Şark
  Şark     Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu,   Asırlar var ki, İslam’ın muattal, beyni, bâzusu,   “Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer     Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler,   Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar,   Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar,   Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;   Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler;   Riyâlar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler;   Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;   Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;   Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;   “Gazâ” nâmıyle dindaş öldüren biçare dindaşlar;   Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;   Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar! ...     Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum;   Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum.   Mezarlar, âhiretler, yükselen karşımda dûradûr;   Ne topraktan güler ...