Gerçek Allah Sevgisi
Gerçek Allah Sevgisi
Sevginin çok güçlüsüne aşk denir. Seven sevdiği için her şeyini
feda eder. Ona tam kul olur. Bir dediğini iki etmez. Hatta malını, canını, her şeyini;
yeri geldiğinde canını bile seve seve verebilir.
Sevdiği uğruna yaptığı her şeyi de sürekli sorgular. Acaba
yaptığım şeyleri tam hakkıyla yapabildim mi? Yoksa hatalı mı yaptım diye… İşlediği
amelleri, ibadetleri, eksik ve kusurlu bulur, daha mükemmelini yapmak için deli
gibi çırpınır, durur…
Caferi Tayyar Hazretleri bir kolunu sonra diğer kolunu daha sonra
canını severek feda etmedi mi?
İbretli Kıssaları Dikkatle Dinleyelim!
Hz. Cafer (Radiyallah’ü Anh), “Ya Allah’ü Teâlâ yolunda büyük
bir zafer kazanıp Allah’ü Teâlâ’nın dinine yardım ederim veya Allah’ü Teâlâ
yolunda şehit düşerim!” Diyerek ikinci komutan olarak 629 yılında üç bin
askerle katıldığı “Mûte Harbi”nde sayı ve teçhizat bakımından
kendilerinden çok üstün olan Rum imparatorluğunun ordusuyla harb ederken 41
yaşında şehid oldu.
Mübarek bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası
vardı. Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi Vesellem) Hazreti Cafer (Radiyallah’ü
Anh)’in şehadet haberini verdiğinde vefakâr hanımın feryatları göklere
yükseldi. Allah’ü Teâlâ’nın Rasülü (Sallallâhü Aleyhi Vesellem) efendimizin de
gözleri yaşlarla doldu. Hüzünle evden çıkıp, etrafındakilere şunları söyledi:
-“Cafer ailesine yemek yapmayı ihmal etmeyin. Çünkü onlar kendi
acı dertleriyle meşguller.”
Hz. Cafer (Radiyallah’ü Anh)’in savaş meydanında iki kolunun da
kesilmesi üzerine, şehadetinden sonra Rasûlullah (Sallallâhü Aleyhi Vesellem) ona
Cennet’te iki kanat takıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur: “Cafer’i,
Cennet’te meleklerle birlikte uçarken gördüm.”
Bundan sonra, kuş gibi kanatlanıp Cennet’te uçtuğu hadisle sabit
olan Cafer (Radiyallah’ü Anh)’e “Çok uçan Cafer” anlamında “Câfer-i
Tayyâr” lakabı verilmiştir.
Ebedi Cennette nimet ve bolluk içinde olan Hz. Cafer (Radiyallah’ü
Anh)’dan Allah’ü Teâlâ razı olsun bizlere de O’nun şefaatini nasip etsin! Âmin!
Nakledildiğine göre Hz. İsa (Aleyhisselâm) bir gün bahçe sulayan
bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya “Rabb'inden, sevgisinin
zerre ağırlığındaki bir kısmını bana bağışlamasını dile” der. Hz. İsa (Aleyhisselâm)
ona “Sen zerre kadarına dayanamazsın diye karşılık verir. Delikanlı “O halde
zerre kadarının yarısını versin!” der. Bunun üzerine Hz. İsa (Aleyhisselâm)
onun için “Ya Rabb'i bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla!”
diye dua eder ve yoluna devam eder.
Epeyce bir müddet sonra Hz. İsa (Aleyhisselâm)’ın yolu yine
oraya düşer, delikanlıyı sorar, “Delirdi, dağlara çıktı!” derler. Hz.
İsa (Aleyhisselâm) delikanlıyı kendisine göstermesi için Allah’ü Teâlâ'ya dua
eder. O sırada delikanlıyı dağlar arasında görür, onu gözlerini gökyüzüne
dikmiş ve bir kaya üzerinde dimdik ayakta dururken bulur.
Hz. İsa (Aleyhisselâm) delikanlıya selâm verir, selâmını almaz, “Ben
İsa'yım!” diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken
ulu Allah’ü Teâlâ'dan kendisine şu vahiy gelir: “Kalbinde benim sevgimin
yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar mı? İzzet ve
celâlim hakkı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz!”
Hikâye edildiğine göre Zinnûn'ül Mısrî (rehimehullahu) bir gün
Mescidi Haram'a girer, sütunlardan birinin altında yarı çıplak yerde yatan,
hasta bir delikanlı görür. Delikanlı yanık bir sesle inlemektedir. Bundan
sonrasını Şeyh'in kendisinde dinleyelim:
“Yanına sokuldum, selâm verdim ve “Ey delikanlı, sen kimsin?”
diye sordum. “Ben âşık bir garibim!” diye cevap verdi. Ne demek istediğini
anlamıştım, “Ben de senin gibiyim!” dedim.
Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı. Bana “Sen
de mi ağlıyorsun?” diye sordu, “Ben de senin gibiyim!” diye karşılık verdim.
Bunun üzerine daha yüksek bir sesle ağlamaya başladı ve yüksek bir nara attı,
hemencecik ruhunu teslim etti.
Elbisemi üzerine örttüm. Kefen bulmak için yanından ayrıldım,
kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde “Sübhanallah”
dedim. Bu sırada kulağıma gizli bir ses geldi, şöyle diyordu: “Ey Zinnûn! O
öyle bir gariptir ki, onu dünyada şeytan aradı, bulamadı. Malik aradı, bulamadı.
Cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı.” “O nerededir?” diye seslendim. Kulağıma
şu cevap geldi: “Samimî muhabbeti, çok ibadet etmesi ve hatasından derhal tevbe
etmesi sayesinde Muktedir Mâlik'in (Ulu Allah’ü Teâlâ'ın) yanında sadakat
koltuğundadır.
Değerli dostlar biz de Allah’ü Teâlâ’yı sevdiğimizi söylüyoruz. Artık
okumayı araştırmayı bıraktık. İlimsiz amel olur mu? İlimsiz Rabbimizi nasıl
tanıyacağız? Tanımadığımız bir şeyi nasıl seveceğiz? Namaz kılarken üşenerek
kılıyoruz. Yarı buçuk kılanlar da hiç kılmayanlar da çok. Oruç tutuyoruz. Bir
an önce akşam olsun diyoruz. Tutmayan veya yarı buçuk tutanlar da çok. Sadaka
zekât verirken ellerimiz titriyor. Yarı buçuk verenler, hiç vermeyenler de çok.
Neredeyse cihadı, tebliği terk ettik. İyilik yapmayı, yardımlaşmayı,
birbirimizi sevmeyi, gülümsemeyi, hal hatır sormayı, akraba ve hasta
ziyaretlerini, komşuluk haklarını, diğer kul haklarını terk ettik. Allah’ü Teâlâ
bizi affetsin! Böyle kuru kuru Allah’ü Teâlâ sevgisi olur mu?
Ama bir bakıyorsun. Parayı ve malı canımızdan çok seviyoruz.
Verilen bir şeyi helâl-haram demeden kapıyoruz. Fakat biz kimseye bir şey
vermiyoruz. Bir genç bir kıza âşık oluyor. Yandım, kavruldum, öldüm, bittim,
intihar ederim diyor. Bir de bakıyorsun, evlenmişler. En ufak bir şeyden
tartışıyorlar. Tutuyor eşini bıçaklıyor veya öldürüyor. Hani sen eşini çok seviyordun,
yolunda ölüyordun? Hani sen âşıktın? Böyle saçmalık olur mu? Eğer gerçekten
sevseydin, kendine kıyar sevdiğine kıymazdın!
Allah’ü Teâlâ bizleri gerçek manada kendisini sevenlerden
eylesin? Eğer Allah’ü Teâlâ sevgisini elde edebilirsek her şey kendiliğinden
düzelir. Hoşça kalın, dostça kalın! Allah’ü Teâlâ’ya emanet olun efendim!
Yaşar
AKKAŞ
Yasal Uyarı: “Bu eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.”
Yorumlar
Yorum Gönder