Bir Eğitim Önderi Olarak Peygamberimiz
Bir Eğitim Önderi Olarak Peygamberimiz
İnsana
bilmediği şeyi öğreten, tüm her şeyin ismini öğreterek Âdem'in şahsında
insanlığı eğiten Yüce Rabbimiz, peygamberleri eğitim ordusunun önderleri olarak
göndermiştir.
Peygamberler
Sallallahu Aleyhi Vesellem, Yüce Rabbin eğitim ve
öğretiminden geçerek, ilâhî bilgiyi kuşanmışlar, onun gereklerini önce
kendileri yaşamışlar ve bu konuda insanlığa en güzel örnekleri sunmuşlardır.
İşte
vahiy destekli o eğitim ordusunun son halkası Hz. Muhammed’dir. O, "Ben
muallim peygamber olarak gönderildim", "Beni Rabbim terbiye etti ve
ne güzel terbiye etti" buyurarak kendisini insanlığa takdim etmiş ve her
konuda olduğu gibi eğitim-öğretim alanında da en güzel örnekliği bizlere
sunmuştur.
Onun
hayatı eğitimcilerin yolunu aydınlatan nice canlı örneklerle doludur. Biz bu
yazımızda Onun hayatından bazı kesitler sunarak konuya açıklık getirmeye gayret
edeceğiz. Peygamberimizin insanları eğitirken izlediği yol ve yöntemleri
maddeler halinde şu şekilde özetleyebiliriz:
O
Herkese Değer Verirdi:
Seviyesi,
kapasitesi, yaşı, işi ne olursa olsun her insan Onun muhatabı ve davetinin
konusuydu. Hiçbir insanı, bu adam olmaz, bu yola gelmez, bunun yaşı geçmiş,
bunun kalbi mühürlenmiş diyerek dışlamazdı. Yolda giderken soru sormak için
önüne geçen ihtiyar bir kadını uzun uzun dinlemiştir.
Adî
b. Hatim Radiyallahü Anh Onu şöyle anlatır:
"Ona
misafir oldum. Yolda yaşlı bir kadını uzun uzun dinledi. Evinde altıma minder
atıp kendisi yere oturdu. Onun bir kral değil, bir peygamber olduğunu
anladım."
Çocuklarla,
kölelerle, çobanlarla ve hatta delilerle bile yakından ilgilenmiştir. Nitekim
O, bir defasında aklından noksanı olan bir kadını bile kırmamış, istediği
sokağın kenarına oturup onu dinlemişti.
Kısaca
O, bu bizden değil, bu adam olmaz, bunun yaşı geçmiş, bu günahlara batmış
diyerek hiç kimseyi davetinin dışına atmamıştı.
İnsanlara
Aklî Seviyelerine Göre Konuşurdu:
Yüce
Rabbimiz bile, meramı anlaşılsın diye insanların diliyle insanlara
seslenmiştir.
Peygamberimiz
Sallallahu Aleyhi Vesellem de her insanın anlayabileceği şekilde onlara hitap
ederdi. Onun konuşmalarında anlaşılmaz ifade ve örnekler yer almazdı. Verdiği
örnekler her seviyedeki her insanın anlayabileceği şeylerdi.
O,
hayattan kopuk olarak değil, bizzat hayatın içerisinde konuşur; içinde yaşadığı
toplumun hastalıklarını teşhis ederek onlara pratik çözümler üretirdi.
Nitekim
O, şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara
bildiklerini anlatın. Siz Allah ve Resulünün yalancı çıkarılmasını mı
istersiniz?" "İnsanların seviyelerine ininiz." "Çocuğu olan
çocuklaşsın."
Eğitim
ve Öğretimde Uygun Zamanı ve Mekânı Kollardı:
O
her zamanı ve her mekânı davet için kullanır, ama davete en uygun olanı
seçerdi. Ama O'nun mesai anlayışı günün her saati idi. O, dinlenmesini öteki
dünyaya bırakmış, gecesini gündüzüne katarak çalışan bir insandı.
En
acılı günlerinde bile, hikmetli uyarılarıyla etrafındakileri aydınlatmaya devam
ederdi. Özel günler, düğün, taziye, mescit, ev, kır, yol vb. onun davet için
değerlendirdiği fırsatlardı.
Onun
her mekânda davetini sürdürmesi, Mekke'de Darü'l- Erkam'ı, Medine'de Ashab-ı
Suffa'yı kurması yaygın ve örgün eğitime ne kadar önem verdiğinin açık
belgeleridir.
İkna
Edici Bir Konuşma Tarzı Vardı:
O
insanlığa sevdalı insanın nazarında bir kişinin gerçekle tanışması, dünya ve
içindekilerden çok daha hayırlıydı.
Hurma
ağacını taşlayan bir çocuğa:
"Yavrucuğum
ağacı niçin taşladın?" Diye sormuş, çocuk:
"Açtım,
yemek istiyordum" deyince:
"Yavrucuğum
bir daha ağacı taşlama, altına düşenlerden ye" buyurmuş ve başını
okşayarak çocuğa dua etmişti.
Bu
uygulamasıyla O, önce yanlışın nedenini araştırmış, problem için çözüm yolları
önermiş, söz ve fiiliyle şefkatle olaya yaklaşmış ve dua ederek çocuğa manevi
takviyede bulunmuştur.
"Ben
Zina Etmek İstiyorum!" Diyen Bir Gence:
"Aynı
şeyin kız kardeşine, kızına, halana ve teyzene yapılmasını ister misin?"
diye sormuş, delikanlı:
"Hayır"
deyince, "Senin zina etmek istediğin kadın da birinin kızı yahut kız
kardeşi yahut da halası, teyzesi değil midir?" buyurarak onu bu işten
vazgeçirmiştir.
"Eşim
siyah bir çocuk doğurdu, ondan şüpheleniyorum!" diyen bir adama:
"Kırmızı
develerin arasında boz olanı yok mu? Bu nereden karışmış olabilir?" diye
sorarak onun aklını vardırmıştır.
Bu
örnekler bize, problemi olan her insanın rahatça problemini ona açabildiğini ve
Onun da problemlerin çözümü için onlarla yakından ilgilendiğini ve onları ikna
edici cevaplar verdiğini göstermektedir.
Anlaşılmak
İçin Konuşurdu:
Anlaşılsın
diye tane tane konuşur ve sözünü üç defa tekrarlardı. Jest ve mimikleriyle
konuşmasını etkili ve canlı bir hale getirirdi. Hayatın dışından hayalî
örneklerden, ağdalı konuşmalarla edebiyat yapmaktan kaçınırdı. O'nun hikmetli
sözlerinde her seviyedeki insanın, seviyesine göre anlayacağı şeyler,
çıkartacağı dersler olurdu.
O
Hep Kolayı Tercih Ederdi:
Nitekim
O , "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin"
buyurmuştur. O'nun sunduğu alternatif çözümler, herkesin anlayabileceği ve
uygulayabileceği şeyler türündendi.
Muhatabını
Mahcup Etmezdi:
İsimlerle
değil icraatlarla uğraşırdı. Hata yapanları ifşa etmemeye özen gösterirdi.
"İçinizden bazıları şöyle şöyle yapıyorlarmış" gibi genel ifadelerle
yanlışları düzeltmeye çalışırdı. O, kusurları araştırıp ortaya çıkarmayı değil,
örtmeyi severdi.
Her
Soruya Cevap Vermez, Bilmediği Şey Hakkında Konuşmazdı:
Son
derece anlamlı, kısa ve öz konuşurdu. Gereksiz ayrıntılara girmez, ama
anlaşılmak için konuşurdu. Lüzumsuz sorulara cevap vermezdi. Nitekim O'nun
mektebinde yetişen ashabı da, kendilerine yöneltilen her soruya cevap vermekten
kaçınırlardı. Onlar "Allah ve Resülü en iyi bilir" demeyi alışkanlık
haline getirmişlerdi.
Hediyeler
Vererek İnsanların Gönlünü Kazanmaya Çalışırdı:
O'nun
davet metodu sadece anlatıma dayanan tek yönlü ve pasif bir metot değildi. O,
muhataplarına sorular yöneltir, onları dinler, onların özel meseleleriyle
ilgilenir, onların gönlünü alabilmek için pek çok yolu dener, hikmetli espriler
yapardı. O, akrabalarından başladığı ilk davetine yemek ziyafeti vererek
başlamıştı.
Güzel
işler yapanlara dünya ve Ahiret mükâfatları vererek yahut vaat ederek taltif
eder, bu şekilde başkalarını da güzel insan olmaya teşvik ederdi.
O
kendisi hediye verdiği gibi, hediye de kabul ederdi. Ama hiçbir hediyeyi küçük
görmezdi. Nitekim O, Tebuk Gazvesinde Benî Neccar sancağını, henüz 20 yaşında
olan Zeyd b. Sabit'e vermiştir. Bedir savaşında 21-22 yaşlarındaki Hz. Ali'yi
sancaktar yapmıştır. Benî Kudaa üzerine gönderilen kırk bin kişilik bir orduya
18 yaşında bulunan Üsame b. Zeyd'i kumandan tayin etmiş, 21 yaşındaki Muaz b.
Cebel'i Yemen'e göndermişti.
Müslüman
olmadan önce İslam düşmanlığı ile tanınmış ve Müslümanlara önemli zararlar
vermiş olan Hz. Halid, Hz. İkrime gibi kişileri Müslüman olduktan sonra üst
payeler vererek onura etmiş ve "Sizin cahiliyye döneminde yetenekli
olanınız, İslam'a girdikten sonra da yetenekli ve liyakatli olur!"
buyurmuştur.
O
Hep Büyük Düşünür ve Büyük Hedefler Gösterirdi:
En
kritik ve zorlu anlarda bile ümitsizliğe düşmemiş, hep Allah Teâlâ'nın
yardımına güvenmiş, yeni çıkış yolları aramış ve Hakkın hâkimiyeti konusunda
asla şüpheye düşmemiştir. Mekke'nin en zorlu şartlarında bile ashabına moral
vermiş, Hendek savaşının en sıkıntılı anlarında yine büyük fetih müjdeleri
vererek ashabını geleceğe ve büyük hedeflere hazırlayarak manen takviye
etmiştir. Onun İran, Bizans, İstanbul gibi merkezlerin fethedileceğini
müjdeleyen sözlerini biz, manevi takviye taktikleri olarak değerlendiriyoruz.
Bıkkınlık
ve Yılgınlık Hiç Göstermezdi:
Davetinde
O, son derece azimli ve kararlıydı. O, "Ya Hakkın hâkimiyeti ve insanların
hidayeti, ya da bu uğurda ölüm" parolasıyla yola çıkmıştı. Mekke'deki
bunca işkence ve eziyete rağmen asla yılmamış, davasından vazgeçmemişti.
Müşriklerin
uzlaşma tekliflerine karşı
"Bir
elime güneşi, öbür elime ayı verseniz, Ben yine de bu yoldan dönmem. Ya Allah
nurunu tamamlayacak ya da bir başıma bu uğurda can vereceğim!" diye
karşılık vermişti.
Davet
yolunun tıkandığını gördüğünde yeni çıkış yolları aramış, ashabını önce
Habeşistan'a, sonra da Medine'ye yönlendirmişti. Taif'te davet için yeni
zeminler aramış, taşlanmasına rağmen asla ümitsizliğe düşmemiş, "Allahım!
Yeter ki senin gazabına uğramayayım! Gerisi hiç önemli değil!" diyerek bu
konudaki azim ve kararlılığını göstermiştir.
Asla
Büyüklük Taslamaz, Övülmekten Hoşlanmazdı:
Kendisine
"Ey efendimiz, ey efendimizin oğlu!" diye seslenen bir kişiye şöyle
karşılık vermiştir:
"Ey
insanlar! Böyle aşırı sözler söylemeyin. Şeytan sizi yanıltmasın. Ben Abdullah
oğlu Muhammedim. Allah'ın elçisiyim. Beni Allah'ın çıkardığı mertebeden daha
yukarı mertebelere çıkarmayın."
O,
davetinin karşılığını insanlardan değil, yalnızca Allah'tan beklerdi. Bu
nedenle doğru bildiği yoldan asla taviz vermez ve kimseye minnet etmezdi.
Onun
Hayatı Belli Bir Düzen ve Disiplin İçerisindeydi:
Onun
davranışlarında rastgeleliğe, başıboşluğa asla rastlanmazdı. Her şeyi belli bir
düzen ve disiplin içerisindeydi. Sözgelimi, giyinip kuşanmasına, temizliğine,
kısaca tüm işlerine sağdan başlardı. Zira başarmak için disiplinli, düzenli ve
ölçülü olmanın gereğine inanmıştı.
Özetle
söylemek gerekirse Peygamberimiz Hz. Muhammed, her alanda olduğu gibi
eğitim-öğretim alanında da bizler için en güzel örnektir.
Davetçi
konumunda olan tüm Müslümanlar, O'nun hayatını bu gözle ve dikkatlice okumalı,
Onun hayatındaki eşsiz tablolardan çıkarılması gereken dersleri çıkarıp kendi
hayatlarında uygulamaya koymalıdırlar. Davet yolunda ilerlerken izlenen yolları
ve gelinen noktayı, O'nun yöntem ve hedefleriyle test etmeli ve başarısızlığın yahut
hedefe varmadaki gecikmenin nedenleri tespit edilmelidir. İşte ancak o zaman
Onun en güzel örnek (Üsve i Hasene) oluşu anlamlı hale gelmiş olacaktır.
Onu
tanımadan Onun yolunda olmak, Ona yaraşır ümmet olmak ve Onun şefaatine mazhar
olmak asla mümkün olmayacaktır. Dünya ve Ahirette Onun ulaştığı doğru hedeflere
ulaşmak da ancak Onun metodunu izlemekle mümkün olacaktır.
Kaynak: Sorularla İslamiyet
Yorumlar
Yorum Gönder