Gerçek Bayram Nedir?
Gerçek Bayram Nedir?
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi gerçek mânada bayramın
ne olduğunu ve bayramı nasıl ihyâ etmemiz gerektiğini anlatıyor.
Muhterem Kardeşlerimiz!
Cenâb-ı Hak, ömrümüzü bir Ramazan-ı Şerîf rûhâniyeti
içinde devam ettirmesi ve son nefesimizin bir bayram sabahı olmasını, lûtfuyla,
keremiyle, Cenâb-ı Hak ikram eylesin cümlemize…
Bu sohbetimizin mevzuu:
–Gerçek mânâda bayram nedir?
–Bayram neyin mukâbilidir ve bayram nasıl ihyâ
olunabilir?
Muhterem Kardeşler!
Bu cihan, fânî, geçici bir imtihan dershânesi… Bu
dershânede imtihanı kazanabilmek, gerçek bayramı elde edebilmek, yani bu son
nefeste şefaat ve cennete nâil olabilmektir. Bunun bayramını yaşayabilmektir esas.
Ve buradaki bayramlar, o bayrama hazırlık mahiyetindedir.
O bayrama nâil olanlar için Cenâb-ı Hak: Buyuracak.
Bir müjdeleyecek. “Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn,
58) buyruluyor.
Bu dershânede imtihanı kazanabilmek, nefsânî arzuları
bertaraf edebilmek, rûhânî istîdatları inkişâf ettirebilmekle ancak mümkündür.
Nefsânî arzular, imtihan için verilmiştir. Cennetʼte nefsânî arzular yok,
tamamen rûhânî temâyüllerle müzeyyen olacağız -inşâallah-. Dünyadaki bu nefsânî
arzular, aldatıcı bir seraptan başka bir şey değil.
Bu sebeple elem ve sürurlarla dolu olan bu fânî
dünyada insana huzur verecek olan, takvâ ile yaşanan bir ömürdür. Elemler,
ıztıraplar, hastalıklar, gelen iptilâlar, sabır ve teslîmiyetle bertaraf
edilecek.
Müʼmin, dâimâ İslâmʼın verdiği rûhâniyetle
mütebessim olacak.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Müʼminin hâli ne kadar güzeldir, ne kadar hayret
vericidir. Zira her işi onun için hayırdır. Bu hâl ise sadece müʼmine hasdır.”
Allah Rasûlü buyuruyor. “Sevindirici bir şeyle karşılaşırsa şükreder.”
İbadetler, tâatler, hayır-hasenatlar vs. Ona muvaffak olduğu zaman, Ramazân-ı
Şerîfʼlerin ihyâsı, bayramların ihyâsı… şükreder ve kazanır. “Üzücü bir şeyle
karşılaşırsa ona da sabreder, (teslimiyetle karşılar) yine kazanır.” (Bkz.
Müslim, Zühd, 64)
Yani müʼmin dâimâ bir huzur içinde olacak. Çünkü
müʼmin, dâimâ Cenâb-ı Hakkʼın kendisiyle beraber olduğunun idrâki içinde
yaşayacak.
Velhâsıl gerçek bayram, takvâ üzere yaşanan bir
hayatın lûtfettiği bir huzur hâlidir. Yine gerçek bayram, Cenâb-ı Hakkʼa
yaklaşabilmenin mânevî bir şehâdetnâmesidir.
Aksi hâlde bayramların bir mânâsı olmaz. Herhangi
bir bayram, Cenâb-ı Hak bayram emretmiyor bize. Muayyen, iki merhaleden sonra
bize Cenâb-ı Hak iki tane bayram lûtfediyor dünyevî olarak.
Velhâsıl nefsânî arzular peşinde koşan kişiye, halk
ağzında bir ifade vardır, -af edersiniz- “Deliye her gün bayram.” denir.
Bizim gençliğimizde “Büyük Doğu” çıkardı Necip
Fâzılʼın. Orada bu hayatı çılgınca yaşayanlar için: Niçin dünyaya geldi? Kimin
mülkünde yaşıyor? Yolculuk nereye? Niçin bu nîmetler kendisine verildi? Bunun
farkında olmayanlar için Büyük Doğuʼda, bir baş makâlede Necip Fâzıl Bey güzel
bir ifade kullandı bayram için:
“Deliyi akıllandıracak, muzdaribi sevindirecek
hakîkî bayram hangi hamleye muhtaçtır?”
Velhâsıl Müslümanlar için bayram bir ictimâîleşme
günüdür. Beraberlik günüdür. Müşterek bir sevinç günüdür. Yalnız başımıza bir
bayram namazı kılamayız. Tek, kendi kendimize bayramlaşamayız.
Cenâb-ı Hak bizi dâimâ ictimâîleşmeye sevk etmektedir.
Yani beraberliğe diyoruz her rekâtta, Fâtihaʼda.
“Rabbimiz, ancak Sana kulluk ederiz…” (el-Fâtiha, 5)
Yani ictimâî, ictimâîleşme, hep beraber. Bu hep
beraber Cenâb-ı Hakkʼa kulluğun neticesinde:
“…(Yâ Rabbi) ancak Senʼden yardım dileriz.”
(el-Fâtiha, 5)
Bayramlar da işte böyle güzel bir ictimâîleşme
günleri. Bir tatil günleri değil.
Bir hayata gelişi düşünelim. İnsanın bu dünyaya
yavru olarak gözünü açması… Neyle başlıyor? Bir annenin çektiği bir doğum
sancısıyla başlıyor. Kendisinin de, doğan çocuğun bir ağlamasıyla
gerçekleşiyor. Dünyaya gelişin manzarası bu şekilde.
Yine rivâyet edildiğine göre, Âdem –aleyhisselâm-ʼın
yaratıldığı insan kalıbına 39 sene hüzün, 1 sene sürur yağmuru yağmıştır,
mecâzî olarak. Yani insanoğlunda keder ve hüzün, sevinç ve mutluluk, devam eder
hayat boyu.
Tabi mühim olan, bu ıztırapları idealize edebilmek,
bunları sabır ve tevekkülle bertaraf edebilmek. “Yâ Rabbi Senʼdendir”
diyebilmek. Bu şekilde müʼmin dâimâ bir nikbin olacak, bir huzur hâlinde
yaşayacak.
Zira müʼmin;
(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla
mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])
Kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraberliğin neticesinde büyük
bir huzur hâli olacak. Her an, her gönül, bir dergâh hâline gelip bayramı yaşayacak.
Mühim olan bu çileler, ıztıraplar, zulümlerle dolu
olan hayatı, ebedî bir hayatın sermâyesi yapabilmek.
Araplarda bir, üst üste eklenen şâirlerin (anonim)
bir dörtlüğü vardır. Orada dünyaya gelişi, dünyadan gidişi güzel ifade eder:
“Seni annen doğurup dünyaya attığı gün, sen
ağlıyordun. Etrafındakiler de gülüyordu, senin dünyaya gelmenin sevinciyle.
Öyle bir hayat yaşa ki, arkandan, son nefesinden sonra; sana herkes hasret
duysun…”
Yani bu geliş ve gidiş arasında gönül gözüyle
bakılırsa hayat; sonsuz elemler, hüsranlar, ıztırap verici hâller ve boş
hevâlarla dolu, nefsânî bir hayat.
Yalnız gaflet gömleğini yırtıp hayatını takvâ üzere
yaşayanlar, yani Cenâb-ı Hakʼla beraber olanlar için hayat; ayrı bir zevk,
gönle ufuklar açan ayrı bir tefekkür dünyası. Ölüm ise bir şeb-i arûs, yani bir
vuslat olacak.
Bu hâli yaşayanlar, arkalarında, şu gök kubbede hoş
bir sadâ bırakıp âhirete intikal etmişlerdir. Bütün Allah dostlarının durumu
budur. Her zaman arkalarından rahmetle anılmaktadır. Cenâb-ı Hak öyle bir
hayatı cümlemize nasip eylesin.
Cenâb-ı Hak böyle bir hayata bir müjde veriyor, son
nefes bayramı:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allahʼtır deyip, sonra ثُمَّ اسْتَقَامُوا : (Allah Rasûlüʼnün)
istikâmetinde (rûhânî hayatına) devam edenler için melekler iner (ölüm ânında):
«Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.”
(Bkz. Fussilet, 30)
İşte gerçek bayram. Bu bayrama, birinci bayrama
hazırlanabilmek…
Yine melekler derler ki:
“Biz size dünya hayatında dost idik. Bundan sonra da
size dostuz…” (Fussilet, 31)
Kabirde de öyle diyecekler melekler. Yalnızlık,
tenhalık, bir gariplik, bir sessizlik. Bütün dünyadan antenlerin kopuşu. Yine
“Melekler gelecek: «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle
sevinin.» diyecekler.” (Bkz. Fussilet, 30)
Yine ba‘sü ba‘deʼl-mevt, kıyâmette de yine melekler
gelecek:
“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği
Cennetlerle sevinin.» diyecekler.” (Bkz. Fussilet, 30)
Demek ki çok sürprizli anlar yaşayacağız. Cenâb-ı
Hak o sürprizli anları bu meleklerin müjdesiyle bize müjdelemiş oluyor.
Velhâsıl, bu fânî olan hayat sahnesinde gerçekleşen
nefsânî ve dünyevî başarılar, gel-geç nefsânî sevdâlar, ancak deniz kenarında
oynayan çocukların gelecek bir dalga ile yok olmaya mahkûm, kumdan yapılmış
evleri gibi bir şeydir, o kabildendir.
Bu bakımdan Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem–
Efendimiz, gerek darlıkta, gerek bollukta, gerek ıztırapta, gerek sürurda
ümmete dâimâ şu tebliğatta bulunmuştur:
“Esas hayat âhiret hayatıdır!” (Buhârî, Rikāk, 1)
Demek ki müʼmin, her ânını, esas hayatın âhiret
hayatı olduğunu, dünyaya âhiret için geldiğini unutmayacak. Zaten bize mezar
taşlarının, her giden cenâze arabasının, içindeki tahta kundağın bize verdiği
imaj budur.
İnsanın yaratılış sebebi, Rabbine kulluktur. Onun
bilinmesi, nefsin kontrol altına alınması, nefsini disipline etmesi, değişen
şartlar altında da Rabbinden râzı olabilmesidir.
Dünya hayatında ferdî ve ictimâî müessirlerden
bâzıları nefsânî, bâzıları da rûhânî duyguları tahrik eder. İşte bayramlar, bu
duygular arasında insanda şefkat, merhamet, vefâ, diğergâmlık hislerini
bileyler ve coşturur. Hem kendi hazzını, hem de başkalarını sevindirmenin
hazzını taşır müʼmin.
Yine bayramlar, ferdin değil, toplumun mânevî
sevincidir. Bu heyecanın paylaşılması ise, gönül iklimine girmek ve bütün
müslümanları kardeş hissedebilmekle mümkündür.
Bayram, bütün Müslümanlara sevgi, şefkat, nezâket ve
muâvenettir/yardımdır.
Dünyamızda iki bayram var. Bunlardan biri, mübârek Ramazan-ı
Şerîf bayramı, yaşadığımız. Bu Ramazan-ı Şerîf bayramı, takvâ üzere yaşanan bir
ayın neticesinde Cenâb-ı Hakkʼın bizlere ihsân ettiği bereket dolu bir lûtuf
günleridir. Yani senenin herhangi bir gününde verilmiyor bu bayram. Bir takvâ
hayatından sonra, bir riyâzat hâlinden sonra. Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmenin
bir şehâdetnâmesi olmak üzere bir bayram ikram ediliyor. Yani Ramazan-ı
Şerîfʼin rûhânî bir şehâdetnâmesi oluyor bayram.
Elhamdülillah, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu
Cehennemʼden kurtuluşa vesîle olan Ramazân-ı Şerîfʼin sonunda müʼminlere ikram
edilen bir bayram yaşadık. Demek ki bayram, büyük fedakârlıklardan sonra gelen
müşterek sevinç günleridir. Bayram, yanık gönüllere Cennet serinliği veren
ilâhî bir ziyafettir.
Yine bayram, ne değildir?
Bir kesimin nefsânî arzularının girdabı içinde
şımarıkça yaşadığı, israf çılgınlığıyla dolu, tâtil ve eğlence gibi şahsî
mutluluk günleri değildir.
Bilâkis bayram, sıla-i rahimde bulunmak; eş-dost,
başta akraba, onlarla olan yakınlığını teyid edebilmek. Diğer bir husus,
geçmişlerin ruhlarını hayırla yâd etmek. Âhirete intikâl eden geçmişlerimizin
ruhlarını yâd edebilmek. Onları ziyaret etmek, kabirlerini. Onlar adına
sadakalar verebilmek. Bu, bilhassa mevtâlarımıza karşı vefâ borcumuzdur. Bayram
da böyle bir gündür. Yani onlara bir bayram ettirmektir kabirlerinde.
Yine bayram, îman kardeşliğinin cemiyet plânında
yaşanmasıdır. Dargınlıklar, kırgınlıklar; bunları ortadan kaldırmak, din
kardeşleriyle kaynaşmak gibi, nice ictimâî ibadetlerin îfâ edildiği müşterek
sevinç günleridir.
Bayramın bir mânâsı da Ramazân-ı Şerîfʼten aldığımız
rûhâniyeti bir dahaki Ramazanʼa kadar muhâfaza edebilmektir.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh- Hazretleri:
“Ne mutlu ona ki, Ramazan ayı kendisinden râzı
olarak ayrılmıştır. (Yani bol ecirlerle Ramazanʼdan ayrılmıştır.) Ona da ne
yazık ki Ramazan ayı kendisine dargın gitmiştir.” Allâh’ın bu lûtuf ve
rahmetinin tuğyân ettiği bu günleri bir gafletle geçirmiştir.
Yine Ramazanʼdaki ibadetlerimizin kabulünün delili;
(Benim Ramazanʼım kabul mü, değil mi?) bunun delili, Ramazanʼdan sonraki hâl ve
istikâmetimizdir. Ne kadar bir tesiri var Ramazân-ı Şerîfʼin?
Muallâ bin Fadl, şöyle naklediyor:
“Selef-i sâlihîn (yani Allâhʼın dost kulları)
Cenâb-ı Hakkʼa altı ay kendilerini Ramazanʼa ulaştırmaları için duâ ederlerdi.
Altı ay da geçmiş Ramazanʼlarının kabulü için duâ ederlerdi.”
Hazret-i Mevlânâ da buyuruyor ki:
“Şefkat ve merhamette Güneş gibi ol!..”
Yani kâmil bir müʼmin, yalnız kendi evini aydınlatan
bir kandil olmayacak, bir Güneş olmayacak. Bilâkis bütün yeryüzünde dünyası
kararmışları, yalnızları, kimsesizleri, garipleri, onları müşfik sıcaklığıyla
saran bir şefkat ve merhamet güneşi olacak bir müʼmin.
Nasıl bir Güneş, en kuytu yerlere kadar ışığını ve
sıcaklığını veriyor? Nasıl oraya bir güzellik, güzel manzaralar veriyor Güneş?
Ayʼı mehtap yapan Güneşʼin ışıklarıdır. Demek ki bir müʼminin gönül âlemi o
şekilde olacak.
Yani gerçek bayram saadetinin seyredileceği en
berrak ayna da, bayram ettirilen kırık gönüllerdir…
Yorumlar
Yorum Gönder