir? Dedim:
Yürü!
Dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde büyük bir ağacın bulunduğu yemyeşil bir
bahçeye vardık. Ağacın dibinde yaşlı bir adamla birtakım çocuklar vardı. Bir de
baktım ki ağacın yakınında, önünde yakıp tutuşturduğu ateş bulunan bir adam var.
Sonunda beni ağacın içinden yukarı çıkararak bir eve girdirdiler ki bu evden
daha güzelini asla görmedim. Evin içerisinde yaşlısından gencine birtakım
erkekler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni buradan çıkarıp yine ağaçtan
yukarı kaldırdılar ve bir eve girdirdiler ki bu ev daha güzel ve daha değerli
idi. Yine buranın da içerisinde yaşlılar ve gençler vardı.
Ben:
Bu gece beni gezdirip dolaştırdınız, şimdi gördüklerimin ne olduğunu bana haber
verin bakalım, dedim.
Olur,
dediler.
Avurdu
yarılıp parçalandığını gördüğün adam, yalancıdır. Yalan konuşur, kendisinden
her tarafa yalan taşınırdı. İşte bu sebeple kıyamet gününe kadar ona böyle azap
edilir. Başının taşla parçalandığını gördüğün adam, Allah kendisine Kur’an'ı
öğrettiği halde, uykuyu Kur'an'a tercih eder, gündüz de Kur’anı Kerim'e hareket
etmezdi. İşte bu nedenle ona kıyamet gününe kadar böyle azap edilir. Deliğin
içinde gördüğün erkekler ve kadınlar, zinâkârlardır. Nehirde gördüğün adam fâiz
yiyenlerdir. Büyük ağacın altında gördüğün yaşlı adam İbrahim Aleyhisselâm'dır.
Çevresindeki çocuklar insanların çocuklarıdır. Ateşi yakan ise cehennemin
bekçisi Mâlik’tir. İlk girdiğin ev, bütün Müslümanların evi, bu ev ise
şehitlerin evidir. Ben Cebrail’im. Bu da Mikail’dir.
Başını
yukarı kaldır! Dedi. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki üstümde bulut gibi bir
şey duruyor. Bana: İşte bu de senin evindir, dediler.
Ben:
Beni bırakın da evime gireyim, dedim. Ama senin henüz tamamlamadığın bir ömrün
var, şayet tamamlamış olsaydın, evine girerdin, dediler. " [5]
Başka
bir rivâyette Semure b. Cündub Allah ondan râzı olsun şöyle anlatır:
((كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِمَّا يُكْثِرُ أَنْ
يَقُولَ لِأَصْحَابِهِ: هَلْ رَأَى أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنْ رُؤْيَا؟ قَالَ:
فَيَقُصُّ عَلَيْهِ مَنْ شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَقُصَّ، وَإِنَّهُ قَالَ ذَاتَ
غَدَاةٍ: إِنَّهُ أَتَانِي اللَّيْلَةَ آتِيَانِ وَإِنَّهُمَا ابْتَعَثَانِي
وَإِنَّهُمَا قَالا لِي: انْطَلِقْ. وَإِنِّي انْطَلَقْتُ مَعَهُمَا وَإِنَّا
أَتَيْنَا عَلَى رَجُلٍ مُضْطَجِعٍ وَإِذَا آخَرُ قَائِمٌ عَلَيْهِ بِصَخْرَةٍ
وَإِذَا هُوَ يَهْوِي بِالصَّخْرَةِ لِرَأْسِهِ فَيَثْلَغُ رَأْسَهُ فَيَتَهَدْهَدُ
الْحَجَرُ هَا هُنَا فَيَتْبَعُ الْحَجَرَ فَيَأْخُذُهُ فَلَا يَرْجِعُ إِلَيْهِ
حَتَّى يَصِحَّ رَأْسُهُ كَمَا كَانَ ثُمَّ يَعُودُ عَلَيْهِ فَيَفْعَلُ بِهِ
مِثْلَ مَا فَعَلَ الْمَرَّةَ الْأُولَى، قَالَ: قُلْتُ لَهُمَا سُبْحَانَ اللَّهِ
مَا هَذَانِ؟ قَالَ: قَالاَ لِي: انْطَلِقْ، انْطَلِقْ قَالَ: فَانْطَلَقْنَا
فَأَتَيْنَا عَلَى رَجُلٍ مُسْتَلْقٍ لِقَفَاهُ وَإِذَا آخَرُ قَائِمٌ عَلَيْهِ
بِكَلُّوبٍ مِنْ حَدِيدٍ وَإِذَا هُوَ يَأْتِي أَحَدَ شِقَّيْ وَجْهِهِ
فَيُشَرْشِرُ شِدْقَهُ إِلَى قَفَاهُ وَمَنْخِرَهُ إِلَى قَفَاهُ وَعَيْنَهُ إِلَى
قَفَاهُ قَالَ وَرُبَّمَا قَالَ أَبُو رَجَاءٍ فَيَشُقُّ قَالَ ثُمَّ يَتَحَوَّلُ
إِلَى الْجَانِبِ الْآخَرِ فَيَفْعَلُ بِهِ مِثْلَ مَا فَعَلَ بِالْجَانِبِ
الْأَوَّلِ فَمَا يَفْرُغُ مِنْ ذَلِكَ الْجَانِبِ حَتَّى يَصِحَّ ذَلِكَ الْجَانِبُ
كَمَا كَانَ
Yorumlar
Yorum Gönder