İnsanın İbâdete Olan İhtiyacı

 İnsanın İbâdete Olan İhtiyacı

 İnsan yaşayabilmesi için birçok nimetlerden yararlanmak zorundadır. Allâh’ın nimetlerinden faydalanmadan hayatiyetini sürdüren hiçbir varlık yoktur. Bu sebeple her nimete bir teşekkür gerekir. Nimete teşekkür etmemek nankörlüktür.

İbâdetlerin şâhı olan ve Peygamberimizin Aleyhisselâm “Gözümün nûru” 1 dediği namaz, kulun Allah karşısındaki “esas duruşu” demek olup insanın çok yönlü ifâde imkân ve vâsıtalarını bir bütün hâlinde ve sistematik olarak işleme koyan bir fihrist mesabesindedir.

Güzel bir usûl ve uygun sözlü formüllerle Allâh’ın büyüklüğünü ve yüceliğini belirten; kulun zayıflığını ve güçsüzlüğünü, Allâh’a olan bağımlılığını, şükrân ve minnettârlığını simgeleyen bir ibâdettir.2 

Bütün bunlar, namaz merkezli ibâdetin lüzum ve önemini ortaya koymaktadır. Namaz kılanın, diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Böylece bütün ömür sermâyesini âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü tek bir cihete saklar.3

 “Âkil isen kıl namazı çün saâdet tâcıdır;

Sen namazı şöyle bil ki  mü`minin mi`râcıdır.”

 Bir mücâdeleden ibaret olan hayatta, insan zaman zaman rûhî bunalımlar geçirebilir, mânevî sıkıntılar çekebilir. Böyle zamanlarda bir teselliye ihtiyaç vardır. Teselliyi ise ancak Yaratanına kulluk etmekte bulur.

Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz Aleyhisselâmşöyle buyururlar:“Mü’min tâze ekin gibidir. Rüzgâr estikçe yatar, fakat yine doğrulur kalkar; kâfir ise çam ağacına benzer, rüzgâr estikçe gürler, ama bir kere yıkılırsa bir daha kalkamaz.” 4

 Bu güzel benzetmesiyle Sevgili Peygamberimiz (as), mü’minin bir Hayy-u Bâkî’ye merbut (bağlı) olduğuna işâret buyurmuştur. Muhammed İkbâl bu hadîsi şâirce yorumlar ve şöyle der:

 “Bir kâfirin özelliği ufuklarda kaybolmaktır

Ama bir mü’min ise ufukların onda kaybolmasıdır.”   

 Öyleyse insan için en doğru olan, yaratılışına uygun hareket etmektir. Yaratılış gâyesi ise ibâdettir. O hâlde, insan, nasıl yaratıldığından çok, niçin yaratıldığını iyiden iyiye kavramanın ezelî zevkine varmalıdır.

 “Ân oluyor bir garip duyguya varıyorum

Ben bu sefil dünyâda acep ne arıyorum?.”

 Bir ân için Allâh’ın nimetlerinden ayrı kaldığımız yoktur ve mümkün de değildir. Meselâ, uyanık olmak bir nimettir, fakat uyumak da bir nimettir. Uyuyamamanın ne menem dert olduğunu ‘mübtelâ-yı gam’ (hasta) olanlara sormak lazım. Onlar bilir gecelerin kaç saat olduğunu.

“Uzun gece belâsını bîmar (hasta) yeğ bilür” diyor şair. Uyuyamamak insana cinnet getirtir. Kezâ, işitmek nimet olduğu gibi, işitmemek de nimettir. Bütün sesleri işitsek, istirahatımız kaybolur, çılgına döneriz. Karanlık gecelerde cirit atan cinlerin seslerini, çığlık ve nâralarını işitseydik durum ne olurdu, bir düşünelim. Görmek bir nimet olduğu gibi, görmemek de bir nimettir.

Yüzüne baktığımız bir kimsenin beynini yahut topraktaki bakteriyi görsek veya yediğimiz gıda ve içtiğimiz sudaki mikropları fark etsek ne kadar rahatsız oluruz!. Sa’d-i Şirâzî (ö.691/1294) ne hoş söylemiş:

 “Der nefesî dü nimet mevcûdest

Ve ber her nimetî şükrî vâcib.”

 Yani “İnsanın her nefes alış verişinde iki nimet vardır. Nefes alması hayatının selâmetini temin eder, vermesi ise vücuduna ferahlık verir. Şu hâlde bir nefeste iki nimet vardır. Ve her nimete iki şükür vaciptir.”5

Sensin kurda, kuşa ve yele âhenk âhenk ses veren,

Bir cânda çifte nimet, doyumluk nefes veren.

 Bu sebepledir ki, tarikat ehli, “hoş der dem” (nefes alıp verirken gaflette olmamak)  şeklinde düstur koyup bir nefesten dahi gâfil olmamayı şiar edinmişlerdir.

Allâh’ın nimetleri karşısında insanın imkânları o kadar sınırlıdır ki, onun verdiği nimete şükretmek, hatta ona ibâdet edebilmek bile ancak yine onun başka bir nimeti ile mümkündür. Mısırlı Şâfiî fakîh Mansûr b.İsmail (rh) şöyle demektedir: “Allâh’a şükretmek bir nimettir ki, o da şükrü gerektirir. Nimetlere karşı nasıl şükredeyim ki, şükrü de bir nimettir.”6  Gene bir Allâh dostu şöyle der: “İsyânımızın çokluğu ile beraber Allâh’ın nimetleri birbirini takip etmektedir. Hangisine teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz. Bize yaydığı nimete mi, yoksa örttüğü günaha mı?”    

 Merhum Necip Fazıl’ın da bu anlamda bir sözünü hatırlıyorum: “Ya Rabbî, Sana hamd edebildiğim için hamd ederim.”7

 “Tende kudret nerden olsun nimet-i cân şükrüne

Bin dilim olsa yetişmez bir dilim nân şükrüne.”

 Cenâb-ı Hakk (cc), kullarını birtakım ibâdet ve farizalarla sorumlu kılmış ve onlara birçok peygamberler göndererek onların aracılığı ile kanunlarını ve hükümlerini bildirmiştir. Oysa Cenâb-ı Hakk’ın, kullarının ibâdetine ihtiyacı yoktur. Belki o sorumluluklarla ilâhî bir ihsân olarak kullarının faydalanması murad edilmiştir.

Nitekim Yüce Mevlâ, nimetleriyle sayısız ihsânlarda bulunmuştur. Hatta ibâdetlerdeki nimet, diğer bütün nimetlerden daha büyüktür. Çünkü ibâdetlerin dışındaki nimetlerin faydası dünyaya dönük iken ibâdetlerin faydası hem dünyaya hem âhirete yöneliktir. Öyleyse ibâdet en büyük nimettir.

 1- Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c. 3, Ha. no: 3537

2-  Bak. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV. Yay. Ank.-1993, s. 237. Yukarıdaki cümleler, klasik kitaplarda “Namaz, şükrün bütün aksâmını bünyesinde toplar” şeklinde formüle edilmiştir.

3- Bedîuzzaman, Sözler, s. 20

4- Nevevî, Şerhü'l-Müslim, c.17, s.151; Veliyyullâh Dehlevî, Hüccetullâhi’l-Bâligah, trc., c.1, s. 241

5-  Zübde-i Gülistan, Eser-i Tayyâr, Matbaa-i Amire, İst.

6-  Mâverdî, Edebu’d-Dünyâ ve’d Dîn, (trc. Ali Erkan), s.127

7-  age., s. 127

Gülzâr-I Hâcegân Dergisi'nin 2009 Haziran Sayısı

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis