Dermanı Olmayan Dert
Dermanı Olmayan Dert
Mevlânâ Rahmetullahi
Aleyh Hazretleri’ne göre insan için asıl acınacak dert nedir?
Mevlânâ Rahmetullahi Aleyh Hazretleri buyurur:
“İnanç azlığından meydana gelen derde acımak
gerekir. Çünkü o derdin dermanı yoktur.”
Asıl acınacak dert, îmandan mahrumiyettir. Zira
insanın bu dünyada hiçbir şeyi olmasa, nihâyetinde bu, muayyen bir vakit
içindir. Fakat îmandan nasipsizlik, ebedî bir mahrumiyet sebebidir.
Îmandan mahrum bir insana bütün nîmetler verilse ve
o, dünyada bin yıl saltanat sürse, yine de bir gün ölecek ve eli boş olarak
dünyayı terk edecektir.
Güneş Aynı Güneş
Unutmayalım ki üzerimizdeki güneş; bir müddet
yeryüzünde zulümle saltanat sürmüş olan Firavunların, Hâmanların, Nemrutların,
Hülâguların, Âdların ve Semudların saraylarını, köşklerini, hazinelerini
aydınlatan, sonra da harâbelerinin üzerine haşmetle doğan aynı güneştir. Fânî
kuvvet ve kudretlerine mağrur olarak Allâh Teâlâ’ya başkaldıran o zâlimlerin
arkasından, ne semâlar ağlamış, ne gözler yaşarmış, ne de gönüller sızlamıştır.
Bilâkis onlar, mazlumların âhları ve bedduâları ile tarihin çöplüğünde çürüyüp
gitmişlerdir. Bir zamanlar saltanat sürdükleri yerleri, şimdi baykuşlar ve
köpekler şenlendirmektedir.
Yani ebedî âleme, îman ve sâlih amellerle intikâl
edemeyen biri, dünyada nîmetler içinde yüzmüş de olsa, hakîkatte zavallı bir
müflistir. Buna mukâbil insan, hiçbir dünyalığa mâlik olmasa da îman sahibiyse,
aslında her şeye sahip demektir. Zira îman ve sâlih amellerin getireceği
saâdet, ebedî bir saltanattır.
Esas Hayat Ahiret Hayatıdır
Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in
ifade buyurduğu üzere;
“…Esas hayat, âhiret hayatıdır. (Asıl saâdet,
ebediyet saâdetidir!)” (Buhârî, Cihâd 33, Salât 48, Rikāk, 1)
Mü’min bilir ki, ebediyet yolculuğundaki kısa bir
konaklama yeri olan dünyada yaşanan mahrumiyetler ve çekilen çileler;
âhiretteki azâbın yanında bir hiçtir. Buna mukâbil, dünyada sürülen zevk u safâ
ve saltanat, âhiretteki ebedî saâdetin yanında bir hiç hükmündedir. Bu yüzden
mü’min, fakr u zarûret içinde bile olsa, refah içindeki kâfir ve fâsıkların
hâline bakarak aslâ mahzun olmamalıdır. “…Üzülme, çünkü Allah bizimle
beraberdir…” (et-Tevbe, 40) âyet-i kerîmesi muktezâsınca, Allah ile
beraberliğin hazzıyla, bütün fânî ıztırapları unutmalıdır.
“Gevşeklik göstermeyin, mahzun olmayın. Eğer
(gerçekten) îmân etmiş kimseler iseniz, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i
İmrân, 139) âyet-i kerîmesi muktezâsınca da, îman nîmetinin sevinciyle huzur
bulmalıdır.
Atâullah el-İskenderî Hazretleri’nin şu niyâzı,
gerçek bir îmânın gönle bahşettiği huzur hâline, ne güzel bir misaldir:
“Yâ Rabbi! Sen’i bulan neyi kaybetti? Sen’i kaybeden
neyi buldu?..”
Her Derdin Dermanı
Velhâsıl îman, her derdin dermânıdır. Îmânın gerçek
lezzet ve huzurunu tatmış bir gönlü, hiçbir dünyevî iptilâ; buhran ve
bunalımlara sürükleyemez. Nitekim bu fânî âlemde en çok çile çemberinden
geçenler; başta peygamberler, velîler ve derecelerine göre sâlih kullardır.
Fakat en huzurlu insanlar, yine onlardır.
Sahâbe-i kirâm da bu îman neşvesiyle, hiçbir ezâ ve
cefâya aldırmadılar. Hidâyet nûrunu gönüllere taşımak için, yorgunluk ve
bezginlik göstermeden, bir diyardan diğerine fedakârca koştular. Îman heyecanı
ve lezzeti sâyesinde, dünyevî korku, endişe ve arzularını geride bıraktılar.
Cenâb-ı Hak, Tevbe sûresinin 100. âyetinde, Muhâcir
ve Ensâr’ı bizlere örnek nesil olarak takdim ediyor. Onların izinden giden
ihsan sahiplerini de medhediyor. İşte o örnek nesli tâkip eden ihsân ehli
mü’minler de, karşılaştıkları ezâ ve cefâların, ya günahlarına kefâret, ya da
derecelerinin yükselmesine vesîle olduğu şuuruyla, müsterih bir kalp ve huzurlu
bir gönülle yaşarlar.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Mü’minin durumu gerçekten gıpta edilmeye ve
hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır vesîlesidir. Böylesi
bir haslet sadece mü’minde vardır: Mü’min sevinecek olsa, şükreder; bu onun
için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır
olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Uhrevi Kazanç Vesileleri
Dolayısıyla mü’min, hayatın acı-tatlı her
imtihanından, mânen kazançlı çıkmasını bilen bahtiyar kimsedir. Yani ehl-i
dünya için zarar ve ziyan gibi görünen ve onları gam ve kedere gark eden
hususlar, ârif mü’minler nazarında; sabır, rızâ ve hattâ şükürle karşılanması
gereken uhrevî kazanç vesîleleridir.
Allâh’a ve âhirete îmandan mahrum kalpler ise, bu
gönül ufkundan nasipsiz oldukları için, en ufak bir çile karşısında feverân
eder, ortalığı birbirine katar, şikâyet ve isyana sürüklenirler. Dolayısıyla
asıl acınacak mahrumiyet de, “îman” gibi muazzam bir huzur ve sekînet
menbaından mahrum kalmaktır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlânâ , Erkam Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder