Akıl Okulu
Akıl Okulu
Değerli dostlar eğitim o kadar önemli ki… O’nun önemini anlatmak için kütüphaneler dolusu kitap okusak; bir o kadar da kitap yazsak yine anlatamayız. Size şu hikâyeyi anlatmaya karar verdim.
Bir gün ülkenin küçük
kasabalarından olan Yitan'da şöyle bir haber yayılmış:
-Güzel başkentimizde
bir “Akıl Okulu” varmış. Her kim o
okula giderse orada akıl öğretiliyormuş. Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine
anlatıyormuş. Kasabanın en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca
kahkahalarla gülmeye başlamış:
-Efendim, hayatımda
hiç bu kadar komik bir şey duymamıştım. Akılın okulu mu olur? Bir insan
akıllıysa akıllıdır. Sonradan akıl kazanılır mı hiç? Olacak şey midir? Bu adam
çok zengin olduğu için çocuklarının hiçbirisini okutmamış. Öyle çok parası
varmış ki, istese kasabanın tamamını satın alabilirmiş. Fakat çocuklarına
devamlı şöyle diyormuş:
-Şükürler olsun çok
paramız var. Yine de paramıza para katmalıyız. Ne kadar çok kazanırsak o kadar
güçlü oluruz. Çocukların hiç biri, babasının bu düşüncesine katılmıyormuş.
Devamlı:
-Babacığım, okumak
gibisi var mıdır? Diyormuş. Bak ne çok paramız var. Ama bu parayla bilgi satın
alamayız. Hem herkes bu okula gidiyor. İleride onlar bizi geçerler. Neden
okumayı kötü görüyorsun? Adam, çocuğunun bu sözlerini günlerce, gecelerce
düşünmüş durmuş. Sabahlara kadar sayıklar olmuş: “Akıl okulu? Akıl okulu?” Bir
sabah dayanamamış ve kararını vermiş:
-Böyle olmayacak. Şu
Akıl Okulu neymiş, gidip göreceğim. Ondan sonra kararımı vereceğim. Adam
yolculuk için hazırlanmış. Atına binmiş ve yola koyulmuş.
Günler geçmiş. Geceler geçmiş. Memleketinden ayrılalı tam otuz iki gün olmuş. Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış. İhtiyarın gözleri görmüyormuş. Adam bu ihtiyarın haline acımış. Yanına yaklaşarak:
Günler geçmiş. Geceler geçmiş. Memleketinden ayrılalı tam otuz iki gün olmuş. Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış. İhtiyarın gözleri görmüyormuş. Adam bu ihtiyarın haline acımış. Yanına yaklaşarak:
-Ey yolcu, nereye
gidiyorsun? Diye sormuş. İhtiyar da başkente gitmek istediğini söylemiş. Bunun
üzerine adam atından inmiş ve ihtiyarı atına bindirmiş:
-Ben de başkente
gidiyorum. Demiş. Bir günlük yolum kaldı. Birlikte konuşa konuşa gideriz.
İhtiyar atın üzerinde, adam yaya yolculuklarına devam etmişler. Şehre
vardıkları zaman adam ihtiyara:
-İşte başkente
geldik, demiş. Burada inebilirsin. Fakat ihtiyar, adama şunları söylemiş:
-Madem bir iyilik
yaptın, bunun gerisini de getir. Beni şehrin meydanına kadar götür. Ondan sonra
var git nereye gideceksen.
Adam hiç karşı
çıkmamış ve tamam demiş. Beş—on dakika sonra şehrin meydanına gelmişler. Tam bu
sırada ihtiyar bağırmaya başlamış:
-İmdat!... Yardım
edin. Bu adam atımı çalmak istiyor. Bu garibana yardım elini uzatacak yok mu?
İmdat!... Meydandaki insanlar koşa koşa gelmişler onların yanına. İhtiyar kör
olduğu için ona acımışlar ve adamı suçlamışlar:
-Utanmıyor musun bu
yaşta hırsızlık yapmaya! Hem de kör bir adamın atını çalmaya çalışıyorsun. Adam
haykırıyormuş:
-Hayır, yalan
söylüyor. Bu at benim. Onu yoldan ben aldım. İhtiyardır, yorulmasın, bir iyilik
yapmış olayım, dedim. Bu at benim. Ben hayatımda hırsızlık yapmadım. O
yalancıdır.
Fakat gel gelelim
insanlar adamı dinlememişler. Atı, kör ihtiyarı ve adamı doğruca şehrin
hâkimine götürmüşler. Hâkim önce kör ihtiyarı, sonra adamı dinlemiş. Ardından
da şöyle demiş:
-Bana bir baytar, bir
nalbant, bir de saraç çağırın. Hemen gelsinler. Bekliyoruz. Adam bu üç kişinin
neden çağrıldığını bir türlü anlayamamış. Kimseye de soramamış. Mecburen
çağrılanların gelmesini beklemiş. Kısa bir zaman sonra da hep beraber
gelmişler. Hâkim gelenleri tek tek huzuruna kabul etmiş. Önce baytar alınmış
odaya. Hâkim ona sormuş:
-Ata bak. Bu at hangi
memlekete aittir? Baytar şöyle karşılık vermiş:
-Çok fazla incelemeye
gerek yok. Bu at bu şehirden alınmamış. Yitan yöresine ait bir attır. Adam
kendi memleketinin ismini duyunca hayretler içinde kalmış. Bu sefer de hâkim nalbandı
çağırmış ve ona:
-Sen de bu atın
nerede nallandığına bak, demiş. Nalbant biraz inceledikten sonra şunları
söylemiş:
-Bu at burada
nallanmamış. Yitan yöresinde atlar böyle nallanır. Bizimkine benzemez. Adam
yine şaşırmış. Kendi kendine, 'Nasıl bilebilirler?' diye sorup duruyormuş.
Hâkim son olarak saraca:
-Bu atın koşumlarını
incele, demiş. Nasıl eyerlenmiş? Saraç hiç beklemeden cevap vermiş:
-Efendim, ilk bakışta
bizim yöremize ait olmadığı anlaşılıyor. Yitan yöresinin koşum şeklidir. Hâkim
cevapları aldıktan sonra atın sahibine dönerek:
-Evet, sen doğru
söylüyordun, demiş. Bu at senin. Artık atını alıp gidebilirsin. İhtiyara da
gereken ceza verilecektir. Hiç meraklanma. Fakat adam dayanamayarak hâkime
sormuş:
-Siz böyle bir şey
yapmayı nasıl düşündünüz? Bu adamlar, bu atın Yitan yöresine ait olduğunu
nereden anladılar? Lütfen bana söyler misiniz bütün bunlar nasıl olabiliyor?
Hâkim adamın sorusuna gülerek cevap vermiş:
-Ben ve bu gördüğün
herkes, bu şehirdeki Akıl Okulunu bitirdik. Her şeyi o okulda öğrendik. Orada
doğrunun nerede ve nasıl bulunacağı öğretilir. Adam böylece Akıl Okulunun ne
anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiş. Heyecanla memleketi olan Yitan'a dönmüş.
Bütün olanları ailesine ve arkadaşlarına anlatmış. Sonra da bütün çocuklarını
bu Akıl Okuluna göndermiş. Anlamış ki, herkeste akıl var, ama onu kullanabilmek
için eğitim gerekiyor.
Sevgiyle kalın…
Sevgiyle kalın…
Yaşar AKKAŞ
“Bu eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.”
Yorumlar
Yorum Gönder